« Anasayfa | Künye | Arşiv 26 Nisan 2024, Cuma
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Kırkpâre ]

Askerin Türküsü / Ümit Fehmi Sorgunlu

11.12.2004 - 17:03

Sabahleyin erkenden kalktı. Kalkar kalkmaz da aceleyle giyinmeye başladı. Palaskasını taktıktan sonra parkasını sırtına geçirip el havlusunu beline sıkıştırdı. İtina ile silahını kuşandı. Koğuş kapısına doğru yürüdü. Dışarı çıkar çıkmaz, sabahın o ciğerlere işleyen, geceden kalma soğuğu yüzünü yalayıp geçti. Kar'a, rüzgara ve güneşe alışık bedenine rağmen iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti. Omuzlarını büzerek parkasının yakasını kaldırdı. Kül rengi sabahın alaca aydınlığında, güneybatıya doğru sessizce seğirtti.

Seyrek de olsa Hakkari-Van karayolundan geçen kamyonların homurtusundan başka hiç ses yoktu etrafta. Nöbetçi kulübesindeki asker, soğuktan büzülmüş, omuzlarındaki tüfeğin ağırlığını avuçlarındaki kabzasında toplamaya çalışarak ağır ağır geziniyordu. Mehmet'in geçişini fark etmemişti bile. Nöbetçiye görünmeden gitmek istiyordu. Yüksekova'da yürürken postallarının altında ezilen karların gıcırtısı duyuluyordu. Kendi memleketinde bu mevsimler kar olmazdı. "Buraların beyazı çok geç siliniyor" diye düşündü. İşin içine bir de gurbet girince, doğduğu toprağın ayazını bile özlüyordu insan. Gerçi daha bir ay olmuştu izinden döneli, ama yine de suyundan mıdır, havasından mıdır nedir, hemencecik özleyivermişti Anadolu'nun o bozkırlarını. Düşünceleri bir yıldız gibi köyüne doğru kaydı. Babası da hiç sevmezdi soğuk havayı. Daha o kalkmadan gelini abdest suyu için ibriği ateşe sürer, sonra da onu uyandırırdı. Karısı yetim büyüdüğü için babasını kendi babası gibi sever ve sayardı. Şimdi ne yapıyordu acaba? Babası bu saatte uyuyor olmalıydı. Ama Ayşe kalkmış, onun için hazırlığa başlamıştır bile. "Bizim oralarda ezan, buraya göre geç okunur" diye geçirdi içinden. Adımlarını biraz daha sıklaştırdı. Namaza yetişmeliydi. "Vay kafir şeytan vay" diye söylendi. Sırası mıydı bu soğukta uysallaşmanın? Gece rüyasında gördüğü hanımı Ayşe geldi aklına. Belli belirsiz gülümsedi. Rüyasında da olsa onunla birlikte olmanın tatlı huzuru yayıldı yüzüne. İç geçirdi. "Gel teskere gel" diye mırıldandı. Nihayetinde otuz üç günü kalmıştı. Bölük komutanlarının dediğine göre dört gün de bayram tatilini düştün mü, yirmi dokuz günleri kalıyordu. Konyalı Hakkı Çavuş, Sivaslı Salih ve kendisiyle birlikte üç arkadaştılar. Üçü de bayrama hazırlanan çocuklar gibi neşeliydiler. Gülümsedi. Gözlerinde sevinç pırıltılarıyla birlikte Kurban Bayramı'na eve yetişebilmenin mutluluğu okunuyordu. Kim bilir annesi, babası ve Ayşe nasıl sevineceklerdi. Ya iki yaşındaki oğlu Mahmut'u kucağına almak, öpüp sevmek onun için dünyalara değerdi. İzindeyken "Baba 'adda'ya gitme" diye ağlamıştı. Ayşe ise ilk ayrılık günündeki suskunluğunu ve utangaçlığını bozmuş, "Tez gelesin artık" diyerek adaklar adamıştı. Yanık sesiyle bir türkü tutturdu. "Karagözlüm efkârlanma gül gayrı / Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım." Bir an sustu. Sonra yeniden, ikinci mısrayı değiştirerek okumaya başladı. "Karagözlüm efkârlanma gül gayrı / Kurban Bayramı gelir gelmez ordayım." Sayılı gün dediğin nedir ki? Hemen gelir geçer. Yeter ki sağ salim şu yirmi dokuz günü bir bulsunlar. Ama o yirmi dokuz gün onlar için yirmi dokuz ay kadar uzaktı. Çünkü adı konulmamış, sinsi bir savaşın içindeydiler. Karşıdaki düşman, bir Yunan ya da bir Moskof değildi. Fakat yeri geldi mi çoluk çocuk, kadın kız demeden acımasızca öldürebiliyorlardı. PKK denen eşkıyanın, kendi insanından dahi öç alırcasına gösterdiği ruhsuzluğa bir türlü anlam veremiyordu. Madem bir kurtuluşun savaşını veriyorlarsa, doğunun mert ve yağız insanlarından kendileriyle birlikte olduklarını gösteren en ufak bir belirtinin bulunmaması ne tuhaftı.

Aniden kaydı. Sendeleyip kıç üstü oturdu. Üniforması ve elleri kar olmuştu. Aldırmadı. Hemen kalkıp üstünü başını silkeledi. Acele etmeli, namaz vakti gelmeden işini bitirmeliydi. Aksilik bu ya, karakolun suları da akmıyordu. Geçen günkü çatışmada düşen bombanın tesiriyle ana su boruları patlamış, karakol iki gündür susuz kalmıştı. Biraz ilerde zapsuyuna vardı mı işi kolaydı. Köprünün altında abdestini alır, kimseye gözükmeden karakola dönerdi. Arkadaşlarına alay konusu olmak istemiyordu. Bu saatte kimse olmazdı orda.

Kendini kayalara çarpa çarpa, kardeş kanının akıtılmasına kızarcasına, haykıra haykıra, delicesine akan zapsuyunu görünce ferahladı. Hemen soyunup gusül abdesti almaya niyet etti. İşi bitince soğuktan titreyerek el havlusuna kurulanıp giyinmeye başladı. Rahatlamıştı. Vücudundaki manevî kirden arınmanın getirdiği hafiflikle karakolun yolunu tuttu. Namaza yetişebilmenin iç huzurunu duyuyordu bütün benliğinde. "Cenabet gezerken bastığın toprak titrer" derdi anası. "Canım anacığım, az kaldı bekle" diye gülümsedi, belli belirsiz mırıldanarak. Elini koynuna sokup cüzdanını çıkardı. Arasını açıp karısının ve annesinin resmini aldı. Her ikisinin de gülümseyen gözleriyle karşılaştı. İkisini de öptü. Eşinin resmini yerine koyarak cebine indirdi. Anasına bir kez daha baktı. Gülerken ağzındaki eksik dişleri belli oluyordu. "Çilekeş babam, bana para göndermekten zavallının dişlerini bile yaptıramamış" diye söylendi. Hasret üzerine bir türkü daha tutturup hızlı adımlarla yürümeye devam etti.

Ayağı taşa takıldı. Dengesini kaybedip düştü. Düşmesiyle birlikte bir kurşun, üzerinden vınlayarak geçti. Korkuyla yüz üstü yere uzandı. İlk şaşkınlık geçtikten sonra omzundaki silahını aldı. Eğitimden tecrübe kazandığı alçak sürünme hareketiyle ağır ağır ilerledi. İlk kurşunu, peşi peşine iki kurşun daha kovaladı.

- Alçaklar!, diye bağırdı olanca hızıyla. Alçaklar, teskereme bir ay kaldı!

Karşı kayanın arkasından anlamsız kahkahalar duyuldu. Ardından aynı anda patlayan iki silah sesi daha bozdu sessizliği. O anda karşıdakilerin insanlığına dair içindeki en küçük pırıltı da tamamen yok olup gitmişti. Öyleyse kimdi bunlar? Kendi ekseni etrafında dönen ve her dönüşünde de kan emen bir yarasa mı? Yoksa sevgi tohumlarını kıran, gencecik fidanları biçen kör bir hızar makinası mı?

Hırslandı. Diz üstü çökerek kayanın arkasında gördüğü kıpırtıya ardı ardına üç kurşun yolladı. İniltiye benzer bir ses duydu.

- Galiba birini vurdum, dedi kendi kendine.

O esnada, yeni silah sesiyle birlikte sol göğsünün altında yanma duydu. Haki renkli üniforması bir anda kırmızıya boyandı. Acıyla yumruklarını sıktı. O an çatışma sırasında yere düşen annesinin resmini gördü. Eğilip aldı. Buğulu gözlerle bir süre seyretti.

- Bayrama geli...

Gerisini getiremedi. Olduğu yere yıkılıp kaldı. Çevresindeki karlar, yüreğinden akan kanın sıcaklığıyla eridiler. Avuçlarının içinden anası, Mehmet'e gülerek bakıyordu.

Sabahleyin erkenden kalktı. Kalkar kalkmaz da aceleyle giyinmeye başladı.  
Türk Şiir AnıtlarıTümü »
» Şeyh Galib
» Taşlıcalı Yahya
» Ahmet Haşim
» Namık Kemal
» Mehmet Akif Ersoy
Edebiyat DergilerindenTümü »

» Düşman Kazanma Sanatını Bilen İnsan / Sami Güçlü
» Hamdolsun Teşrifatçı Değilim / Hüseyin Akın
» Babam Gelmiş Babam Gitmiş Türkiye Varmış Türkiye Yokmuş / Osman Özbahçe
» Epik ve Dramatik Şiir Hakkında / Goethe-Schiller
» Evden Bozma Bir Pansiyon / Hayriye Ünal
YarışmalarTümü »

» Öğretmenler Duysun Öğrenciler Katılsın
» Alvarlı Efe'de İlâhi Aşk Konulu Yarışma
» Ceyhun Atuf Kansu Ödülü Başvuruları Başladı
» Cemal Süreya Ödülü'ne Başvurular Devam Ediyor
» Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Toplam 1 yorum yapılmış. Yorumların tamamını görüntülüyorsunuz.

Dinsin Artık Bu Acılar

Askerin Türküsü adlı hikayenizi içim burkularak okudum. İşin derinine inildiğinde ölen de öldürülen de bu ülkenin insanları olduğu görülecektir.
Amerikan Emperyalizmi, kürt ve Türk halkının üstünden ortadoğudaki emellerine ulaşmak için oyun oynuyor. Benim dileğim bin yıldan fazla bir süredir birlikte yaşayan halkımızın bu oyunlara gelmemesidir. Nail Uyar

nailuyar@msn.com (22.04.2007 - 13:55)

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!