Tarık Buğra'yı üniversite öğrencisiyken tanıdım. İdeolojilerin gençliğe hakim olmaya başladığı 1960'lı yılların sonlarında. Buğra, Tercüman gazetesinde yazıyordu ve ben okuyucusuydum. Okuduğum ilk kitabı, küçük boy, 70-80 sayfa, mor renkli kapağıyla Gagaringrad-Moskova Notlarıydı. Böylece Tarık Buğra'yla tanıştım. Yazılarıyla kurduğum bağ hep devam etti. Okudukça daha iyi tanıdım, anladım, sevdim ve daha çok okudum. Bu yıllarda oluşan kütüphanemde, başta Necip Fazıl olmak üzere, fikir adamlarının kitapları ön planda yer alıyordu. İnsan ruhunun sanata, edebiyata ve estetiğe de ihtiyacı vardı ve ben bu ihtiyacı Tarık Buğra'yı okuyarak daha iyi fark etmeye başlamıştım. Okuma yelpazemin genişlemesinde payı büyük olmuştur. Romanlarını ilk defa 1970'li yıllarda okudum. Daha sonraki yıllarda Tarık Buğra'nın romanlarını, hikayelerini ve makalelerinden derlenen kitaplarını tekrar tekrar okumak imkanı buldum. Sadece okumadım, notlar çıkardım, öğrencilerime okuttum, anlattım, tartıştım. Tarık Buğra, sürekli okumak için seçtiğim yazarlardan biriydi.
Okumak için kitap yerine yazar seçmek düşüncesi Andre Maurois'indi. 1980 yılında Türkiye'de yayınlanan Bir Gence Açık Mektup adlı kitabında, Fransız gençliğine 1968 olayları öncesinde öğütler veriyordu. Kültürlü bir insan olmanın önemini anlattıktan sonra, okunacak kitapları ve yazarları sıralıyordu. Eski Yunandan başlayıp günümüze geliyordu. Maurois, ben kitap yerine yazar seçerim, seçtiğim yazarların tüm eserlerini okurum, böylece düşüncelerini daha iyi kavrarım ve dünyayı nasıl algıladıklarını da anlarım, diyordu. Seçtiği yazarlardan bir veya birkaçıyla daha yakın bir bağ kurmanın çok faydalı olacağına inandığını, kendisinin hocası Alain'i üstad seçtiğini, bu bağın onun ölümünden sonrada kitaplarıyla devam ettiğini belirtiyordu. Maurois'in bu okuma metodunu benimsedim ve uyguladım. Faydasını gördükten sonra, öğrencilerime hem tavsiye ettim, hem de birlikte gruplar halinde seçtiğimiz yazarları keyifle okuduk. Eserlerini okumak için seçtiğim yazarlar arasında Tarık Buğra hep vardı.
Tarık Buğra, erken yaşlarda, daha lise yıllarında yazar olmaya karar vermiş, bu yolda çok sıkıntılar çekmiş, zorluklara göğüs germiş, bazen parklarda, kahve köşelerinde sabahlamış, işsiz ve aç kalmış, kararından vazgeçmemiş, hayatını yazar olarak yaşamış ve kazanmış büyük bir insandır. Yazarlık sevdası yüzünden İstanbul'da kaydolduğu üç fakülteyi bitirememiş ama gerçek bir üniversite dediği Küllük Kahvesi'nden mezun olmuştur. İnandığı değer ve ilkelerinden taviz vermeden yazarlık mücadelesini sürdüren Tarık Buğra, peş peşe Türk toplumunun çeşitli dönemlerini tahlil ettiği eserler vermiştir. Ömrünün ilerleyen yıllarında eserleri takdir görse de, yeterince anlaşılamamış, hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Zor zamanda dünyaya gelen, zorluklar içinde bir hayat geçiren ve yalnızlık içinde yaşayan Tarık Buğra'nın şanslı yanları da var. O aynı zamanda düşman kazanmak sanatını bilen biridir.
Osmanlı İmparatorluğu hızla çökerken ve Anadolu'da kurtuluş mücadelesi fikri zemin ararken, acıların ve korkuların her tarafı kuşattığı bir zamanda, Anadolu kasabalarından Akşehir'de bahçe içinde güzel bir evde, Hakim Mehmet Nazım Bey'le Tahiroğullarından Nazike Hanımın oğlu olarak 2 Eylül 1918'de dünya'ya gelir. Süleyman Tarık'ın hafızasında o döneme ait izler, milli mücadelenin Akşehir'e yansıyan yönleriyle ilgilidir.
Eğitim döneminde siyasete ilgi duyan, edebiyat ve sanatla ilgilenen, daha sonra kendini mesleğine veren Mehmet Nazım Bey bilgili, kültürlü, zengin bir kütüphanesi olan ve okuyan; dürüst, ahlaklı, imanlı, milli mücadeleye yaşadığı kasabada en büyük desteği veren bir hakimdir. Tarık Buğra'nın temel karakter yapısı babasından gelmektedir. Hak ve hürriyet aşkını babasından aldığını, çıkarcılıktan tiksinmeyi onun verdiği terbiye sayesinde öğrendiğini söyler. Annesi çok erken yaşta evlenmiş, okuma yazması olmamasına rağmen, tasavvuf kültürünü ve geleneklerini özümsemiş, zengin gönüllü Anadolu kadınlarından biridir. Arkadaşlarıyla toplanır sohbet eder, ilahiler okur, aşka gelir, kendilerinden geçerlermiş. Küçük Tarık, bu meclisleri hayranlıkla, merakla, bir olağanüstülük olduğunu hissederek izler. Tarık Buğra, şahsiyetinin ve dünya görüşünün teşekkülünde, Yunus ve Mevlâna sevgisinin kaynağında annesinin etkisi olduğunu ifade edecektir. Nitekim Nazike Hanımın kendisine öğrettiği duaları unutmadığını, ne zaman bunalsa, ümitsizliğe düşse o duaları okuyacaktır.
Tarık Buğra'nın en büyük şansı, ailesidir. Bu aileyi tanıyanlar, Tarık Buğra'nın eşsiz bir ev ve aileye mensup olduğunu; kullandığı güzel Türkçe'de, karakter ve tutumunda ailesinin önemli tesirleri bulunduğunu, eserlerine yansıdığını belirtirler. Mehmet Nazım Bey'in evinde sevginin, saygının, dostluğun, dürüstlüğün, temizlik ve disiplinin en güzel şekilde yaşadığını ifade ederler. Baba ocağının çevrede hayranlık uyandıracak kadar mesut ve örnek bir yapıya sahip olduğu söylenir. Bu özellikler ailenin genç fertlerine de yansıyacaktır ve küçük Tarık da bundan nasibini alacaktır. Tarık Buğra'nın hayatında ve daha çok da eserlerinde gösterdiği hassasiyet ve özen, mensup olduğu bu aileyi, bilhassa Mehmet Nazım Beyi ve Nazike Hanımı hayal kırıklığına uğratmama kaygısından geldiği söylenebilir.
Tarık Buğra'nın büyük bir yazar olmasını belirleyen özelliklerinden biri, erken başlayan ve süreklilik arzeden okuma tutkusudur. Okumayı okula gitmeden öğrenir, dinlemeyi daha önce. Babası Mehmet Nazım Bey, zaman zaman oğlunun anlayabileceği parçaları seçer ve ona okur. Babasını dikkatle dinler, takip eder. Dikkati dağılmaz. Ablaları ve amcasına yalvarır okumaları için. Harçlığından biriktirdiği parayla kitaplar alır, ablaları okurken, satır satır takip ederek öğrenir okumayı. Okuma sevgisi, ilkokul üçüncü sınıfta bir derginin ödüllü bulmacasını çözüp göndermesiyle başlar. Çekilen kurada birinciliği kazanır. Postadan çıkan paketten Süleyman Tarık'ın hayatını etkileyecek kitaplar dökülür: Çok seçkin çocuk kitapları ve zamanın meşhur Türk romanları. İlkokul son sınıfta Reşat Nuri'nin başlıca romanlarını birkaç defa okumuştur. En fazla tesirinde kaldığı roman ise Dudaktan Kalbe'dir. Erken dönemde okuduğu ve tesirinde kaldığı duygu yüklü romanların etkisiyle Süleyman Tarık, ortaokul sıralarında roman yazmaya kalkışır. Ortaokul ve lise döneminde okumaya devam edecektir. Kitaplarla kurduğu erken bağ ve okuma tutkusu, onun yazma arzusu ve gücünü besleyecektir.
Süleyman Tarık, zeki bir çocuk olmasına rağmen kontrolü zor bir öğrencidir. Ergenlik çağının da etkisiyle yaramazlıklarıyla öğretmenlerini çileden çıkarır, bir öğretmenim sınıfta ağlatır. Üst üste okuldan uzaklaştırma cezaları alır. Bu haylaz öğrencinin bir şansı da iyi öğretmenlerle karşılaşmasıdır. Ortaokulda haylazlıkları had safhadayken, okula yeni Türkçe öğretmeni gelir. Kılık kıyafetiyle ve elinde fotoğraf makinesiyle dikkat çeken bu öğretmen Rıfkı Melul Meriç'tir. Okudukları ders kitabında Rıfkı Melul Bey'in Havuz şiiri de yer almaktadır. Birgün ders esnasında, Tarık dersle ilgisiz, arkadaşlarıyla konuşurken hocasının dikkatini çeker ve Tarık'a oku der, hocası. Tarık sakin bir şekilde kitabını açar, hocasının Havuz şiirini bulur ve okumaya başlar. Güzel okur şiiri. Hocası çok beğenir. Öğrencisiyle ilgilenir; "Sen akıllı bir çocuğa benziyorsun" der, babasını sorup öğrenir. Mehmet Nazım Bey'le tanışır, konuşur ve Tarık'ın okuması için kitaplar verir. Tarık'ın hocası Rıfkı > Melul Bey'le yakınlığı artar ve bu vesileyle tekrar kitaplara döner.
Bir seferinde yine Rıfkı Melul Bey'in dersinde Bahar konulu bir kompozisyon yazacaklardır. Edebiyatı iyi olan Tarık, ısrarları üzerine önce yakın arkadaşlarının kâğıtlarına bir şeyler yazar, vakit dolar, kendi kâğıdına ancak bir cümle yazabilir. Durumun farkında olan hocası kâğıtları toplar, Tarık'ın kâğıdına bakar, "En iyi bu olmuş" der. Rıfkı Melul Bey, Tarık'ı şiir yazmaya teşvik eder, epey de uğraşır. Tarık'a şiiri sevdirir. Şiir kitapları okumasını sağlar ama onu şair yapamaz.
Süleyman Tarık, üniversite tahsili için gideceği İstanbul'da Rıfkı Melul Meriç'le karşılaşacak, onun vasıtasıyla Küllük çevresine girecek, ilişkileri dostluğa dönecektir. Tarık Buğra, Rıfkı Melul Bey'in dünyaya metelik vermeyen halinden etkilendiğini ifade edecektir.
Süleyman Tarık, lise öğrenimine yatılı olarak İstanbul Lisesi'nde başlar. İstanbul'da doğup büyümüş cin gibi çocukların arasında bir taşralı olarak kendini geri bulur ve içine kapanır. Kendisini okumaya verir ve haftada bir kitap bitirir. Kimsenin farkına varmadığı bu sessiz çocuk, edebiyat hocası Hakkı Süha Gezgin'in ilk kompozisyon ödevinde, herkesin dikkatini çeker. Notları okurken Hakkı Süha Bey; "Kim bu Tarık Nazım?" diye sorunca, her-kes taşralı delikanlıyı fark eder. "Aferin güzel yazmışsın, dört buçuk verdim" der. Hakkı Süha Bey, Türkçenin önemini, Süleyman Tarık'ın kafasına âdeta mıhlar. Türkçeyi iyi kullanan bir yazar olmasında hocası Hakkı Süha'nın hakkını hep teslim eder. Yazar olma konusunda etkili olan bir başka hocası da Pertev Naili Boratav'dır.
Tıp ve Hukuk Fakültesi tahsilini, yazarlık sevdası yüzünden yarım bırakan Süleyman Tarık, Edebiyat Fakültesi'ne kaydolur. Hocaları Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Abdülkadir Karahan'dır. Onlarla hoca-talebe olmaktan öteye arkadaş gibidir. O yıl Türkoloji bölümü öğrencileri Zeytin Dalı adlı bir dergi çıkaracaklardır. Mehmet Kaplan, derginin yeni sayısı için Tarık Buğra'ya; "Sen bir hikaye yaz" der. Çok kolay kabul eder ama hiç hikaye yazmamıştır, kendini zorlar. Üç saat sonra Kekik Kokusu adlı hikayeyi bitirir ve hocası Mehmet Kaplan'a verir. Mehmet Kaplan hikayeyi okur ve hükmünü verir; "Sen hikaye yazamazsın." Bu değerlendirme; "Bende deve inadı var" diyen Tarık Buğra'yı hem üzmüş hem de teşvik etmiştir. Aynı günün akşamı; "Türk edebiyatının en güzel hikayesini yazacağım" der ve kısa bir sürede Oğlum adlı hikayesini yazar. Okur, beğenir, gece bir daha okur; "Güzel olmuş" der. Sabahı zor eder ve doğruca hocası Mehmet Kaplan'ı bulur; "Şuna bir bakar mısınız?" der. Kaplan, okur, bir gün önceki sözünü hatırlamış olmalı ki yüz ifadesi değişir; "Çok güzel! İzin verirsen, bunu ben neşrettireyim." der.
Tarık Buğra, Kaplan'ın teklifini kabul etmez, hikayesini Cumhuriyet gazetesinin açtığı hikaye yarışmasına gönderir. Aradan bir hafta geçmeden, kendisini gazeteye davet eden bir mektup alır. Gazeteye gider, hikayesinin 1000 liralık büyük ödüle layık görüldüğünü ve yakında gazetede yayınlanacağım öğrenir, hatta bir de iş teklifi alır. Ama daha sonra ikinci ilan edilerek ödül konusunda hayal kırıklığı yaşayacak olan Tarık Buğra'nın edebiyat dünyasındaki yıldızı bu hikayeyle parlamaya başlar.
Tarık Buğra, büyük bir yazardır. Çünkü o; "Soylu bir edebiyatçı olmanın ilk ve bırakılamaz şartı bağımsız bir kafaya sahip olabilmektir; yani olaylara, meselelere ve insanlara, insan ilişkilerine peşin yargılara saplanmadan, objektif olarak bakabilmektir. Kişiliğine saygı duyan, onurlu okuyucu için de böyledir bu." diye düşünür: "Böyle bir tutumun inanç ve çıkar gruplarının ağır bastığı bir ortamda insana, özellikle de yazarlara düşman kazandırması önlenemez. Dürüstlüğün ve saf düşüncenin bedelidir bu. Ödemeyi göze almalıyız."
Yaşadığın dönemde ve ortamda, eğer ilkelerin, ahlaki değerlerin varsa, olayları ve insan ilişkilerini tahlil ederken bir ideolojiye göre hareket etmiyorsan, düşman kazanman alınyazısı gibi bir şeydir: "Yazarlığım buna göre biçimlendi ve buna göre sürdü. Buna göre de sürecek." diyen Tarık Buğra devam eder: "Bu yol, bu tutum, bu ilke bana dostlukların en sağlamlarını, sevgilerin en arınmışlarını da kazandırdı... Ben artık en iyi dost kazanma sanatının, düşman kazanma sanatını öğrenmek ve uygulamak olduğuna inanıyorum. Belki zor, belki çetin ve acılarla yüklü bir yol; ama gerçek dostluklar edinmenin ve onlara layık olmanın güzel yolu!... Deneyin, değer."
Ben kendisiyle değil ama kitapları vasıtasıyla tanıştığım ve doğru bulduğum düşünceleriyle dostluğumu sürdürüyorum hep. 26 Şubat 1994'te vefat eden Tarık Buğra'yı rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Faydalanılan Eserler:
Tarık Buğra, Düşman Kazanmak Sanatı, Dil ve Edebiyat Üzerine Yazılar, Ötüken Yayınları.
Tarık Buğra, Dış Politika, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Beşir Ayvazoğlu, Tarık Buğra - Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Mehmet Tekin, Tarık Buğra - Söyleşiler, Çizgi Kitabevi, Konya 2004.
Hüseyin Tuncer, Tarık Buğra, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Türk Büyükleri Dizisi, Ankara 1988.
Tarık Buğra'nın Hikayeleri Üzerine Bir İnceleme, MEB Yayınları, Öğretmen KitaplarıDizisi, Ankara 1988.
[Alıntı bilgisi: Hece aylık edebiyat dergisi, sayı: 135, Ankara: Mart 2008, s. 49-53]
Tarık Buğra'yı üniversite öğrencisiyken tanıdım. İdeolojilerin gençliğe hakim olmaya başladığı 1960'lı yılların sonlarında.
Tarık BUĞRA'nın çok güzel eserleri arasında öne çıkmamış olsa da "AYAKTA DURMAK İSTİYORUM" eserini çok çok seviyorum ve bu baskılı ortamlarda güncel olduğuna/tekrar basılması gerektiğine gönülden inanıyorum.
Saygılarımla
Şair-Yazar : Ahmet Ünal ÇAM