« Anasayfa | Künye | Arşiv 6 Mayıs 2024, Pazartesi
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Kırkpâre ]

Gurbet / Ümit Fehmi Sorgunlu

16.10.2004 - 11:30

Ayşe Gelin, bütün işlerini bitirdikten sonra süpürgesini bir kenara bırakıp eve doğru yürüdü. Taze yüzünde incecik bir ter, adımlarında bezginlik ve yorgunluk vardı. Bahçenin içinde yapayalnızdı. Hafif hafif esen rüzgar üşütücüydü. Önceden planlanmış bir kararın rahatlığı ile kendi odasına doğru seğirtti. Yan odadan kaynanasının sesi geliyordu. Aldırmadı. Yavaşça kapıyı açıp, odasından içeri girdi. Karyolasının yanı başında yatan küçük oğlu Mahmut'a baktı sessizce. Hiçbir şeyden habersiz uyuyordu. Üç gündür ne kendisi uyumuş ne de annesini uyutmuştu. Ateşler içinde yanmıştı yavrucak. Kayınbabasının götürdüğü sağlık ocağında kızamık geçirdiğini söylemişlerdi. Kendisi de bu üç gün boyunca onunla birlikte ağlamış, onunla birlikte ateşler içinde kavrulmuştu. Bütün bunları askerdeki kocasına yazamazdı. Ona yazıp bildirmesi demek, onu yeni düşüncelere sevk edeceği gibi, gurbetin daha bir çekilmez olmasını sağlardı. Oysa ki bulunduğu mevki en ufak bir düşünce ve dalgınlığı affedecek bir yer değildi. Mektuplarında sık sık, "Burada bir savaş var. Zap suyunun delicesine akışına eş değerde bir savaş. Ve ben bu savaşın ön cephelerinden birindeyim." diye bahsederdi. Aklının almadığı bir bocalayışla yüz hatları gerildi, dudakları büzüldü. Aynı ülkenin insanları arasında yapılan ayırım ve dökülen kana bir türlü anlam veremiyordu. İşte bütün bu olumsuz şartları düşünerek, ona hiçbir şeyden bahsedemiyor, bütün acılarını ve hasret duygularını yüreğine gömüyordu. Hayırlısıyla şu askerlik bir bitsin diyordu kendi kendine. Bir bitsin, bak o zaman neler yapacaktı. Mehmet'i koluna takacak, onu çekemeyenlere inat, köyde salına salına gezecek, hatta Mahmut'a bir kardeş bile doğuracaktı.

Yavaşça pencerenin kenarına oturdu. Eline işini alıp örmeye başladı. Oğluna iç fanilası yapıyordu. Üşütüp hasta olmasından korkuyordu. Onun için de bir an evvel bitirip giydirmek niyetindeydi. Elindeki iş bittikten sonra, Mehmet'e de bir şeyler başlamayı düşünüyordu. Ne yapacağına henüz karar verememişti, ama o gelmeden mutlaka bitirmeliydi.

Mahmut'un ağıt sesini duyunca, elindeki işi bırakıp yanına koştu. Çocuk annesini görünce sustu. Eğilip yanaklarından öptü Mahmut'u.

- Ah yavrum, dedi. Yavrum uyanmış da, güllere boyanmış.

Parmaklarıyla Mahmut'un burnuna ve çenesine dokundu.

- Anasının kuzusu, ah bir taneciğim, gıdı gıdı.

Gülerek, çocukla şakalaşır gibi konuşmasını sürdürdü.

- Hasta mı oldu benim oğlum? Ah canım benim. Sevsinler seni.

Çocuk tekrar cızırdamaya başlayınca, koltuk altlarından kavrayarak kucağına aldı.

- Gel oğlum benim, gel bir tanem.

Kolunda sallayıp pışpışlayarak yerine oturdu. Eline bir iki oyuncak verdi. Çocuğun neşesi yerine gelmişti. Kendi kendine sesler çıkarıp konuşarak oynamaya başladı. Mehmet şimdi burada olsaydı, oğlunu kucağına alır, saatlerce severdi. Kocasını hatırlayınca, radyoyu açmak aklına düştü. Düğmeyi çevirip radyoyu açtı. Haber saatine az bir zaman kalmıştı. Her gün böyle yapardı. Odasına kapanır, saatlerce yalnız kalıp düşünür, radyo haberlerini takip ederdi. Bu saatler boyunca ruhunu saran gizli bir hüznü kimseye açamaz, hiçbir şeyle gideremezdi. Aylardır beynini bir kurt gibi kemiren, kendi kendine telâffuz etmekten dahi korktuğu yersiz düşünceler onu bir an bile rahat bırakmazdı. Ya Mehmet şehit olursa?.. İşte bu düşünce Her gün yüreğine bir hançer gibi saplanır, ufkunu karartır, uykularına bir kâbus gibi girer, bütün günlerinin berbat geçmesini sağlardı. Mehmet'in yazdığı özlem dolu mektupların da etkisiyle daha bir duygulanır, köşelere çekilip sürekli yalnızlığı arar, erken bir yasa bürünürdü. Ya korkuları gerçekleşir de yeniden üvey babasının yanına dönmek zorunda kalırsa ne yapardı? Yıkılmış, sönük umutlarıyla çıktığı cehenneme geri dönmek istemiyordu. Çünkü geçmiş günlerin anısında, hiçbir mutlu yansıma, hiçbir parıltı yoktu. Ta çocukluk günlerinden beri yoksul bir ailenin muzdarip, sevgiye muhtaç bir kızı olarak çok şeylerin yokluğunu, sıkıntısını ve özlemini duyarak büyümüştü. Babasını çok erken yaşta kaybetmenin getirdiği iç burukluğu ve maddi yetersizlik yüzünden arkadaşlarının arasında devamlı soğuk kuyu lastiği ile boynu bükük ve mahzun gezerdi. Bir bayram arefesinde, annesi ona ayakkabı aldığı zaman öylesine sevinmişti ki, küçücük dünyası bir anda aydınlanmıştı. O gün, yaşadıkları iki odalı, tavan tahtaları yer yer çürümüş, dışı sıvasız evlerine daha bir mutlu, bayramları daha bir severek girmişti. O akşam yeni ayakkabılarını okşamış, onlarla birlikte yatmıştı. Artık yokluğun acısı ve utancı içinde, arkadaşları arasında itilmiş, suskun ve yalnız kalmayacaktı. O bayram ilk defa başkalarında olanı kıskanmadan, akrabalarını ve komşularını bir kuş hafifliği ile gezmiş, arkadaşları ile doyasıya oynamıştı. Bu ufacık şeylerden mutlu oluşu, annesi üvey babasıyla evlenene kadar sürmüştü. Üvey babası denen adam hayatlarına bir karabasan gibi girdikten sonra bütün dünyası değişmiş, onun yanında daima itilen, hor görülen ve dışlanan biri olarak yaşamış, ruhunda onarılmaz yaralar açılmış, içine kapanık, duygusal bir kız olmuştu. İşte o yüzdendir ki, Mehmet'le evlenirken yüreğinin en kuytu köşesine sinen sevinci gözlerine vurmuş, "Hem ağlarım, hem giderim" geleneğini bozmuş, "güle oynaya giderim" dercesine evinden neşeyle çıkmıştı. Onu o hayattan çekip alan, mutluluğu ve huzuru tattıran Mehmet'e delicesine bağlanmış, kayınbabasını öz baba bilmişti.

Kayınbabasını hatırlamak içini biraz olsun rahatlattı. Ayşe'yi, ölen kızı yerine koyup seven kayınbabasının onu geri göndermesi mümkün değildi. Radyonun cızırtılı, güç işitilen sesini iyice duyabilmek için radyodan yana eğildi.

- Mehmet'in ölü haberini mi bekliyorsun gelin?

Birden etine iğne batırılmış gibi sıçradı.

Kaynanası içeri ne zaman girmiş farkında bile değildi. Sağ eliyle kulağını çekip duvara vurdu.

- Allah göstermesin ana.

Sesi yılgın ve tedirgindi.

- Öyleyse bu nedir? Sabah akşam radyo dinlersin.

Suç üstü yakalanmışlığın mahcupluğu ile beyaz yüzü bir anda kızardı. Söyleyecek kelime bulamadı. Bir suçlu gibi başını önüne eğdi.

Fadime Kadın gelinini daha fazla mahcup etmemek için sesini çıkarmadı. Gözlerini Ayşe'den kaçırarak bakışlarını duvardan yana çevirdi. Duvarda oğlunun resmi asılıydı. Çatlamış, buruşuk esmer yüzü bir anda gerildi. Elemle titreşen, buğulu gözlerine belli belirsiz bir ıslaklık yayıldı. Oğlunun resmine bakarken, bir anda zaman kayıp gitti. Mehmet, küçükken haşarı ve yaramaz bir çocuktu. Kendi bahçelerindeki ağaçlar meyveyle dolup taşarken, o gider sırf muziplik olsun diye köyün diğer bahçelerindeki ağaçları taşlardı. Komşuların şikayete gelmelerinden usanmışlardı artık. Döverler, kötü söylerler almazdı. Ne yapsalar nafileydi. Hiçbir şey kafasına koyduğundan geri durduramazdı onu. Büyüyüp serpildikçe, o haşarılığı kaybolmuş, yerine oturaklı, ne yaptığını bilen, bütün köydeki kızların hayranlığını toplayan bir delikanlı gelmişti.

Fadime Kadın, başını hafifçe sağa sola salladı. Onun da yüreğini yalaz alevler dağlıyordu. Ama korkularını ve endişelerini kocasıyla gelininden saklayarak acılarını içine gömüyor, gurbet ateşini yüreğindeki rahmet dalgalarında söndürmeye çalışıyordu. Kocası, Mehmet askere gideli bir tuhaf olmuş, sanki daha önce bütün işleri oğlu yaparmış gibi, "Ah şimdi Mehmet'im olsaydı bana hiç iş bırakmazdı" diye devamlı söylenen, yalnızlığı arayan, uzaklara bakıp bakıp dalan, melankolik bir adam olmuştu. Gelinin durumu tümden berbattı. Her gün odasına çekilir, saatlerce yalnız kalır, için için ağlardı. Eğer oda kendini bıraksa ev büsbütün pisikiyatri kliniğine dönecekti. Bütün bu endişe ve kaygıları, Mehmet'in bulunduğu mevkiinin zorluğundan kaynaklanıyordu. "Acaba o bölgede görev yapan bütün askerlerin ana babaları da bizler gibi merak içinde yanarlar mı ki?" diye düşündü.

Hafifçe gülümsedi. Bu gülüş, çatlak dudaklarına zoraki bir şekilde yapıştırılan tebessüm çizgileri gibi iğreti duruyordu.

- Ah benim güzel gelinim. Neden kendini tasaya sokarsın? Bilmez misin ki Allah'ın dediği olur. Senin kocansa, benim de cancağızım, ciğerparem, bir tek evladım. Hadi, torunumu, can balamı al da içeri gel.

Ayşe Gelin'in yüzüne neşeli, canlı bir pembelik yayıldı. Yüzündeki hüzün kaybolup, duruşundaki mahzunluk dağıldı. Dudaklarını hemencecik bir tebessüm kapladı. Gülerek:

- Geliyorum anneciğim, dedi.

Kaynanasını da kendi annesiyle eşdeğer tutuyordu. Biraz evvelki tasa ve kaygılarını unutup aslında şanslı bir gelin olduğuna hükmederek kucağında oğluyla birlikte kaynanasının peşinden yürüdü.

Ayşe Gelin, bütün işlerini bitirdikten sonra süpürgesini bir kenara bırakıp eve doğru yürüdü. Taze yüzünde incecik bir ter, adımlarında bezginlik ve yorgunluk vardı.  
EkstraTümü »

» Kaypak Yorgunluk / Mehmet Uğurlu
» Ne Mürid İsterim Ne De Mürşid (Üç Kitap, Üç Figür: Mevlana, Şems ve Kimya Hatun) / Mevlüt Uyanık
» Otuz İki Kısım Tekmili Birden İlhan Berk / Sıddık Akbayır
» "Renga" Üzerine / Nurullah Turan
» Tolstoy'un Ölüme Yolculuğu / Ferhat Uludere
Edebiyat DergilerindenTümü »

» Düşman Kazanma Sanatını Bilen İnsan / Sami Güçlü
» Hamdolsun Teşrifatçı Değilim / Hüseyin Akın
» Babam Gelmiş Babam Gitmiş Türkiye Varmış Türkiye Yokmuş / Osman Özbahçe
» Epik ve Dramatik Şiir Hakkında / Goethe-Schiller
» Evden Bozma Bir Pansiyon / Hayriye Ünal
YarışmalarTümü »

» Öğretmenler Duysun Öğrenciler Katılsın
» Alvarlı Efe'de İlâhi Aşk Konulu Yarışma
» Ceyhun Atuf Kansu Ödülü Başvuruları Başladı
» Cemal Süreya Ödülü'ne Başvurular Devam Ediyor
» Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!