« Anasayfa | Künye | Arşiv 25 Nisan 2024, Perşembe
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Kırkpâre ]

Bir Göç(üş)ün Hikâyesi / Ali Suca

27.11.2004 - 18:24

Bir kanser gibi girmişti babamın beynine İstanbul fikri. Orada tüccar çoktu, iş çoktu, para çoktu. Duyduğum ilk an sivri bir buz parçası çatıdan beynime girmişti sanki. Arkadaşlarımı, akrabalarımı, umutlarımı birakacaktım burada. Sesimi soluğumu kalbine emanet ettiğim bu şehirden taşınacaktık. Hande taşınmıştı, taşımıştı dertlerini, o çocuksu bakışlarını bu korkular şehrine. Ben daha ilk ölümü o zaman görmüştüm. Acının daha uğramadığı, yenilginin adresini bile bilmediği o saf yüzüm ilk kez ağlıyordu. Ağlamanın verdiği o hazzı daha yeni tadıyordu. Bir mızrak saplanmıştı beynime. Acının elbiselerini astığı bu mızrak bu acının beynime yerleşeceğini fısıldıyordu bana. Çocuktum, ne olduğunu daha anlayamamıştım; ama ruhu vardı çocukların da. Ben o anda fark etmiştim bunu. Filmlerde görmüştüm İstanbul'u, orada kötü insanlar vardı. Gerçek olmadığını bile bile beddua ediyordu annem onlara. Bense mahallemizin sıcacık sokaklarına akmak için fırsat kolluyordum. Bu sokaklar benim yatağımdı, cennetimdi. Hayat buralarda yaşanırdı benim dünyamda. Artık o sokaklar yok, o hayaller yok, o kirlenmemiş arkadaşlar...

Özgürlüğümün daha az kısıtlandığı, bana sadece kendimin yön verdiği günler geride kaldı artık. Şimdi kalbimde deprem olmuş gibiyim. Beklentilerim yer altına gömüldü. Acıya alıştırdı hayat beni.

Geceydi, bir güneş doğuşu zamanım kalmıştı kopmama, koparılmama. Ertesi gün yola çıkacaktık. O gün akrabaları ve arkadaşları görmüştüm. Dedeciğimin yüzündeki güven veren kırışıklıklar bir günde artmıştı sanki. Hayattaki tek oğlu da ayrılıyordu yanından. Babamla vedalaştıktan sonra gördüm onu. Dolabından şeker çaldığım, gül reçeli kokan mutfağında çocuk gibi ağlıyordu. Gizlice izledim onu. "Evim yıkıldı, ocağım söndü." diyordu. Ne demekti acaba "ocağım söndü"? Şimdi çok iyi anlıyorum onu. Hayatını para için, geçinebilmek için mahvetmemişti o. Çocuklarıyla, annesiyle, babasıyla birlikte şölen tadında yaşamıştı çünkü. Ölümünü hiç unutamıyorum. Biz ordan ayrıldıktan kısa bir süre sonra ölmüştü. Sadece babam gitmişti köye. Ben gidememiştim. Sakalıyla oynadığım günlerdeki halini bir kere görebilmek için bu kambur, marazi hayatımı feda ederim şimdi.

Eşyalarımızı yüklemiştik arabaya, artık taşınma zamanıydı. Etrafıma bakıyordum deli gibi. Doyamıyordum buna. Sanki bahçedeki armut ağacı bana sesleniyordu. Elma ağacı dökmeye başlamıştı ciğerlerini. Son diktiğim erik fidanı öksüz bir çocuk bakışı attı bana. Hıçkırarak dökmeye başladım kor gibi sıcak gözyaşımı. Araba hareket ediyordu. Her metre benden biraz daha can alıyordu. Mahalleden çikişimiz, ruhun bedenden çikişindan farksizdi.

Babam belli etmemeğe çalışıyordu; ama direksiyonu tutacak gücü zor buluyordu kendinde. Benim için ölüm yolculuğu başlamıştı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir yolculuktan sonra gelmiştik İstanbul'a. Sabahtı sözde; ama ortalık sisten görünmüyordu. İstanbul daha ilk saniyeden bize kızgınlığını kusmuştu. Bu kadar insanı taşıyamadığı için yeni gelenler onu acıtıyordu sanki. Yerleştik sonra bir apartman kafesine. Tarhananın tadı değişti önce, ardından tüm yemeklerin. Aradan sadece bir iki hafta geçmişti; ama ben yaşlanmıştım. Buraların mahallesi sadece adındaydı. Mahalle yoktu aslında, çocuk bile yoktu sanki. Babam bir iş kurmuş çalışıyordu. Burada herkes çalışıyordu. Para kazanmayana insan gözüyle bakılmazdı. Konfeksiyon atölyelerinde

umutları eskiyordu genç kızların, yaman delikanlıların. Bu şehir çok farklıydı. Suyu içilmiyordu mesela. Buna çok şaşırmıştım önceleri. Sonra anlamıştım ki kimse fark etmese de İstanbul umut ve cesaret kanıyla besleniyormuş. Bu şehre beklentilerini getirenler geriye sadece para götürebiliyormuş.

Okul kaydımı da getirmiştim İstanbul'a. Burada yeni bir okulum olmuştu. Yeni öğretmenlerim... Ama ben okulu sevmiyordum. İçimden bir ses bana öğrendiğim her teknik bilgiyle kendimden biraz daha uzaklaştığımı söylüyordu. Hem öğretmenlerimin bana sürekli emir vererek bütün öğrencileri aynı kalıba sokmaya çalışmalarına da dayanamıyordum. Şimdi düşünüyorum da o insanlar

benim beynimi sonsuz enerjiyle değil de gündelik, değersiz bilgilerle doldurmuş.

Her gün yeniden yarın oluyordu ve ben bundan sıkılmıştım. Plan program bana göre değildi. Yarın stresi dünü ve bugünü unutturuyordu bize. İnsanlar sanki hayatın sonunda bir bitiş çizgisi varmış gibi yaşıyordu. Toplum kuralları vardı onların. Bu prangalar benim yaşamama izin vermiyordu. Koparılmıştım ben yaşamdan.

Soyulmuştu ruhumun derisi.

Ama artık hiçbir önemi yok; bu benim son yarınım. Birazdan uyuyacağım ve ruhumun özgürlüğüne kavuşmasını seyredeceğim. Üşümeye başladım bile.

Bir kanser gibi girmişti babamın beynine İstanbul fikri. Orada tüccar çoktu, iş çoktu, para çoktu.  
MetinlerTümü »
» İkiz Yörünge Üstü Bir Cambazın Tek Seferlik Dansı / Mehmet Uğraş
» Durak / Suat Alan
» Meydan ve Kahvehane / Necip Mahfuz'dan Çeviren: Yusuf Sami Samancı
» Mutluluk Hastalığı / Necip Mahfuz'dan Çeviren: Murat Göçer
» Fazilet Mükâfâtı / Reşat Nuri Güntekin (Çevrimyazı: Elif Hafsa)
Tekrar YayınTümü »

» Simetrim Kalkıyor Breh / Vural Kaya
» Edebiyat Ödüllerinin Günahı ve Sevabı / Refik Durbaş
» Yüzdeki Tırnak İzleri ve Pamuk Terörü / Kaan Arslanoğlu
» Sözleşme-II / Seyhan Arslan
» Meczubun Kefaret Bandoları / Vural Kaya
e-sohbetTümü »

» Rasim Özdenören: "Herkes Yaptığı İşin Hakkını Vermeli" / Söyleşi: İslam Doğan - Ahmet Biçer - Mehmet Emre Küçüktürkmen
» Cihan Aktaş: "Müslümanlar Sağcılıktan Ayrışmaya Devam Ediyor" / Röportaj: Nurullah Turan
» Turan Koç: "Düşünce Varlıkla Buluştuğu Yerde Şiirleşir" / Röportaj: A. Ömer Yavuz - M. Derviş Dereli
» Halit Esendir: "Siyaset ve Eğitimle Uğraşan, Gündemi Takip Eden Herkesi İlgilendiren Bir Eser" / Röp: Yüsra Mesude
» Mustafa Özçelik: "Nasreddin Hoca'yı Mevlana ve Yunus Emre'den ayırmak mümkün değil" / Röportaj: Yüsra Mesude

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!