Hazır Picasso İstanbul'a gelmişken, vakti zamanında hazreti nasıl tanıdığımızı, tartıştığımızı da araştıralım dedik. Türk aydınının şu soruya verdiği yanıt, her dönem ikili bir karakter taşımıştır: Picasso'dan yana mısın, karşı mısın?
İşin ayrıntılarına girmeden, Picasso ve onunla bütünleşen kübizmin, bir dönem asriliğin ya da yenilikçi modaların simgesi olduğunu da hatırlatalım. Bu durumun değişik görünümlerle karşımıza çıkan ilginç bir tarihi vardır. Batı'ya öykünmenin alaya alındığı dönemlerde, yenilikçi giyinenler önce "tango," ardından da "bobstil" olarak adlandırıldılar. Kübizm, kübiklik de bir yanıyla böyleydi; öykünülen ya da alay edilen bir moda olarak görülüyordu. Fikret Adil, D Grubunun tarihini anlatırken, 1930'lu yılların başlarında Türkiye'de "kübizm " in durumunu şöyle aktarır:
O esnada ortalığa ilk kübik salgını yayılmıştı. Anlayan, anlamayan her gördüğüne kübik diyor, bu sıfatı bazan takdir, ekseriya da tezyif için kullanıyordu. Takdir için kullananlar yenilik taraftan, tezyif için kullananlar kendilerini hakiki (!) ve klasik sanat mensubu telakki ediyorlardı. Madam Pegof adında kurnaz bir Beyaz Rus bir mobilye mağazası açmış, yeni zenginlerimizin evlerini kübik eşyalarla ve vatandaşları muhacirlere iş bulmak maksadiyle onlara yaptırttığı birtakım hendesi şekillerde badanadan panolarla süslüyordu. —El'an birçok apartman medhallerinde bu devirden kalma duvar resimleri görürüz.- Moda o kadar alıp yürümüştü ki, Çallı ibrahim bile Madam Pegof' a, adeti 90 liraya koltuklar ısmarlamıştı ve bir gün derisinin köşesi kalkıp da altından gaz sandığı çıktığını görünce meseleyi anlamıştı amma, iş işten geçmişti.
D Grubu ve kübizm Türkiye'de sergilere ilk kübik eserleri sokan D Grubuydu. D Grubunun üyesi olup, sonradan Picasso ile çalışacak Abidin Dino da o günleri şöyle anlatır:
Bizler (...) Fikret Adil'in arkadaşı birtakım toy ressamlardık. Birbirlerimizden bambaşka, ayrı ayrı kişiler, kişilikler, ama yenilikten yana altı grup üyesinin dördü Avrupa'dan, yani Paris'ten yeni dönmüş burslu sanatçılardık. Üçü (Berk, İzer, Tollu) kübist ertesi (post-cubiste) atölyelerde çalışmışlardı. Kübist ertesi diyorum, çünkü bilindiği gibi kübizmin yaratıcı dönemi 1906 ile 1913 arasında yer alır.
Abidin Dino devamla, kübizmin ikinci kuşak uygulamacılarını da anlattıktan sonra sözü bizdeki kübist modalara getiriyor. Fikret Adil'in söz ettiği (sözde) kübist Beyaz Rus mobilyacıyı o da hatırlıyor. Başka örnekler de veriyor:
Muhallebici dükkânlarının duvarlarında kübist süslere rastlamak mümkündü, bir çeşit halk kübizmiydi bu... Eski Akbaba koleksiyonlarına bakın, kübist sözcüğü ile, modası ile alay eden karikatürler yayımlanmıştır kuşkusuz.
D Grubunun sergileri her zaman kübizm ve Picasso konularında tartışmalara zemin hazırlamıştır. 1938 yılı sonlarında bir D Grubu Sergisi sırasında Naci Sadullah, yazısında alay etmek için "kübik sergi" ifadesini kullanır. Bunun üzerine Asaf Halet Çelebi Vakit gazetesinde şunları yazar:
Bir zamanlar bilmem hatırlar mısınız, bir "tango" kelimesi moda olmuştu. Aşağı yukarı harp senelerinin [I. Dünya Savaşı kastediliyor] mahsulü olan bu kelime çok sürmeden unutuldu ve mefhumunu tamamen kaybetti. "Tango"; yeni, şık, modern, Avrupai ilâh... manasına gelen, istihzalı bir kelime idi. Son zamanlarda, fakat daha ziyade münevver taslakları arasında "kübik" kelimesi zuhur etti. Anlamadıkları iyi veya fena her harekete, her sanat eserine, her yeniliğe bu damgayı kolayca vuruyor ve büyük bir vecize yumurtlamış gibi böbürleniyorlar. "Kübik" bunların arasında klasizmanın muayyen ifade ve kalıplarından çıkmış her esere kolayca ve düşünmeden savrulan bir tezyif kelimesi oldu. {Vakit Cumartesi İlave¬i, 28 Ocak 1939)
Peyami Safa da D Grubu dolayısıyla bir yazısında kübik resmi "çarpık" olarak tanımlıyor ve (1939) şu yorumları yapıyordu:
Avrupa'da çarpık resim, istikrarsız bir devrin ve bir inanma sıkıntısının mahsulüydü. Bir de, kanun maddesi haline gelen kaideleri parçalaması lâzımdı. D Grubu da bu büyük zaruretten doğdu. Çarpık resim gülüncün değil, acayibin karikatürüdür.
Picasso bir muamma mıdır? Picasso ve kübizm aslında aydın çevreler için oldukça tanınan olgulardı. Abidin Dino, edebiyatımıza kübist sözcüğünün oldukça erken, 1928 yılında Nâzım Hikmet'in bir şiiriyle girdiğini söyler ve o dizeleri aktarır:
Dilerim ki, Kübist bir ressama fırça olsun kemikleri Leonardo da Vinci'nin.
Fikret Adil'in 1930'ların başında çıkardığı Artist dergisi de, hem verdiği resim örnekleriyle hem de yazılarla kübizmin kamuoyunca tanınmasına yardımcı olmuştur. Derginin 1 Ekim 1931 tarihli 3. sayısında, Nurullah Cemal'in imzasını taşıyan, "Kübizm" başlıklı bir yazı göze çarpar. Yazı özellikle Picasso'yu ele alır, kübizmin "Picasso için bir zekâ temrini" olduğunu belirttikten sonra şöyle devam eder:
Herhalde kurnaz İspanyol, icadının bir mektep derecesine yükseltilerek, bütün dünyaya ve senelerce hâkim olacağını, sanata adeta yeni bir direktif vereceğini tahmin etmedi.
1938 yılında Güzel Sanadar Akademisi tarafından Adolphe Basler ve Charles Kunsder'in Fransa'da Müstakil Resim adlı kitabı iki cilt olarak yayınlanır. Kitap, Ahmet Muhip Dıranas ve Cahit Sıtkı Tarancı tarafından çevrilmiştir. Kurun gazetesi hafta sonu ekinde, kitabın ikinci cildinden geniş bir alıntı yapar: "Picasso ve Kübizm"... Aynı günlerde Sabahattin Eyuboğlu da bir gazete yazısında şöyle demektedir:
Modern resimleri anlaşılmaz birer şekil dünyası, birer muamma olarak görenler bu resimlere eski resim telakkisi ile, yani tasvir ve mana arayarak bakanlardır. Bu resimlere, bir camie bakar gibi bakmağa alışmalıyız.
Kısa bir süre sonra, gittiği bir hat sergisinden sonra kaleme aldığı başka bir yazıda da, "Picasso'nun resimdeki bazı cür'etkâr arabesk tecrübeler ile eski Türk yazı sanatının mimarisi arasında şayanı hayret bir akrabalık görülmektedir," diye buyurur ve ekler:
Kamil Akdik'in "okunmadan evvel sihirleyen" yazıları bana Picasso'nun "anlaşılmadan evvel sinirleyen" resimlerini daha iyi anlattı. (...) Modern resmin istikametini benimsemekte Türk ressamlarının niçin hiç zahmet çekmediklerini bu akrabalık çok iyi izah ediyor.
Aile Picasso'ya karşı! Belli bir çevre içinde Picasso ve kübizm tartışılır, mizah dergilerinde kübik tablolar mizah konusu olarak ele alınırken, nedendir bilinmez, 1947 yılında Aile dergisi Picasso karşıtı bir kampanya başlatır. Bu kampanyanın ayrıntılarına geçmeden, Aile dergisini tanıyalım, ilk sayısı 1947 ilkbaharında yayınlanan dergi, bir anlamda Yapı Kredi Bankasının promosyonu olarak düşünülmüştü. Bankanın "İkramiyeli Aile Cüzdanı" sahipleri, banka gişelerinde cüzdanlarını göstermek suretiyle dergiyi yarı yarıya ucuz (25 kuruştan) alabilmekteydiler. Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden kişi Vedat Nedim Tör'dü. Yani bankanın kültür ve sanat işlerini yürüten insan. Adından da anlaşılacağı gibi, Aile dergisinde ailevi yazılar önemli bir yer tutmaktaydı. Karı koca sorunları, okula giden çocuklar, çok yaşamanın sırları gibi konular sık sık ele alınırdı. Öte yandan, iyi telifler karşılığında, birçok önemli yazar yeni hikâye ve şiirlerini burada yayınlardı. Yahya Kemal Beyatlı, Refik Halid Karay, Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Cahit Sıtkı Tarancı, Bedri Rahmi Eyuboğlu ve Ahmet Hamdi Tanpınar ilk göze çarpan isimler. Belirtmeden geçmeyelim, Mesut Cemil Tel'in bir türlü kitaplaşamamış kedi hikâyeleri de bu dergide yayınlanmıştır.
Derginin yayınlanışının hemen ardından, ikinci sayısında (yaz 1947), "Picasso Sanatı" başlığıyla hazırlanan bölüm, şu satırlarla konuya girer:
Picasso iki büyük cihan harbi arasındaki sosyal hercümerçle beraber ortaya çıkan sanat cereyanlarının en tipik mümessilidir. Aradan tam çeyrek asırlık bir zaman geçtiği halde onun eserlerini bugün de hayranlıkla seyredenler bulunduğu gibi, onların karşısında ürperenler de vardır. Biz sorduğumuz iki sualle bazı münevverlerimizin bu resimler hakkındaki düşüncelerini tesbit etmek istedik.
Belirtildiği gibi, yazının başına Picasso'nun iki resmi yerleştirilmişti ve altlarında da "iki soru" yer alıyordu:
1. Bu resimlere bakarken bedii bir zevk ve heyecan duyuyor musunuz? 2. Bu resimler nasıl bir sosyal veya psikolojik şartların mahsulü olabilir?
Görüşü alınan on bir kişinin yedisi ilk soruya olumsuz yanıt veriyor (Halide Edip Adıvar, Necmeddin Sadak, Refik Halid Karay, Vedat Nedim Tör, I. Galip Arcan, Edip Hakkı ve Selma Emiroğlu), ikisi zevk aldığını belirtiyor (Prof. Bossert ve Bedri Rahmi Eyuboğlu), diğer ikisi ise olumsuz olmayan ama farklı cevaplar veriyordu (Mustafa Sekip Tunç ve Vâlâ Nurettin).
Halide Edip "bilhassa insan resimleri insandan başka her şeye benziyor," Refik Halid Karay "bu resimler deliliktir ve maalesef tam delilik değildir," diye buyururlar. Ressam Edip Hakkı ise, "bu eserler asla gelecek nesillere kalamıyacaktır," kehanetini savurur. Anketi bizzat düzenlediği konusunda derin şüpheler taşıdığımız Vedat Nedim Tör ise bu resimlerden "tiksinti" duyduğunu söyledikten sonra "Picasso nevinden sanatkârlar, zamanın alelâcayipliğini sadist bir şekilde sömürüyorlar, bunlar bence sanatın karaborsacılarıdır," diye ekler.
Picasso'nun hakkını veren iki isimden biri Bedri Rahmi Eyuboğlu'dur ve daha önce Sabahattin Eyuboğlu'nun da kaleme aldığı düşünceleri savunur:
Tezyini eserleri yaşatan ne ise bunları da o yaşatacaktır.
Öte yandan kampanya ile hemen aynı günlerde, İstanbul'dan Paris'teki ağabeyi Sabahattin'e yazdığı mektupta, bu düşüncelerini daha da açar:
Son haftaların dedikodusu: Picasso'yu aforoz etmişler! Hitler de Picasso'nun ağabeylerini aforoz etmişti. Picasso'yu bu aforoz edenler, bir zahmet edip de ayaklarının altındaki kilime, yemek yedikleri tabağın nakışlarına bir göz atsalar böyle bir halt işlemezlerdi. Picasso'yu aforoz edecekleri yerde onu dokusunlar, onu tabakta, testide, toprakta pişirsinler, çoğaltsınlar. Güzel ayarlanmış iki rengin, iki lekenin Picasso'su, Matisse'i, kilimi, halısı olur mu? Biçimine kavuşmuş her şey, herkesin malıdır.
Kardeş mektupları Bedri Rahmi Eyuboğlu da hemen kaleme sarılır, karalama kampanyasının hemen ardından Varlık dergisinde görüşlerini açıklar. "Paris Mektupları" başlıklı bu yazılarda, başta Picasso olmak üzere "bir zamanlar acaip görünen, ciddiye alınamayan ressamların" artık kartpostal, duvar, halı gibi yerlerde karşımıza çıktığını söyledikten sonra ekler:
Şüphesiz burada da hâlâ yeni resme karşı koyan eski zaman artığı kafalar bize yeni güzellikler, yeni çizgiler bulmak için bütün hayatlarını harcamış, göz ve can nuru dökmüş canım insanlara taş atan budalalar, kıskançlar, ukalâlar var.
Ardından bir fıkra ile bu geri zihniyeti açıklamaya çalışır:
Birisi Picasso'ya bir tablosu karşısında: "İnsaf edin, şunlar hiç balığa benziyor mu?" demiş. Picasso: "Bunlar balık değil ki zaten, resim!" demiş. Burada da sergilerde: "Ne yapayım, zorla değil ya, bu yeni resmi anlamıyorum," diyenler çok. Bunu söylemekle hem eski resmi anladıklarını hem de yeni resmin bir hezeyan olduğunu ileri sürmüş oluyorlar. Oysa anlamak ve yermek için en az okuma yazma öğrenmek için gösterdikleri kadar çaba göstermeleri, ondan sonra da sanata, her anlamanın gerektirdiği kadar kollarını ve ruhlarını açmaları gerekir. Hem tez davranmaları gerek, çünkü yeni diyecekleri resim de eskiyecek, çünkü ondan daha yenisinin eli kulağında.
Görüşlerinin özellikle Eyuboğlu kardeşlerce çürütüldüğünü gören Vedat Nedim Tör, Aile dergisinin bir sonraki sayısında (sonbahar 1947), aynı konuda yeni bir makale kaleme alır: "İnsan Düşmanı Picasso."
Yazı "Picasso'yu 'Modern'in mümessili saymakla Modern'e fenalık ettiklerinin farkında olmıyan bazı moda düşkünleri var. Biz, Picasso'yu modern olduğu için değil, soysuz, acayip ve insan düşmanı olduğu için sevmiyoruz," diye başlamakta. Picasso'nun insanlarının hep "tabiat-dışı mahlûklar" olduğunu belirttikten sonra, yazının sonunu şu yargıyla getirmekte:
Mâna'ya karşı Saçma'yı, Güzel'e karşı Acaib'i, Şekl'e karşı Biçimsiz'i, Kompozisyon'a karşı Gelişigüzel'i, Ölçü'ye karşı Hercümerc'i ikame etmek istiyen sözde modern sanat, sadece kararsız, huzursuz çağımızın sar'alı bir deprenişinden başka bir şey değildir.
Picasso karşıtı kampanyalar, zamanında ne kadar etkili oldu, doğrusu bugünden değerlendirmek zor. Ama sanatçıların Vedat Nedim Beye pek kulak asmadıkları kesin. Örneğin, Sabri F. Berkel, 1953 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söylüyordu:
Modern resmi münekkidler ekseriya De-lacroix ve Cezanne ile başlatırlar. Bunun sebebi bu iki ressamın zamanımıza daha yakın olmasıdır. Fakat bence modern resmi Greco' dan başlatmak lazımdır. O, devrinin skolastik olmaya mütemayil sanatını müthiş bir kudretle sarsmış, onların artık bir nevi formül haline gelmeye başlayan ölçülerine şahsi ve mücerret bir anlayış getirmiştir. Mesela tablo terkisindeki nizama ve renklerdeki ahenge yeni bir çeşni katmış, böylelikle kendinden sonra gelecek Velasquez, Goya, Manet ve Cezannelara zemin hazırlamıştır. Picasso gibi, sanat dünyasının bütün hususiyetlerini harikulade sezen ve gören bir adam évolution' unu bunlara göre hazırlamıştır. En iyi devirlerinde yaptığı eserler yukarıda zikrettiğimiz sanatkârların tesir ve prensiplerini taşımaktadır. Picasso' nun müze kültürü her zaman aydın bir yola götürdüğü gibi, her eserinin son sözü de müze ile bitmektedir. Böylelikle Picasso kendisini inkâr edenleri ilzam etmiş olur. (...)
Picasso'nun (...) çok yerinde bir sözü vardır. O der ki, "eğer halk bugünkü modern sanatı anlamıyorsa kabahat onda değildir. Halkı bu anlayışa göre terbiye etmek gerekir." Ben bu fikre inanıyorum. Halkı, bilhassa güzel sanatlara alıştırırken gayet dikkatli ve itinalı olmalı, eğitim işlerini ellerinde tutanlar, yanlış kurulmuş programların devamını temin etmekten ziyade zamanın ihtiyaçlanna uygun olanlarını hazırlamalıdırlar.
Dönemin aydınlarının çoğu gibi Nurullah Ataç da modern resmin yanında yer alır. Yazılarında, "resim sanatına yabancı öğeleri ayıkladığı için, soyut resmi desteklemiş, Picasso'nun eşyaya bakışındaki doğruluğa işaret etmiştir." Nâzım Hikmet Picasso'yu (Vedat Nedim'inkine benzer nedenlerle) eleştiren Sovyet ressamlarına "Picasso'nun ve birçok Fransız ressamının resimlerini müzelerden atan Hitler'dir," diyerek karşı çıkar. 1950' lerin sonuna doğru bir mektubunda Picasso'ya "Biz Türkler 56 yaşında da olsak, sizin gibi büyüklerimizin ellerini öper, alnımıza koyarız," diye yazmış, Leipzig'de verdiği bir konferansta, "Picasso sosyalist gerçekçiliğin ressamıdır," dedikten sonra bu gerçekçiliğin birçok biçimde olabileceğini savunmuştur:
İçerik komünistse eğer, varsın milyonlarca biçim olsun.
Abidin Dino ise 1937'den beri tanıdığı Picasso ile 50'li yıllarda Paris'te birlikte çalışır. Ara Güler gelip fotoğraflarını çeker. Türk aydını kimin yanında duracağına çoktan karar vermiştir zaten...
Yazımızı başladığımız gibi, yine Fikret Adil' le bitirelim. Kübik düşünceleri yıllar önce dergisine sokmuş olan Fikret Adil, 1945 yılında Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde şunları yazıyordu:
Bize en yakın olması icap eden bu deneme fena karşılanmıştır, adeta bir alay mevzuu olmuştur. Halbuki, bütün abidelerimiz, mimarimiz, eşya ve tezyinatımız kübiktir. Kabe tam bir mikâb [küb] değil midir? Camilerimiz, hanlar, kışlalar ve yalılar?
Bu haksızlık, sadece hakikaten kübik olan ve zevkine varabilmek için kuvvetli bir resim kültürüne ihtiyaç hisseden resme karşı olsaydı, mağdur görünebilirdi. Lakin en klasik esaslara dayanarak vücuda getirilmiş eserlere dahi bu isim verilmekte ve ressamı adeta mahkûm edilmektedir. Ben bu iddianın Rafael' in bir desenine karşı yapıldığına da şahit oldum. Resim karşısında onun ne ifade ettiğini anlamak ihtiyacı gayet beşeridir ve lâzımdır. Fakat bir şeyi "anlamak" için ona sadece bakmak kâfi midir? Bir "cehit" sarf etmek, onun hakkında malumat edinmeye "çalışmak" icap etmez mi?
Tasavvufun ne olduğunu bilmeyenlere, Yunus Emre' nin:
Bindim erik dalına
Anda yedim üzümü
manzumesini okutursanız, muhakkak ki ona da kübik der.
Neyse ki, XXI. yüzyılda milletçe erik ağacının üzerindeyiz. Sabancı'nın vasiyetiyle açılan sergimiz, başbakanımızın tak-dirleriyle onurlandı. Yüz binler akın akın Picasso'nun peşine düştü. Aradan geçen yıllar işe yaramış, üzümün tadını iyice fark etmişiz belli ki... İş kaldı şarabını yapmaya! ♦
DEĞİNİLEN KAYNAKLAR Fikret Adil, D Grubu ve Türkiyede Resim 1947 Abidin Dino, Kültür, Sanat ve Politika Üstüne Yazılar, der. ve yay. haz. Turgut Çeviker Adam Yayınları, 2000, 2. baskı Gökhan Akçura, "Bobstile Maşallah!", Post Express, sayı 17,18 Eylül 2002 Gökhan Akçura, "İlk Sanat Dergimiz: Artist", İstanbul Life, Ekim 2004 Sabahattin Eyuboğlu, Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler, Cem Yayınevi, 1997, 2 cilt Bedri Rahmi Eyuboğlu, Sabahattin Eyuboğlu, Kardeş Mektupları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2003 Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği/Karalama Deften içinde Konur Ertop, "Önsöz" Varlık Yayınları, 1967 Levent Yılmaz, Düşünen Söyleşiler İstanbul Bilgi Üni. Yay., 2005
(Virgül, Nisan 2006, Sayı: 94)
Hazır Picasso İstanbul'a gelmişken, vakti zamanında hazreti nasıl tanıdığımızı, tartıştığımızı da araştıralım dedik. Türk aydınının şu soruya verdiği yanıt, her dönem ikili bir karakter taşımıştır: Picasso'dan yana mısın, karşı mısın?