Heybesinde "Karıncaların Sözlüğü"nü Taşıyan Yolcu: Hasan Aycın
Adem Turan
11.05.2006 - 14:10
Sanki, ışıktan atlara binmiş, ufukların ötesine geçiyor gibi yaşıyor. Avuçlarındaki "Ahir Zaman Ateşi'yle... Ateş nasıl da yakıyor ah!.. Ve daha da hızlanıyor atlar; ateş yaktıkça daha da hızlanıyorlar, hızlandıkça çoğalıyorlar, çoğaldıkça kanatlanıyorlar... Biz büyülenmiş gözlerle bakakalıyoruz, çoğalan o çılgın atlara, ışıktan atlara. Sevgilimiz atlar; "Kutsal At"lar, "siyah atlar", "al atlar"... Derler ki: Hasan Aycın her gece elinde Âsâ ile Gece Yürüyüşüne çıkar Topkapı'dan Ayasofya'ya doğru... Bu yürüyüşler Necip Fazıl'ı tanıdıktan sonra başladı onda; bütün dünyası altüst olduktan sonra yani, bütün sergüzeşti sıfırlandıktan sonra. İşte, yeniden yürümeye başlamaktı bu! İlk yürüme denemeleri yaptığında ise, sekiz yaşındaydı. O günler hep ölümünü bekledi çevresinde olanlar, bakıp bakıp ağladılar ona. Yalnızca iki kişi, komşularından iki kadın farklıydı; biri dünyanın en güzel masallarını anlatıyordu ona, diğeriyse âhireti, melekleri ve cenneti... Cennet... Oradaydı işte! Çok ama çok güzel bir bahçeydi ve ilk o gidecekti oraya... Bir de hacca gidenlerin döndüklerinde uzun uzun ve çoğu zaman gözyaşlarıyla anlattıkları şehirler vardı... Bursa, İstanbul, Konya, Urfa, Tarsus, Bağdat, Küfe, Kerbela, Basra, Şam, Kudüs, Mekke, Medine... Bu şehirler O'nun çocuk bakışında cennetin yolu üzerinde kurulmuş gibiydiler. Yürüyordu artık ve o (çizgi) yolunun üstündeydi, eline aldı, bir süre yadırgadı, sonra hangi iklimin, hangi ağacın âsâya müsait dalı olduğunun önemi kalmadı. Artık onun âsâsıydı o. Yani, o, çizginin değil, çizgi onun gölgesinde kalmalıydı. Ancak işte o zaman kolaylaşacaktı yolculuğu; esas olan onun yolculuğuydu çünkü. Hasan Aycın... Heybesinde "karıncaların sözlüğü"nü taşıyan yolcu. Şiirini çizgilerle ören ipekböceği. Ona göre her insan bir çizgidir nihayetinde. Ve bu çizgiler Hz. Adem'de birleşirler. Yani, muazzam bir insanlık tarihi vardır tabloların arkasında. İsmet Özel, "çizgi yardımıyla, çizginin dışına taşma isteği olarak değerlendirmek mümkündür" diyor, onun yaptıklarına bakarak. Evet, evet! "Çizginin dışına taşmak..." Evet, evet! Avuçlarında "Ahir Zaman Ateşi"yle, Işıktan atlarla, çoğalan çılgın atlarla, "Kutsal At"larla, "siyah atlar"la, "al at-lar"la ufukların ötesine geçiyor gibi yaşamak!.. İşte hepsi bu! Yok daha ötesi! Çizgi ve çizgi... Sessizlik... Sessizlik...
Hasan Aycın, 1955 Balıkesir / Aslıhantepecik köyü doğumlu. İmam-Hatibi Balıkesir'de, üniversiteyi ise Bursa'da okudu. Çantalardan uzanan elleri sevmez; önce gözleriyle karşılar insanı, sonra da tebessümüyle. Ama, oturup konuştuğunuzda sanırsınız ki yeryüzünün bütün ağırlığı ve kargaşası hep onun omuzları üstünde duruyor. Yayımladığı ilk albüme "Bocurgat" adını vermesi belki de bu yüzden. Misafirperver; kimseyi kapısından geri çevirmez. Uluslararası misafirleri olur. Bürosu boş kalmayanlardan. Ancak, selamlaşmadan öte geçmeyen dostlukları kabullenmiyor. Tedirgin ediyor onu kurulan dostluklarda oluşan boşluklar. İşte o vakit şöyle haykırır acıyla ve hayretle: Bu boşluklar kimin? Bu boşluklar kimin? Bu boşluklar! ... Bursa'dayken evimize her gelişinde bir bayram havası yaşardık. Saatin durmasını, geceninse bitmemesini isterdik. Çayın ve sohbetin tadını o konuşunca anlardık; biz, bir avuç küheylân. O konuşur, biz dinlerdik. Dinlemek ne ki, yüzer yüzer yüzerdik şiir deryasında. Konuşurken bir müddet öylece kalırdı havaya kalkan eli, sonra yavaş yavaş, ağzından dökülen sözcüklere paralel olarak iner, sigarasından derin bir nefes çeker, boşlukta bir yerlere dalıp gider, bir şeyleri arar gibi kaşlarını çatar, sonra da aradığını bulmuşçasına konuşmasına ağır ağır devam ederdi. Ne güzeldi o yıllar, o günler ve geceler. Ah, ne mutluluktu bizim için! Mahmut Kanık, rahmetli İbrahim Ünal Taşkın, Osman Bayraktar, Mücahit Koca, Vedat Şahin, Mehmet Çevik, zaman zaman Atasoy Müftüoğlu ve İlhan Kutluer; hep o yılların güzel insanlarıydılar. Sûr kitabevinde oturulur, konuşulur, çay içilir; Bursa Sanat-Edebiyat'ta ise yazılırdı. Yazardık, biz bir avuç küheylân, içimizde çoğalan çılgın atları... Yazardı o güzel insanlar, biz bulutlara doğru kanatlanırdık... Çizerdi Hasan Aycın, biz ufukların ötesine geçiyor gibi olurduk... Bir de Mahmut Kanık hocanın büyük oğlu Zinnur'un 'balkonda güneşle konuşması' vardı... İşte o, çok müthiş bir hadiseydi! Hasan Aycın o gece sabaha kadar dört dönmüştü Bursa sokaklarında. Neydi bunun anlamı? . Zinnur İstanbul'da yaşıyor şu an. Doktora yapıyor Marmara Üniversitesi İslam Sanatları Musikî Dalında. Şimdi kalkıp sorsak mı diyorum: Zinnur, ey Zinnur! Neydi o çocuk halinle güneşle konuştuğun şeyler? Kalk, gel ve kurtar bizi bu derin ve karanlık sulardan!.. Desek mi bunu? Hasan Aycın. Ne denli yazsak da onunla ilgili, yine de bitiremeyiz söyleyeceklerimizi. Yıllar önce de yazmıştım onun portresini Düş Çınarı dergisinde. Çok güzel bir mektup yazmıştı. Yozgat'taydım o yıllar. Ah, ne mutluluktu benim için. İlk çizgisi, Osman Bayraktar'ın ısrarı ve "azmettirmesiyle" 3 Şubat 1978'de Yeni Devir'de yayımlandı. 79'daysa, İsmet Özel 'albüm' teklifinde bulundu ona. Merhum Cahit Zarifoğlu ise, yazdığı bir mektupta, "müşterek bir kitap yayımlamak"tan bahsediyordu ona. Çok güzel ve önemli gelişmelerdi bütün bunlar. Ciddi olmalıydı artık. Çizgisine değer veriliyordu çünkü... Ama, hep bir korku vardı içinde; çizgi hayatıyla 'atbaşı giden' bir tereddüt. Ta ki merhum Mehmed Zahid Efendi'ye gidene kadar. Gitti sonra onun meclisine, ne güzel konuşuyordu. 'Dünyanın en ünlü sanat merkezinden, dünyanın en seçkin sanatseverlerinden ve en güzel tablosundan' bahsediyordu. Rahatlamıştı, gerçekten rahatlamıştı!... Yıllar böyle böyle geçti. Böyle böyle beyazladı saçı da sakalı da. Birçok şey yazıldı hakkında, kendisiyle söyleşiler yapıldı. Birçok da şiir ithaf edildi. Ama en güzeli Arif Ay'ın şiiriydi: "Adı Hasan Aycın Olan Şiir" ... "Yüzün hep / eski bir İstanbul anlatır / ... /ey çizginin piri / sakalın Sinan'ın gençliği / ... / Elinde karıncaların sözlüğü / gözlerin hokka ve divit / Baki'den beyitler düşürür gibi / ateşin közüdür resimlerin. İşte böyle böyle geçti yıllar. Çizdi, çizdi, çizdi. Yeni Devir, Zaman, Yeni Şafak gazetelerinde; Mavera, Aylık Dergi, Bursa Sanat Edebiyat, Yönelişler, Kardelen, Kayıtlar edebiyat dergilerinde; İslam, Kadın ve Aile, İnquiry, Gülçocuk ve Mavi Kuş dergilerinde çizdi. Milli Gazete, Yedi İklim, Hece, Kudüs, Mostar ve Kitap Postasında çiziyor. Ardıç'ta da çizeceğini öğrendik. Çizeceği yerlerde fikir beraberliği kaygısını arıyor. Şimdilerde masal da yazıyor. Ona göre, çizgi durağan; yazı süreğen tabiatlıdır. Bu yüzden, yazdıktan sonra kendini olduğu yerde; çizdikten sonra ise dünyada buluyor... İstanbul'u çok seviyor. İstanbul'dayken İstanbul'u kavrulasıya özleyecek denli çok seviyor. Bir de Sezai Karakoç'u... İstanbul kadar... Bocurgat, Gece Yürüyüşü, Âsâ, Kulbar diğer çocukları. Müşâhedat ve Esrarname ise sonradan doğdu. Hasan Aycın... Sırtında yeryüzünün bütün yükünü taşıyan adam. Ustası da yol göstereni de yok. Bir başına, yapayalnız; ama, herkesin sevgilisi. Hırkası mı? Kim giderse ziyaretine, hep onun omuzlarındadır...
Heybesinde "Karıncaların Sözlüğü"nü Taşıyan Yolcu: Hasan Aycın, Adem Turan, Kitap Postası, Sayı:12, Mart 2006, s.10-11.
Derler ki: Hasan Aycın her gece elinde Âsâ ile Gece Yürüyüşüne çıkar Topkapı'dan Ayasofya'ya doğru...
Bu yürüyüşler Necip Fazıl'ı tanıdıktan sonra başladı onda...