Reha Erdem'in son filmi 'Beş Vakit', üç çocuk temelinde büyü/yeme/meyi ele alıyordu. Çocuk oyuncular şu an Kozlu'da okullarındalar. Biz de filmin büyük ama büyümemiş oyuncuları Bülent Emin Yarar, Taner Birsel ve Yiğit Özşener'le konuştuk.
Daha kundaktayken 'uyusun da büyüsün'lerle uyutulur, biraz dilimiz dönmeye başlayınca 'büyüyünce ne olacağımız'ın hesaplarına düşürülür, 'suyun küçüğün, sözün büyüğün' olduğu bilgisiyle donatılır, hasılı tüm kodlarımızla 'büyümeye' odaklanırız. Büyüyünce de 'içindeki çocuğu öldürme' diye salık verirler; çünkü 'biz büyürüz ve kirlenir dünya'... Çünkü, Oğuz Atay'ın dediği gibi, 'büyümek yalnız tutunanlara gerekli'. Bütün bu tuhaflıkları çözmek bile değil, sadece anlamaya çalışmak nasıl bir şey olurdu? diye merak edenler için, Reha Erdem imzalı Beş Vakit, iki haftadır vizyonda. Ancak biz mevzuyu bir de filmde sûreten büyük, sîreten ise hâlâ çocuk olan oyuncularla konuşalım istedik.
Reha Erdem, hep ilhamını Kozlu köyünden aldığını ve buradaki hayat ritminden etkilendiğini söylüyor. Köyün sizde oluşturduğu ilk izlenim neydi? Ve o atmosfer sizi ve çekimleri nasıl etkiledi?
Bülent Emin Yarar: Benim, Kozlu'ya yakın Bektaş köyünde bir evim var. Biz çok önceden, Reha'yla henüz tanışmıyorken aynı tarihlerde komşu köylere uğramış ve iki üç ayımızı geçirir olmuşuz. Oradaki atmosfer, sinemadaki keyfin aynısı işte. İnsanların tepkileri bile farklı; ben orada kimseyi bağırıp çağırırken görmedim! Oradaki zamanla buradaki zaman sanki aynı akmıyor. Çok doğal, çünkü insanların bir acelesi yok. Bana terapi gibi geldi.
Taner Birsel: Kozlu, çocukluğu taşrada geçmiş benim gibi biri için oldukça tanıdıktı. Eski köy evlerinin birçoğunun temelinde ya bir sunak taşı ya da sütun başı görmek beni şaşırtmaz. Büfelerinde gül desenli melamin tabak görmek, toprak bir testiden su içmek, dantelli örtüsünü bozmadan eski bir divanda uyuyup kalmak da... Eskiyle yeninin harmanlandığı, endişesiz, telaşsız bir yerdi.
Yiğit Özşener: Benim hiç bilmediğim bir yerdi. Çekimlerden iki gün önce gittim, biraz göreyim diye. Ritimle ilgili temel farklılık; bence şehirde daha endişeli yaşıyoruz. Endişelerimizi besleyecek daha çok şey oluyor. Ben, 'herhalde hiçbir endişeleri yok bu insanların' diye düşündüm, gerçekten bir huzur vardı. Film için konuşacak olursak bu anlamda, bence filmin öyle bir ritmi var ki meselesini düşünebilmesi için seyirciye çok imkân veriyor.
Filmde anlatılan büyüme sancıları, anne-baba-çocuk ilişkilerindeki sıkıntıların sizin de çocukluğunuzda karşılık geldiği yerler var mı?
T.B.: Farklı tezahürleriyle elbette benzer duygular var. Mesela çocukluğa özgü öfke ve hayal gücü. Çocukluk en saf, en temiz halimiz; ama yetişkinlerin yardımıyla hızla kirleniyor, giderek 'zalim birer tüccara' dönüşüyoruz.
B.E.Y.: Annem seyredecek yakında. Oradaki baba figürü mutlaka babamla benzerlikler taşıyacaktır. İşte 'ders çalış bakayım, daha yarım saat var'. Bunlar hep gözümüzden kaçan hatta umursamadığımız anlar, ama çok dolu. Ben de babayım; şimdi kızımla konuşurken 'acaba?' diyorum, hemen toparlanıyorum. Çünkü küçücük bir ton değişikliği onun gözlerinin nemlenmesine sebep olabilir. Bunu hepimiz yaşıyoruz, bu çok evrensel bir durum. Ve bence bu, Reha'nın en sert filmi.
Ekipte Yiğit Özşener yeni. Siz bu ekibe nasıl katıldınız?
Y.Ö.: Evet, ben Reha'yla da ekiple de tanışmıyordum. Ama senaryoyu okuyunca bu işin içinde olmak istiyorum, dedim. Baba rolü bana da tuhaf geldi; ikna edici olur muyum diye. Ama sonuçta babalık nasip oldu. (gülüyor) Endişeleriniz geçti yani...
Y.Ö.: Endişe hiç geçmedi. Ama senaryo o kadar basit, diyaloglar o kadar sadeydi ki! Ben sadece kendime "Yiğit sakın aşırı bir şey yapma, yoksa her şey berbat olur." dedim ve sahne ne istiyorsa, hangi tonda istiyorsa, ne lazımsa o kadar yaptım.
B.E.Y.: Bu çok doğru. Ben de mesela rolümü 'kötü' olarak algıladım. Ama 'kötü adam' diye oynamadım. O zaman yüzleşme sağlanamaz. Çünkü insanlar 'bu ben değilim' der. Reha'nın yazımında da o var. Kötü diyemiyoruz ama uygulamada büyük çelişkiler var.
Bu çelişkilerle birlikte Zekeriya'yı nasıl tanımlayabiliriz?
T.B.: Örnek biri değil; insana ait zayıflıklar taşıyor. Babasının davranışlarını çocuğunda temize çekiyor. Ama mutlak kötü değil. Aslında toplum olarak sürekli hırpalanmış, çocuk kalmışız. Her on yılda bir tekerrür eden darbelerle şuuru bulanmış, psikolojisi bozulmuş bir toplumuz. Belki de bu yüzden bütün çocukluk hastalıklarına sahibiz. Çocukları, dolayısıyla geleceğini önemseyen bir toplum değiliz maalesef.
(Zaman)
Reha Erdem'in son filmi 'Beş Vakit', üç çocuk temelinde büyü/yeme/meyi ele alıyordu. Çocuk oyuncular şu an Kozlu'da okullarındalar. Biz de filmin büyük ama büyümemiş oyuncuları Bülent Emin Yarar, Taner Birsel ve Yiğit Özşener'le konuştuk.