Abdullah Sidran: "Hayata Umutla Bakmak Zorlaşıyor"
14.12.2007 - 15:28
Abdullah Sidran deyince akla pek çok şey geliyor. Edebiyat okurları onu şiirleriyle, sinemaseverlerse Emir Kusturica'nın Altın Aslan'lı "Dolly Bell'i Anımsıyor musun?" ve Altın Palmiye'li "Babam İş Gezisinde" filmlerinin senaristi olarak biliyor.
Ayrıca Bosna savaşı sırasındaki mücadelesi nedeniyle de adı "Balkanlar'ın Che"sine çıkmış durumda. 63 yaşındaki usta, geçen hafta başlayan 2. Uluslararası Film Festivali'nin konuklarından biri olarak Bursa'ya geldi. Festivalde bu yıl düzenlenmeye başlayan Uluslararası Yarışma'da jüri üyesi olarak görev yapıyor. Tabii ona film beğendirmek zor. Ne de olsa, yaşayan en önemli senaristlerden biri olarak nitelendiriliyor. O da jürideki diğer isimlerle kılı kırk yaran bir titizlikle filmleri değerlendiriyor. Bu yoğun mesai içerisinde Sidran'dan bize biraz vakit ayırmasını istedik. Kırmadı ve sorularımızı cevapladı.
Sizin için 'Balkanlar'ın Che Guevara'sı' diyorlar. Ne düşünüyorsunuz bu yakıştırma hakkında?
Gençliğimde benim de duvarımda kocaman bir Che posteri vardı. Gerçekten çok önemli bir lider o. Devrim yapmış, idealist bir lider. Ama artık bir Che çıkması pek mümkün görünmüyor. Çünkü devrim yapmak biraz imkânsız günümüz dünyasında. Bana yapılan bu yakıştırmadan onur duyuyorum; ama biraz abartılı olduğunu düşünüyorum.
Emir Kusturica'yla iyi bir yönetmen-senarist ilişkisi kurmuştunuz. Altın Aslan'lı Dolly Bell'i Anımsıyor musun? ile Altın Palmiye aldığı Babam İş Gezisinde'nin senaryoları size ait. Bosna savaşının aranızı açtığı söylenir, bu doğru mu?
Doğru, Kusturica ile iyi bir ilişkimiz vardı. Hem sanatsal hem de arkadaş olarak... Ama aramıza savaş girdi, dersek tam doğru olmaz. Daha savaş başlamadan önce o Fransa'da yaşamaya başlamıştı. Sonra savaş bizi iyice ayırdı ve sosyal ilişkimiz kesildi. Fakat ben sosyal ilişkimiz kesilse bile sanatsal işbirliğinin bundan yara almasını doğru bulmuyorum.
Kusturica'dan sonra senarist olarak Boşnak yönetmen Ademir Kenovic'le çalıştınız. 'Kuduz' ve 'Kusursuz Çember' filmlerini çektiniz. Ama epeydir sizin kaleminizden çıkma filmler izlemedik. Artık yazmıyor musunuz?
Aslında yazıyorum, ama yazdığım filmler biraz büyük bütçeli oluyor. Mesela bir senaryoda 40-50'den fazla karakter oluyor. Yazdığım filmlerin bütçeleriyle birkaç mütevazı film çekilebilir. Senaryolar çekilmeyince acaba yazmıyor mu, yanılgısı ortaya çıkıyor. Ama bu süreçte ben genç yönetmenlere destek olmak için çalışıyorum. Bir de Dolly Bell'i Anımsıyor musun?' ve 'Babam İş Gezisinde'nin devamı olan 'Babam Seçime Gidiyor'u tiyatro metni olarak yazdım. Bu oyun Bosna'da sahnelendi. Şimdi onun filme çekilme durumu var, ama biraz zamana ihtiyaç var sanırım. Ekonomik sebeplerden dolayı.
Senaryosunu yazdığınız filmlerde ana karakterlerin dünyaya iyi niyetli bir bakışı var. Bu, muhtemelen sizin bakış açınızın yansıması. Hâlâ dünyaya umutla bakabiliyor musunuz?
Evet, bu doğrudur. Sanatsal açıdan üretim söz konusuysa bir iyi niyetim var. Ama hayata umutla bakmak artık iyice zorlaşıyor. Çünkü artık hayat bizi daha az mutlu ediyor. Mesela bunun için bir çocuğun gülmesi, iyi bir fıkra gibi şeylere ihtiyacımız oluyor.
Çocuklar demişken, filmlerinizde bazen ana karakterler çocuklar oluyor. Bunun özel bir sebebi var mı?
Çocukların kalbi bir makine gibi çalışır. Onlar mutluluğu ve acıyı yetişkinlere göre daha derin hissediyorlar. Bana, insanlar büyüdükçe duygusuzlaşıyorlar gibi geliyor. Bu noktada yaşanan bir olay karşısında çocukların kalbi, daha güvenilir ve iyi bir terazi olabiliyor.
Bosna savaşının açtığı büyük yaralar kapanabildi mi?
Savaşın açtığı yaralar yavaş yavaş kapanıyor; fakat şimdi ahlaki bir yara açıldı. Savaşta zengin olmayanlara bugünlerde geri zekâlı gözüyle bakılıyor. Bu, savaşın açtığı yaralardan daha derin geliyor bana. Bosna'da bir profesör Türkiye parasıyla 300 YTL maaşla emekli oluyor. Bu, onun ancak kirasına yeter. Gerisini siz düşünün artık.
'ESAS OLAN ŞİİRDİR'
Sizi bulmuşken soralım; iyi bir senaryonun olmazsa olmazları nelerdir?
Öncelikle senaristin, anlattığı dünyayı iyi tanıması gerekiyor. Ve en başta amacının ne olduğunun farkında olmalı. Sonra işin içine kelimeler giriyor. İyi bir senarist, dile hakim olmalı. Kullandığı kelimenin berraklığını bilmeli. Anlatmak için seçtiğiniz gerçeği, amaçlarınız doğrultusunda iyi ve anlaşılır biçimde yazmalısınız. Son zamanlarda senaryolarda yardımcı karakterlerin gözden çıkarıldığını görüyorum. Oysa asıl başrol onlarındır. Ana karakterlerin hikâyeleri, yan karakterlerin üzerine inşa edilir. Onların gözden çıkarılması senaryonun çöküşünü gösteriyor.
Sizin bir de şairliğiniz var. Bu özelliğiniz senaryo yazarken işinizi kolaylaştırıyordur...
Kesinlikle. Esas olan şiirdir. Çok iyi bir futbol maçı izlediğiniz vakit, 'şiir gibi maç' dersiniz. Filmler için de geçerlidir bu. Şiir ayrıca dile hakim olmayı gerektirir. Eğer siz amaçladığınız bir şeyi doğru kelimelerle anlatırsanız, anlatmak istediğiniz seyirciye geçer. Kelimenin gücünü kontrol edemiyorsanız seyirciyle ilişki kuramazsınız. Yazdığınız senaryoyu yönetmenin iyi çözümlemesi de şart. Bu da yönetmenin yeteneğiyle ilgilidir.
Söyleşi: Olkan Özyurt
(Zaman)
Abdullah Sidran deyince akla pek çok şey geliyor. Edebiyat okurları onu şiirleriyle, sinemaseverlerse Emir Kusturica'nın Altın Aslan'lı "Dolly Bell'i Anımsıyor musun?