1. Kifayetsiz muhterisin resmini "36"dan çekelim. Gerçi farkeder mi? Onun resmini nereden, ne zaman çekerseniz çekin, karşınıza çıkacak aynı karedir. Renk ve zevk sahibi olsa bir kere, kifayetsiz muhteris olmazdı. Kifayetsiz muhteris kötülüğü ile öne çıkar ve kötü hep niteliksiz olagelmiştir. Niteliksiz, renksiz, zevksiz, yeteneksiz, ucuzcu v.s. Ne derseniz, nasıl anlarsanız!
Aslında kifayetsiz olması tolore edilebilir çoğu zaman ama ihtirası ne mümkün! Onu bitiren yanı da bu iki hususiyeti birarada ve aynı zamanda üstünde üstüste barındırıyor olmasıdır.
O kendini hep haklı görür. Öncelikli görür. Üstün görür. Açıklaması yoktur ama hakkı vardır her daim. Haketmez ama almaktan da sıkılmaz. Sıkılmazın, utanmazın tekidir, aslında. İdrak noksanlığından ayırdına varamaz bunun. Aslında, olan idrakini bari olumluya yöneltse, olduğundan daha iyi olmak imkanını bile yakalaybilir belki. Ancak o olamayacakları ile meşguldür. Meşgul ne kelime!... Tamamen, varını yoğunu takıntı düzeyini de aşacak şekilde olamayacaklarına yatırmıştır. Olamayacağı şeyi olamayacağını bile bile ister ve hedefe varmak için bütün yolları denemekten kaçınmaz. Vicdanı da yoktur ki sızı duysun.
Kifayetsiz muhteris, kendi karanlık hayatından umudu kesmiştir de başkalarının hayatını da karartarak aslolan "karanlık"tır sanılsın diye uğraş vermektedir. Bunun muhal olduğunu anlayacak düzeye de sahip değildir. (Maalesef mi?) Sahada kazanamadıklarını masada kazanmak da üstüne yoktur. Bilmez ki, saha da kazılan hiçbişey masa da olmaz ve masada olan onun sahadan istediğinin yerini hiçbizaman tutmaz.
Onun için, onu hep masanın başında ya da masanın başında olmak arzusuyla yanıp tutuşurken görürsünüz.
"Kaderin ötesinde de bir kader var" mı dediniz? Bu onun için anlamsızdır. O sabırsızdır. Acelecidir. Yetişeceği yer vardır. (Neresi diye sormayın! Tabii ki, cehennemin dibi...) Ama nereye gittiğini anlayamayacak denli hızlı ve düşünce yoksunu olduğundan bunu göremez. Durup, düşünemez. Hatta dibi boyladığında bile pişkindir. (Tabii ki pişkin olacak, dediniz ya chennemin dibinde diye mi seslendiniz! Yoksa ben gaibten sesler mi duymaktayım?) Odunlar ıslak diye espri yapabilir! Bir de kesinlikle sırıtır. Sırıtır çünkü gülmeyi bilmez. İroniyi bilmez. Humoru bilmez. Kifayetsiz muhterisin bilmedikleri saymakla da bitmez. Bilse, ya kifayetsizliğinden kurtulmak üzere çalışır ya da hırsın önce kişinin kendisini/özbenini yaktığını unutmazdı.
Onu kifayetsiz olduğu için kınamıyoruz ama -aynı zamanda bir de- ihtiras sahibi olduğu için lanetliyoruz.
Bütün bunların film eleştirisyle ne alakası var! der gibi gördüm sizi. Hatta "36" ile "kifayetsiz muhteris"in alakası nedir? diyenleri de duyar gibi oluyorum.
Haklısınız! Aslında söze göbeğinden, işe ortasından daldık. Başlangıçta okura bir şart koşmalı söze öyle başlamalıydık. Ancak ne yaparsınız? Gerçek sanat eseri böyledir. Sözünüzü bile şaşırtır. Yeni bir algının, duyumsamanın heyecanı size bildiğinizi bile tepetaklak söyletebilir.
Ben konuyu başa alayım, ilgi kurayım. Siz de bunu bir kurgu farkı olarak okuyup beni bağışlayın ve önce lütfen, Olivier Marchal'ın "36 Quai des Orfèvres" yani "36, Adaletin Merkezi" filmini izleyin! Hatta mümkünse bu yazıyı okumadan hemen önce filmi izleyin. (Hemen izleme imkanı olmayanlar yazıyı önce okuyabilir. Ancak lütfen, "ne alaka" sorusuna beni muhatap kılmayın.)
Bu fotoğrafı, kifayetsiz muhterisin fotoğrafını, bu kadar net gösteren bir sinema başyapıtı olarak karşımıza çıkıyor, "36, Adaletin Merkezi". Kifayetsiz muhterisin resmidir, diyerek afişe etmekten öte anlatmaya çalıştıklarımızın daha çarpıcısını bize, film zaten gösteriyor.
Filmi izlerken zaman zaman yüreğiniz ağzınıza geliyor... Ya biterse bu noktada diye. Ya umutlarımızı örseleyecek bir kılığa bürünüverirse diye. Ya iyilere bir şey olursa yani bir şey olmazsa diye. Ama yönetmen buna izin vermiyor. Hikaye hem kabul edilebilir, hem de estetik bir biçimde, evirilip çevrilip, doğru noktada cevaplarla bitiyor. Belki de düşüncemizi ateşleyen doğru sorularla!
Filmin sonunda iyiler mi kazanıyor? diye biri sordu sanırım. İyi ve kötüye dair Hollywood klişelerine aşina okur için doğal karşıladığımdan dolayı bu soruyu kabul ediyorum. (Cevaplamaya da çalışacağım.) Ama bir türlü, "İyiler mutlaka kazanır"ı bir bankanın reklam sloganı[1] olarak duymayı kabul edemiyorum. Öncelikle bir banka için bu slogan "dürüstçe" değil. Onun ötesinde gerçekle de örtüşmüyor. Çünkü iyiler, kazanmak/kaybetmek gibi bir meseleleri olmadığı için iyidirler ve daima iyilik kazanır. İyiliğin sahibi vardır. İyilerse sadece üzerlerine düşeni yapmakla bahtiyar olmayı zaten bilirler. Gerisini İyiliğin efendisine havale ederler.
Olivier Marchal'ın "36 Quai des Orfèvres" yani "36, Adaletin Merkezi"ni izlerken iyiye ve kötüye dair pek çok şeyin bir kifayetsiz muhteris (Gérard Depardieu, Denis Klein rolünde muhteşem oynuyor. Gri olanın karanlık yüzünü, gel-gitleriyle yaşayışını, avını takip edişini, hedefe kilitlenişini ve pek çok psişik yargının yüz ifadelerinde görünürlük kazanmasını bir kifayetsiz muhteris portresi çizmek üzere etkili canlandıryor.) çevresinde tartışıldığını izliyor, siz de tartışmanın bir parçası haline geliyorsunuz. (Grinin aydınlık yüzünüyse bir tuhaf iyilik perisi olarak, sıkıntılı ama sakin görüntüsüyle Daniel Auteuil, Léo Vrinks rolünde beyaz perdeye nakşediyor.) Sadece bir ayrıntıya değinerek filmin sonunu söyleyeceğim.
Denis Klein'in evi, eşiyle ilişkileri, yemek yediği ortamı ve yeme haliyle, Léo Vrinks'in evi, eşiyle ilişkileri, yemek yediği ortamı ve yeme hali karşılaştırılırsa, sinema dili nedir? Atmosfer nasıl oluşturulur? Sinemada karakter yaratmak nasıl olmalıdır?, sorularına, doğru cevaplar vermemizi sağlayacak alıştırmalara geçebiliriz sanırım.
Gelelim filmin sonuna: Tabii ki "iyilik kazanıyor". İyiler mi? Onlar her zaman iyiliğin kazanması ile yetinirler. Bilirler ki, gün olduğu için gece; hayr olduğu için şerr vardır. Aksi doğru değildir. Birgün gece olmadığında da gündüz, şerr olmadığında da hayr olacaktır. İyilik daim olacaktır. Kaim olacaktır...
2. "36 Quai des Orfèvres"
Tür: Dram / Polisiye Gösterim Tarihi: 2 Aralık 2005 Yönetmen: Olivier Marchal Senaryo: Dominique Loiseau, Frank Mancuso, Olivier Marchal, Julien Rappeneau Görüntü Yönetmeni: Denis Rouden Müzik: Erwann Kermorvant , Axelle Renoir Yapım: 2004, Fransa , 110 dk.
Oyuncular: Daniel Auteuil (Léo Vrinks), Gérard Depardieu (Denis Klein), André Dussollier (Robert Mancini), Roschdy Zem (Hugo Silien), Valeria Golino (Camille Vrinks), Daniel Duval (Eddy Valence), Francis Renaud (Titi Brasseur), Catherine Marchal (Ève Verhagen)
Bilgi: Suç oranlarının gittikçe arttığı Paris sokaklarında polis artık çetelerle baş edememektedir. Tecrübeli iki dedektif üst kademelerde bir rütbe vaadiyle karşı karşıyadırlar. Yapmaları gereken birbirlerinden hızlı ve daha dikkatli davranıp herşeyin mubah sayıldığı bir ortamda çeteleri alt etmektir. Fakat işler tahmin edildiği gibi gitmez. Fransız sinemasının suç filmlerinin en iyi örneklerinden biri olan Adaletin Merkezi, 8 dalda César Ödülleri'ne aday gösterilmişti. Yakın zamanlarda gelen haberlere göre, Hollywood bu başarıyı gözden kaçırmamış ve Marchal'ın 36'sının Amerikan versiyonu da yoldaymış...
______________________________
[1] Burada tarihe not düşmek, ileride bu metinle karşılaşacak okura da yardımcı olmak üzere bu konuyu zikredelim: Kasım 2005'te gazete, radyo, TV, sinema, bilbord v.b. pek çok mecrada karşımıza çıkan Oyak Bank reklam sloganından mülhem yukarıdaki satırlar yazılmıştır. (Ayrıca yazar tarafından konuyla doğrudan alakalı olarak görüldüğü de kamuoyuna saygı ile duyurulur.)