Sadık Battal, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Meslek Yüksekokulu'nda radyo televizyon yayıncılığı bölümü öğretim üyesi. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü mezunu. Aynı üniversitede master ve doktora yaptı. 15 yıldır Van'da yaşıyor. Verdiği sinema dersleri klasik bir müfredata bağlı değil. Mesela popüler kültürü anlatırken Terminatör ile Tarkan'ın albümleri arasında benzerlik kuruyor. "İkisi de gerçeği anlayış biçimimize müdahale ediyor. Çünkü şapkadan tavşan çıkarıyorlar. Ama bir sonraki filmde ya da albümde yeniden onları izlememize devam etmemiz için. Bunlar tavşandan şapkayı çıkarmak, yani algımıza yeniden müdahale etmek zorundalar. Böylece bizi kendimizden, gerçeklikten, doğamızdan uzaklaştırıyorlar." diyor. Öğrenci soruyor, "Peki hocam kendi doğamıza dönmemizin yolu ne?" El cevap: "Yürüyen insanları izlemek. Uçan insanları değil. Yani Yavuz Turgul'u izlemek, Neşet Ertaş'ı dinlemek." Öğrencilerine yürüyüşlerine göre not veriyor. İşte böyle biri Sadık hoca. Türk sinemasını anlattığı Asıl Film Şimdi Başlıyor adlı kitabı yakınlarda çıktı. Yavuz Turgul'un belgeselini çekti. İlk kez İstanbul Film Festivali'nde gösterilen belgesel yakında bütün sinemalarda Turgul severlerle buluşacak.
Diyelim ki sizin öğrencinizim. Parmak kaldırdım. Dedim ki, hocam bir filmin sahici olup olmadığını nasıl anlarız?
Sahicilik isteyenin Hasan Basri ile Rabiatul Adeviye'nin hikâyesini bilmesi gerekiyor. Hasan genç, Rabia genç. Birbirlerine âşıklar. Bunlar bizim gözümüzde cennetteki insanlar. Hasan Rabia'ya kur yapmak istiyor. Suyun üstüne seccadeyi atıyor. Üstüne çıkıyor. Rabia gel, birlikte Rabb'imize ibadet edelim, diyor. Rabia, Hasan'ın şov yaptığını görünce o da seccadeyi havaya atıyor. O da onun üstüne çıkıyor. Hasan, senin yaptığını balıklar, benim yaptığımı kuşlar yapıyor. Gel biz adam gibi Rabb'imize kul olalım diyor.
Anladım. Çok şey gösterip, hiçbir şey söylemeyen filmlerden kaçın diyorsunuz.
Ahmet ile Mehmet okula gelirken, havada yürüyorlar desem herkesin dikkatini çeker. Ve herkes bakar. Ama günler geçtikten sonra kimse bakmaz. Bizi ilgilendiren başka bir şey olmalı. Mesela Züğürt Ağa'nın çok büyük bir hikâye olduğuna inanıyorum. Bir insanlık destanı, bir kardeşlik destanı. Sefiller gibi orada karşılıksız verme var. İnsana insan olduğunu hatırlatıyor. Müthiş bir görüntü ve bilgi bombardımanı altındayız. Sahici olana ulaşmak için de bir çaba sarf etmek gerekir tabii.
Sahici olanın ne olduğunu kim söyleyecek?
Yaptıkları işler, söyledikleri sözler karşılığında sizden bir şey beklemeyenlerin sözlerini dinleyiniz. Onlar doğru söylerler. Sahici olmayan film tamamen kendisini öne çıkarmayı bekler. Göz boyamayı bekler. Yavuz Turgul, gerçeği gösteriye dönüştürmeden verme bakımından bizim geleneğimize bağlanıyor.
Peki o zaman kılavuz olun, Türk sinemasını okuyalım. Nuri Bilge Ceylan?
Nuri Bilge Ceylan herhalde kendi aklınca okul olmak istiyor. Ama o Türkiye'de okul olamaz. Fransa'da olması gerekir bundan sonra olacaksa. Mayıs Sıkıntısı'nda, Koza'da, Kasaba'da bize dair izler taşıyan filmler yaptı. Uzak'ta gelenekten uzaklaşmaya başladı. Aslında Uzak çok iyi, profesyonel bir filmdir. Avrupa sinemasının kriterlerine uygundur. Fakat Türkiye'de izlenmedi. Milyon tane ödül de verseler, Anadolu insanı bunu kabul etmeyecek. Çünkü bizim hikâyemiz değil. Uzak filminin kahramanları Fransa'da yaşasa ne fark eder?
Zeki Demirkubuz?
Zeki Demirkubuz'u daha orijinal, bize daha yakın buluyorum. En azından Masumiyet'te. Bu insanlar Camus'yu, Dostoyevski'yi okuyup onların hikâyesini yapma tuzağına düşüyorlar. Tabii ki Camus okunmalı, Dostoyevski okunmalı. Ama kendi hikâyesini anlatmalı insan. Mustafa Kutlu'nun dediği gibi insanın en iyi anlatacağı kendi kalbidir. İnsan hep kendisini anlatmalı. Aksi takdirde sinemamızın önü tıkanıyor. Ondan sonra entel dantel sapık supuk filmler ortaya çıkıyor.
Herkese ulaşmanın yolu ne?
Herkese ulaşmanın yolu Yavuz Turgul'u anlamaktan geçiyor. Daha da derinlere giderek tabii ki işte Neşat Ertaş'ı, Mevlânâ'yı anlamaktan geçiyor. Ama çektikleri filmlerde kişisel bunalımlarını anlatarak Türk sinemasını mahvediyorlar. Mesela bu son İstanbul Film Festivali'nde Tatil Kitabı diye bir film izledim. En iyi Türk filmi diye ödül aldı. Bir buçuk saatin sonunda aklıma ilk gelen savcılık oldu. Bir buçuk saat boyunca mütemadiyen sıkılmıştım çünkü. Her tür güç-iktidar ilişkisinin uzağında, genetik bir anarşist olarak yaşayageldiğimi herkes bilir. Bir genetik anarşistin aklına ilk gelen şey nasıl savcılık olabilir? Şayet Tatil Kitabı filmiyle sadece benim bir buçuk saatim çalınmış olsaydı, sadece benim kişiliğime saldırılmış olsaydı, bunu hoş görebilirdim. Ancak bu tür filmler, toplumun etik, estetik, psikolojik yapısını tehdit ediyorlar. Bu insanların mutlaka engellenmesi gerekiyor. Bu insanların hatta akıl hastanesine kapatılması gerekiyor.
Derviş Zaim?
Derviş Zaim'in Cenneti Beklerken filminin doğru bir damar olduğunu düşünüyorum. Geleneğimizden hareketle bir dil oluşturma yolunda bir adım olarak görülebilir o film. Fakat Zaim'in bu yolda gidip gidemeyeceğinden emin değilim. Bundan sonra derinleşir mi, yoksa başka bir yola mı geçer ondan emin değilim. Filler ve Çimenler hakkında konuşmak istemiyorum. Tabutta Röveşata iyi bir denemedir.
Çağan Irmak?
Babam ve Oğlum iyi gişe yaptı biliyorsunuz. Toplum sevdi. Bunu doğru değerlendirmesini çok isterdim. Değerlendirilemeyen lütuf, felakete dönüşür.
Ulak'ı beğenmediğiniz sonucu çıkıyor
Daha fazlasını söylemek istemiyorum. Yavuz Bey, Eşkıya'da başarıyı bulunca içine kapandı. Bu başarı benim egomu şişirebilir kaygısıyla. Yavuz Bey'in bu hassasiyetini herkesin hissetmesini isterim. Toplumu istismar ederseniz toplum sizi siler. Bir daha görünmez olursunuz. Hakikati unutursanız hakikat sizi çok derin unutur. Amaç ne anlayamadım ben. Para kazanmak mı, başka şey mi? Ya abi bu kendine yabancı yönetmenlere belki para vermek lazım. Yatlar katlar verip toplumun ruhundan elinizi çekin demek lazım. Çünkü toplum ruh sağlığını kaybetmek üzere.
Ya yapmayın, herkes dilediği gibi çeksin filmini.
Çeksinler, bir şey demiyorum. Bir muhabbetimizde Özer Kızıltan'ın dediği gibi: Herkes film çeksin ama herkese seyrettirmesin.
Fatih Akın?
Fatih Akın bu toprakların farkında bir sinemacımız. Bu farkındalığın büyük bir kıymet olduğunu bilsin. Sakın bir gün bundan başkaları gibi utanmak gafletine düşmesin. Yoksa o da yok olup gider. Duvara Karşı filmi ne kadar muhteşem bir filmdir. Türk kültürü ile Alman kültürünün farkı üzerine bir filmdir. Tümüyle bize ait ayrıntıları nasıl gözlemlemiş, nasıl vermiş helal olsun diyoruz. Fatih Akın'ın Duvara Karşı'da bulduğu damarı sürdürmesini isteriz.
Yavuz Turgul kolay kolay herkese açılmayan, dolayısıyla etrafında bir gizem halesi olan bir insan. Sizi ne buluşturdu?
Sahicilik buluşturdu. Yıllar evvel Kamil Eşfak Berki'nin İstiklal Caddesi'ndeki sahaf dükkânına uğradım. Dükkandan birlikte çıktık. Kamil Berki şu adamı takip edelim, dedi. On beş yirmi metre ilerimizde yürüyen bir adamı takip ediyoruz. Kim bu adam abi? Yavuz Turgul. Niye takip ediyoruz? "İnsan yürüyüşünden belli olur" dedi. Bakalım bu adam gerçekten adam mı? İlk defa ensesinden gördüm Yavuz Turgul'u. Bir müddet takip ettik. Edepli insan, edepli yürüyor. Hem asil hem mahcup yürüyor. Gösteri yapmadan yürüyor. Bu size geçiyor. Bu insanlar Allah ile beraber yürüyen insanlar belki. Bunu hissediyorsunuz. Yavuz Bey'i daha sonra Neşat Ertaş konserinde gördüm. Van'a davet ettim. Gelirim dedi. Yavuz Bey aslında çok mahcup bir insandır.
Sahici bir mahcubiyet mi, kibir mi?
Kibirli olsaydı bu belgesele izin vermezdi. Ben hayatım boyunca deli olarak anılmış bir insanım. Deli Sadık imajından kurtulmak için doktora yaptım. Ben profesyonel bir sinemacı, bu piyasada adı olan bir insan da değilim. Buna rağmen Yavuz Bey, benimle ilgili filmi bu kişi yapabilir diye imza verdi.
Size söz verişinin üzerinden ne kadar zaman geçmişti?
İki yıl. Bana bir söz verdi ama unutmuştur diyorum. Hani geleceğini düşünmedim. Ama geldi. Üniversite yönetimi beni deli diye atarlar kaygısını taşıyorum o dönemde. Yavuz Turgul, Şener Şen, Nilgün Öneş Van'a gelmişler. Benim haberim yok. Bütün Doğu'yu geziyorlar. Van'a uğruyorlar. Devlet konukevinde kalıyorlar. Bizim üniversite rektör yardımcıları hemen oraya gidiyorlar. 'Üniversitede bir konuşma yapar mısınız Yavuz Bey?' diyorlar. Yavuz Bey de 'Zaten Sadık Battal'a verdiğimiz söz üzerine geldik.' diyor. Oradaki üst düzey bürokratlara karşı benim hayatımı koruma altına aldı. "Burada önemli bir adam yaşıyor. Biz onun için geldik" deyince o dönemin rektörü bana "büyük adamsın, önemli adamsın" demeye başladı. Benden kurtulmaya çalışan rektör bana hayran hayran bakmaya başladı.
Ve bu dostluğun sonucunda Turgul hakkında ilk kez bir belgesel çekilmiş oldu.
İlk defa yapıldı. Yavuz Turgul üzerine yazılan yazılara baktığımda onu hiç anlamadıklarını gördüm. Bu beni çok rahatsız etti. Kendi kültüründen utanan kültürel şizofrenlerin Yavuz Turgul'u anlamalarını zaten beklemiyorum. Biz, finali Hazreti Ali olan bir film yaptık. Bu filmi temiz el sahibi insanlarla birlikte yapmaya özen gösterdim ben. 'Sanatçının temiz ellere ihtiyacı vardır' diyor Tarkovski. Eliniz kirlendiği zaman diyor bir hileye, bir yalan söylediğiniz zaman o yalanın bedelini ödeyinceye kadar günlerce bir mağaraya kapanın. Bekleyin. Birilerine yardım edin. Bir fakiri doyurun. Muhakkak bir şeyler yapın.
Yavuz Turgul, bir seyirci olarak bende geçmişinde derin bir travma yaşadığı duygusunu uyandırıyor. Eşkiya'daki Keje onun sanki dişi hali. Çok büyük bir acısı var. O acıya o kadar büyük bir saygısı var ki o acıyı hâlâ koruyor.
Bakın bu analizi ikinci yapan kişisiniz. Birisi Hayrettin Kara. Psikiyatri profesörü. Bakırköy ikinci kısım şefi. O diyor ki Yavuz Turgul'un filmlerindeki kahramanların hemen tümü çocukluklarında örselenmiş, bir travma yaşamışlar. Hikâyelerin çoğu memleketin doğusundan İstanbul'a doğru akıyor. Doğu, Yavuz Turgul'un dünyasında örselenmiş çocuklukla simgesel olarak örtüşüyor. Onun filmlerindeki kahramanlar çocukluklarında beslenememişler. Sevgi alamamış insan büyüyünce neyi nasıl verecek? Ha! Doğuda verir. Hayrettin diyor ki, terapist Tanrı olursa her şey mümkündür. Batı psikolojisine göre çocukluğunda alamamış insan büyüyünce veremez. Eşkiya nasıl Cuma Ali'yi koruyup kolluyor. Onun için niye bu kadar fedakârlıkta bulunuyor? Çocukluğu travma dolu. Büyüyünce nasıl verebilen erişkine dönüşüyor? Ha! Allah direkt terapiye karışırsa her şey mümkün.
Yavuz Turgul korunmak istenen çocuk mu? Koruyup kollayan baba mı?
İkisi de bence. Bana yansıyan tarafıysa koruyan kişi. Zaten Türk sinemasının koruyucusudur. Mesela beni karşılıksız olarak korudu. Yavuz Bey burada nasıl bir film çıkacağını bilmiyordu. Yani benim Yavuz Bey'e bir katkı sağlamam söz konusu olamaz. Ben sadece kendi kültürümüzü koruma kollama, yarın yeğenlerime, yakınlarıma doğru şeylerin ulaşmasını istiyorum. Nasıl ki herkesin sürekli Küçük Prens okuması gerekirse, Mevlânâ'yı okuması gerekirse, Yunus Emre'yi okuması gerekirse, Yavuz Turgul'u da izlemesi gerekiyor.
[Alıntı Bilgisi: Nuriye Akman, Zaman, 04 Mayıs 2008, Pazar]
Sadık Battal, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Meslek Yüksekokulu'nda radyo televizyon yayıncılığı bölümü öğretim üyesi. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü mezunu.