Eylül denilince akla ne gelir? Yazın bitmesi, bunaltıcı sıcakların son bulması, sonbaharın başlaması... Tatilden dönüş... Okulların açılacak olması.
Bağ bozumu... Güneş vurunca, taneleri altın gibi parlayan üzümlerin toplanması.
İncirlerin olgunlaşması.
Televizyon ve radyolar için yeni yayın döneminin başlaması.
Kitap piyasasının hareketlenmesi.
Ve Mustafa Kutlu'nun yeni bir kitap çıkarması.
* Bakın bu sonuncusu hiç aksamaz.
Okulların açılışı ertelenebilir, televizyonlar yayın dönemini ekim ayına kaydırabilirler fakat Kutlu kitabını mutlaka eylül başında çıkartır.
Yıllardır bu böyledir.
* Evet... Bu Böyledir, Ya Tahammül Ya Sefer, Yoksulluk İçimizde, Yokuşa Akan Sular, Sır, Hüzün ve Tesadüf, Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar ve Chef derken, deneme ve incelemeleriyle birlikte yirmi kitabı bulan -yoksa yirmiyi geçti mi?- Mustafa Kutlu kitaplığına bu yıl bir yenisi eklendi:
Menekşeli Mektup.
* Eylül geldi, zamanıdır, buluşalım dedi.
Sultanahmet'te buluştuk.
Biliyorsun artık gelenek oldu, ilk kitabı sana imzalamam gerekiyor.
Benim için bahtiyarlık.
* Bir gün aksarsa, ne incirin tadı kalır benim için, ne üzümün, ne de mevsimlerin padişahı sonbaharın.
Yüce Mevlâ, hikâyemizin engin gönüllü ustasına uzun ömür ve kalemine kuvvet versin, eksikliğini göstermesin.
Âmin deyin arkadaşlar. Duamız boşa gitmesin.
Ki biz böyle her eylül yeni bir kitabına kavuşalım.
* Menekşeli Mektup'ta üç hikâye yer alıyor.
Birincisi, kitaba adını veren; bir postacının hikâyesi.
İkincisi, Hacca Gidebilmek. 'Kâbe'nin yolları bölük bölüktür / Dünya dedikleri bir gölgeliktir' diye başlasa da ben onu hep 'gölgelüktür' diye okumaktan yanayım.
Son hikâye ise Sarıkamış'ı anlatıyor: Kar Üstüne Kan Damlar.
* Mustafa Kutlu, hayatın acı ve tatlı, iyi ve kötüyle örülü olduğunu bilen ve bunu okurlarına bildiren bir yazar.
Diyeceksiniz ki bunu bilmeyen mi var?
Orası öyle; herkes biliyor.
Herkes sakız çiğner ama Şaziye Hanım başka derler. Tıpkı onun gibi.
Kutlu, belâ, musibet gibi görünenin içinden bile bir güzellik çıkartıp sunabiliyor.
(Misal, belâ içinde elâ vardır.)
Ve her an bir sürprizle karşılaşma ihtimali yüksektir onun hikâyelerinde.
Okur da bunu bilir, öyle okur.
* Adet olduğu üzere kitaptan birkaç satır alacağız; Sarıkamış'tayız...
'Sabah tipi dinmiş, her yanda çın çın öten bir güneş.
Etrafa bakamıyoruz, gözlerimiz kamaşıyor.
Neredeyiz acaba?
Behram Çavuş'a göre dağdan iniyoruz. Bizden öncekiler geçip gitti, aşağılarda ne olduysa oldu.
Bu tipi kimbilir kaç kişiyi kara gömdü.
Kar izleri örtmüş. Yine de dağın yamacından aşağılara doğru döne döne giden bir keçi yolu var sanki.
Bu yolu tuttuk gidiyoruz.
Behram Çavuş benden perişan.
Perişanlık birkaç saat sonra kendini iyice belli ediyor. Evet, biraz uyuduk; dinlendik, kendimize geldik. Ama aç karnına uyku kaç para eder. Günler var ki karnımıza bir tas sıcak çorba girmedi.'
Mehmet Şeker, Yeni Şafak, 4.09.2006.
Mehmet Şeker'in dilinden bu yılki Mustafa Kutlu kitabını sunuyoruz.