« Anasayfa | Künye | Arşiv 14 Ekim 2024, Pazartesi
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Siluet
M. Feyza Yarar
Genetik Miras: Vandalizm

Meşkler
Fatih Özkafa
Hat Sanatının Modern Yorumlara İhtiyacı

[ Tasarım -> Tasarım Sohbetleri ]

Rem Koolhas ile Mimarlık, Kent ve İstanbul Üzerine

16.09.2005 - 17:44

17 Nisan 2005 tarihinde, Philips Lighting sponsorluğunda ARKIMEET konferasına konuşmacı olarak davet edilen ve 3-10 Temmuz tarihleri arasında Uluslar Arası Mimarlık Kongresi' nde de bir konferans veren, dünyaca ünlü Hollanda'lı mimar Rem Koolhaas'ın arkitera.com için Ömer Kanıpak ve Pelin Tan ile yaptığı söyleşiden sizler için bir alıntı derledik.

ÖK: Kent ve bölge planlama projeleri gerçekten işliyor mu?

RK: Bence hiçbir zaman işlemedi. Mimarlar her zaman alçakgönüllülükle yerel olanı önemseyerek başlarlar, dramatize ederler. Fakat insan gerçekten iyi bir şekilde neyin işleyip işlemediğini sorgulamalı. Lagos'a gittiğimde, bu şehrin en işlevsiz kent olduğunu düşünmüştüm, benim için en kaotik ve dramatik kentti. Bu kentte ne olup bittiğini gerçekten anlamam için üç senede üç kez ziyaret etmem gerekti. Kenti anlamaya başlamak için ilk yaptığımız şey helikopterle kente yukarıdan bakmak oldu; gördüklerimiz arasında küçük ölü arabalar, tesadüfen bir araya gelmiş, fakat görünmez bir şekilde organize olmuş birçok şey vardı. 1960'larda geniş çaplı iyi bir altyapı kurulmuş; köprüler ve geniş otoyollar yapılmış. Sonuç olarak aslında çok yabancı olan Batı tarzı bir model kurulmuş; fakat ülke bağımsız olduktan sonra bu yapı zayıflamaya başlamış, birçok şey işlevsiz hale gelmiş, bağlantılar kopmuş. Bahsettiğim modelin işlemediğini söyleyemeyiz çünkü aslında ne işliyorsa, bu model temelinde hala işliyor. Gerçekten organik ve organik olmayan birçok kullanımın bir araya gelmiş karmaşık hali; bu nedenle benim retoriğim: "planlamak zorunda değilsin, çünkü hiçbir fark yaratmıyor" idi, fakat bu retoriğe şimdi mesafeli yaklaşıyorum çünkü nerede ne yaptığıma göre değişebiliyor.


ÖK: Gelecekte asıl gerçekleşecek olan "planlama", fiziksel planlama yerine, gelişim sürecinin planlaması olacak.

RK: Bence "planlama" kelimesi çok yanıltıcı bir kelime. Bu kelimenin anlamı aslında daha çok "müdahale", hatta müdahalenin kendisi"


ÖK: Genel olarak mimarlık eğitiminde bir problem görüyorum. Sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da ve hatta ABD'de pek çok okul, aynı tip mimar yetiştiriyor ve bu sistem çalışmıyor. Neredeyse tüm okullar "star" mimar yetiştirmenin peşinde. Avrupa'daki model hakkında çok fikrim yok gerçi, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

RK: Eğitim ile ilgili birçok olumsuz işaret görüyorum; şu anki mimarlık eğitiminden hoşlanmayan birçok insan tanıyorum. Bu yıl Harvard'da ders veriyordum ve birçok insanın hiçbir şey yapmadığını gördüm. Mimarlık için önemli olan bir araya gelmelerden, toplantılardan insanların kesinlikle kaçtığını, bunlara karşı olduğunu fark ettim. Bunun, bu şekilde yürüyeceğini zannetmiyorum. Bence sınırlar belli, bunun için sistemi değil okullardaki mentaliteyi değiştirmek yeterli.


ÖK: Belki de mimarlık okulları belirli bir mimar tipi yetiştirmeye dayanan bir eğitim sistemine odaklanmak yerine daha çok araştırma biçimlerine yönelmeli...

RK: İnsanları daha çok düşündürmeye sevk etmek...


PT: Atölyeler veya alan araştırmaları yapılmıyor mu?

ÖK: Fakat bu atölyeler bir anlamda bir dezavantaj da oluşturmuyor mu? Atölyeler insanların kafasında yeni pencereler açıyor, fakat sıra üretime gelince işte o zaman bazı problemler ortaya çıkıyor. Üretim sürecinin bence çok ayrı bir anlamı var. Şu anda mimarlık okulları daha çok somut üretim ve şekilleri üzerinde yoğunlaşmış durumdalar. Eğer atölye ve araştırmaya eğilinirse o zaman üretim sürecinin algılanması sorun haline gelmeyecek mi?


RK: Okulların bir şey yapabileceğini sanmıyorum; bu tür yerler sadece değerlerin nasıl işleyeceğini gösteren çevreler. Hem sanatçı için hem de mimar için farklı herhangi bir okul olduğunu sanmıyorum. Bence mimarlığın şu an elinde olan özgürlük, çok farklı alanlarda pratiğini uygulayabilmesi; mesela reklam sektörü, emlak, politika ya da birçok konunun geliştirilmesinde rol oynaması...

ÖK: Gelecekte gerçekten mimarlara ihtiyaç olacak mı? Tabii ki mimarlığa gerek duyuyoruz fakat yapılı çevrenin çok küçük bir miktarı mimarların elinden çıkma.


RK: Aslında mesele şu; bina ve çevre inşası zorunluluğundan kendimizi özgür kılıp bambaşka şeyler yapabiliriz; metinler üretebilir, sergiler kurgulayabiliriz. Son yıllarda yapılan şey bu ve ben bunu çok olumlu buluyorum.

ÖK: Barselona'da, Hermitage Müzesi üzerine yaptığınız sunumu izlemiştim, her şeyi olduğu gibi, olduğu yerde bırakmaya çalışmışsınız. Sizce Guggenheim gibi müze zincirleri kültürel üretimi nasıl etkiliyor; büyük tüketim merkezleri olan bu müzelerin işlevi nedir? Sizce bunlar kendi kendilerini tüketiyorlar mı?


RK: Bence bu konuda bir şey söylemek çok zor; ben algılanması zor sanat eserlerinin bulunduğu ve bireysel olarak bana benle eser arasında mekansal anlamda mesafe bırakıldığı yani yalnız kalabileceğim özgün müzeleri tercih ediyorum. Bu tarzda ancak birkaç müze var. Bir yandan da Singapur ya da Arnavutluk gibi yerlerin "Guggenheim'ı olmasın" demek ukalalık gibi geliyor. Örneğin Singapur gerçekten istiyor...

ÖK: Bunu Guggenheim'ın içeriği için mi yoksa bir marka olduğu için mi istiyor?


ÖK: Belki iki anlamda da farklı iki kullanıcıya hitap edebilir.

RK: Son beş senedir, bu fenomeni olumlu anlamda değerlendirmeye çalıştığımda, bu şekilde gözlemlediğimi söyleyebilirim. Örneğin Çin'de oluşmakta olan ve kesinlikle öngörülemeyen yeni bir durum var. Bu durum, oradaki pek çok garip şeyin toplamından daha fazlası aslında. Bu markalaşma değil. Tüm bu oluşumları, bir tür markalaşma süreci olarak değil de, değişmiş bir çeşit semiotik (göstergebilim) olarak okumaya çalışıyorum. Marka, göstergebilimin zayıf bir boyutu. Örneğin Roland Barthes'ı bilirsiniz, Citroen üzerine de yazmış. Bu da bir çeşit markalaştırma. Ancak tüm bu yüzeyselliğin yanı sıra, bizim pek çok farklı değeri görmemizi de sağlıyor. Belki işte bu yüzden Guggenheim meselesi farklı okunabilir. Böyle bakmaktan hoşlandığımı düşünmeyin, sadece bu durumu küçümsemekte bir fayda göremiyorum; yani Singapur'un Guggenheim isteğini küçümsersem kendimi bu konuda güvenli hissetmem.


ÖK: Çok az bir kısmını görmüş olsanız da İstanbul hakkında düşüncelerinizi sorabilir miyim?

RK: İstanbul'u gerçekten seviyorum çünkü onca senelere rağmen bir yolunu bulmuş ve hayatta kalmış bir şehir. Bu kent hakkında fazla endişelenmeye gerek yok, çünkü tüm katmanlarıyla birlikte kendini sürdürüyor; bu inanılmaz etkileyici bir şey. Tabii ki ben de, diğer kentlerde yanlış yapılmış ve burada kaçınılması gereken durumlar, hatta modernleşme üzerine stratejiler üretmekle ilgileniyorum. Biraz önce yolda beraber gelirken otel zincirlerinin ve uluslararası şirketlerin nasıl binalar yaptıklarını gördük; bence birçok insan bu tür yapılaşmadan sıkılmış olmalı.


ÖK: İstanbul büyük bir kent ve hepimiz onu çok seviyoruz fakat herkes bu kentte eksiklikler olduğunu düşünüyor; belki de böyle düşünmeye zorlanıyoruz. Bir yabancı gözüyle de böyle bir durum söz konusu mu? Belki de tek ihtiyacımız olan basit, temiz bir altyapı.

RK: Evet ben de aynı fikirdeyim, sadece altyapı ve daha yaygın bir metro ağına ihtiyaç var, o kadar. Kentlerin ihtiyaçlarından biri olan marka üzerine konuştuk az önce; oysa bazı kentlerin, Roma gibi, markaya veya daha fazla bir şeye ihtiyaçları yok çünkü onların tarihleri yeterli. Tıpkı İstanbul'da olduğu gibi...

Kaynak: www.arkitera.com

Derleyen: M. Feyza Yarar

17 Nisan 2005 tarihinde, Philips Lighting sponsorluğunda ARKIMEET konferasına konuşmacı olarak davet edilen ve 3-10 Temmuz tarihleri arasında Uluslar Arası Mimarlık Kongresi' nde de bir konferans veren, dünyaca ünlü Hollanda'lı mimar Rem Koolhaas'ın arkitera.com için Ömer Kanıpak ve Pelin Tan ile yaptığı söyleşiden sizler için bir alıntı derledik.  
eni-konu: HaberTümü »

» "Hayallere Sığmayan Minyatür Odalar"
» Kehaneti Bile Yetiyor
» Mukaddes Emanetler'e Modern Düzenleme
» Talih Kuşu Değil 'Tarih Kuşu'
» Yıkılırsa Zobu ve Muhsin Bey'in Kemikleri Sızlar
EkstraTümü »

» Mimarlık İhtiyacı / Ertuğ Uçar
» Fotoğraf Üzerine Okumalar - 1 / Fatma Erbaş
» Picasso ile Yunus Emre / Gökhan Akçura
» Heybesinde "Karıncaların Sözlüğü"nü Taşıyan Yolcu: Hasan Aycın / Adem Turan
» Koruma Kültürüne Bir Bakış; Bir İngiliz Kasabası... / İrfan Önal
1 İmzaTümü »

» Philippe Starck
» Zaha Hadid
» Karim Rashid
» Faruk Akın
» Emrah Yücel

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!