Yine bir Dücane Cündioğlu kitabı başındayım. Bir cümle okuyorum, duruyorum... Etrafımı bir çember kuşatıyor, sıktıkça sıkıyor beni...
Kab-ı Kavseyn ne demektir? Vicdani hale dönüştüremediğimi, ilmen daha iyi anlıyorum... Aslında okurken çok zorlanıyorum. Hatta şu satırları yazarken yazarımızın bana neler diyebileceğini düşünüyorum. Derslerinde yaşananlarla ilgili etrafta çeşitli menkıbeler dolaşıyor : )
Önsözü bir kez daha okuyorum. Son söz niteliğindeki önsöz tekrar hoş geldiniz diyor bana. Altını çizmişim:
"Her yol ayrımında, önümdeki en makul seçenek, hep bana, yaptığımı yapmaya devam etmek olarak göründü: aramak. Evet, sadece aramak. Her hal u kârda, hem de ne pahasına olursa olsun aramaya devam etmek. Aramak, aradığımı bulmak anlamına gelmedi hiç. Gün oldu ne aradığımdan emin olamadım. Gün oldu, doğru yerde arayıp aramadığımdan kuşkuya düştüm. Gün oldu, bulduğumun, bulduklarımın gerçekten de aradığım şey olup olmadığına bir türlü karar veremedim."
Kitabı okuma süresince düşünmeye çalışıyor, sayıklıyorum... Çoğu zaman kendi çığlıklarıma rastlıyorum satır aralarında. Bana en yakın duran, 'matlub' ve 'aramak' sözcükleri. 'Hiç' hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ediyorum...
Yine bir Dücane Cündioğlu kitabının sonundayım. Aslında dairenin sonu başına da denk düşeri deneyimliyorum. Başladığım yerde kendimle karşılaşıyorum. Ben'e bakıp avazımın çıktığı kadar bağırıyorum: Neredesin ey Hazreti İnsan???