NEREYE
GİDİYORUZ?
Nisâ
Aydın
"Yalan dünya" diyoruz. Onu yalancılaştıran
ve bu yalancılığın büyük parçası kendimiz olduğumuz
halde... Hayat denen yolun her engebesinde sarsılış ve
her sarsılışın sonunda hızır gibi imdadımıza
yetişen bir deyiş: "Yalan dünya"...
Ayrılıklarımız vardı bizim bir zamanlar... Büyük
duygu yoğunluklarıyla başlayan, hasretle olgunlaşan
ve vuslatla tamama eren ayrılıklar... Uzaktaki
sevgilinin hayaliyle dolu, hemencecik bitivermeyen
bereketli geceler... Geceyi bile sığlaştırdık âdetâ...
ya o saçma, çoğu kez izleyici dediğimiz gürûhu
aptal yerine koyan programlarıyla televizyon kaplıyor
gecemizi, ya o diksiyon düzgünlüğü yoksunu zavallı
programcılarıyla radyo... Ya da çoklarının bir
"chat" aracı kabul ettikleri, son zamanların
illeti internet...
Atasözlerimiz bile yalan oldu neredeyse... Bir
tanesinde denildiği gibi en iyi dost kitap değil artık...
Kitaplar bize, biz onlara küstük sanki... Açıp iki
satır okuyamıyoruz nedense...
Mekanikleştik âdetâ... Fıtratı gereği kolaylığa
çabuk alışan insanoğlu baştan sona esiri olmuş
teknolojinin... Telefonumuz kesilse sağır,
televizyonumuz bozulsa kör, arabamız arıza yapsa kötürüm
gibi hissediyoruz kendimizi...
Eskiler gibi değil, sürekli zamanla kavga içindeyiz.
Çehrelere, her bir darbeden sonra derin çizgiler atan
bir kavga... Somut ya da soyut birşeyleri kovalıyoruz
durmadan; kullandığımız ulaşım araçlarından,
bitirmemiz gereken işlere; yaptığımız plânlardan,
kurduğumuz hayallere kadar...
Tabiatın güzellikleri de artık çok uzak bizlere...
Elektriğimizi boşaltabileceğimiz bir toprak parçası
bile bulamaz olduk. Arada bir romantikliğimiz tutar, ya
da uykumuz kaçarsa pencereden başımızı uzatıp baktığımızda
dahi yıldızları göremiyoruz bir türlü... O yıldızlar
ki nerden gelip nereye gittiğini, herşey gibi bu dünyanın
da bir sahibinin olduğunu fısıldıyor âdetâ
insana... Ama ne yazık ki bu karmaşanın arasında
farkında olmadan O'ndan, herşeyin sahibinden de uzaklaşıyoruz
belki adım adım...
Tüm bunlarının, çağı yaşamak adına yapıldığı
günümüzde, kendimizi dahi bulamayışımız; hayatı
kolaylaştırmak için uygulanan yeniliklerle, nerede ve
ne zaman harcayacağımızı bilmediğimiz vakitlerin,
sanki hiç yaşanmamış, "yalan" gibi gelen
"an"ların, bir sonucudur belki de...
Bize düşen ise, bütün bunların bilincine varıp
"yalan"cılıktan kurtulmak ve çok geçmeden
kendimizle barışmak olsa gerek... Ve barışmak, sürekli
ihmal ettiğimiz geceyle, sularını vermenin dahi
zorumuza gittiği çiçeklerimizle, birşeyler söylememiz
için sürekli yüzümüze bakan, çoğu zaman sükût-u
hayâle uğrayan kuşumuzla ve sevip de hissedemediğimiz
herşeyle...
|