Yıl:1 Sayı:1  NİSAN 2000

Editörden
Künye
Yazılar - Şiirler
Kültür - Sanat
Mizah

Röportaj

Sağlık
Sizden Gelenler

Anasayfa

 

 
 
 

MAZİDEKİ SAVAŞ

M. Feyza Yarar

Tahta kapıyı gıcırtıyla açtı. Bu ses, o gün evde yaşanan hüznü ziyadesiyle ifade ediyordu. Derin bir nefes çekecekti içine ama çekemiyordu. Sanki sırtından bir bıçak saplanıyordu. Çok doktora gitmişti ama nafile… Çaresi yoktu, bulunamıyordu. Duvarın dibindeki kütüğü çekti ve yavaşça üstüne oturdu. 

Uzaklara baktı çok uzaklara… Dağlar vardı, üstü karlı, insanların ruhuna kasvet veren, dumanlı koca dağlar. Sonra tarlalar başlıyordu. Sarı sarı dalgalanıyordu buğday başakları... Gözü iyi seçmiyordu ama galiba birkaç ırgat vardı tarlalarda... Tarlaların ardı sıra insanoğlu sıralanıyordu. Mahalle mahalle, ev ev insanoğlu... Geri pek kalmamıştı köylü ama olsun evleri duruyordu ya… Gözleri yakınlara düştü bu sefer... Çitten birkaç adım uzaklıktaki çocuklara baktı. Ayakları çıplak, yırtık, yamalı elbiseli çocukları seyretti uzun uzun… Teneke vurmaca oynuyorlardı. Çok masrafsızdı oyunları... Eski bir teneke parçası ve yumruk büyüklüğünde taş gerekiyordu sadece... Şehirli çocuklar gibi paraya endeksli oyunlar oynamıyorlardı onlar... "Öyle olmalı" diye düşündü. "Hiç oyun para gerektirir mi?"

Sonra kendi çocukluğunu hatırladı. Küçük yaşta babasını kaybetmişti, kanserden... Çok sigara içerdi babası... Gümüş bir tabakası vardı. Yeşil avcı yeleğinin cebinde dururdu hep... Tabaka çok güzeldi. İki bölümlüydü, birine tütün koyuyordu, diğerine kağıdını... Kapağı işlemeliydi. Nakış nakış emek emek işlemişti onu ustası... Kim bilir belki bu yüzden çok değer verirdi ona... O zaman eşsiz bir hazine gibi görünen bu tabakayı daha sonraları nefretle anmıştı. Katildi, katiliydi babasının... O da tabakanın katili oldu, derenin sularında boğarak…

Evin büyük kızı olduğu için bütün yük onun omuzlarındaydı. Annesi ve abileri tarlaya çalışmaya gider, o ve küçük kardeşleri evde kalırdı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ev işlerine başlar, kardeşleriyle ilgilenir, sökük diker, yemek pişirirdi. Kısacık cılız vücuduna en ağır yüklerini taşıtırdı. Şikayet etmezdi, daha doğrusu buna hakkı yoktu. Zavallı annesine bu işleri de mi yaptırsaydı yani... İki kaptan başka yemek pişmeyen bu evde yoksulluk hat safhada iken nasıl şikayet edebilirdi. Üzülürdü ama bildirmezdi hiç kimseye. Sadece bayramlarda iri, siyah gözlerine hüzün dolar, babasızlığı iliklerine kadar hisseder, bazen iki damla yaş düşerdi yanaklarına. Ama herkesten saklardı, diğerlerine daima güçlü, metanetli görünmeye çalışırdı. 

Kendisi gibi yetim bir delikanlıyla evlendi yaşı yetince. Yoksulluk iki oda bir salondan ibaret olan bu duvarlar içinde de onu yalnız bırakmamıştı. Sonra çocukları oldu, daha bir sıkı sarıldı hayata... Bu arada dünyada tek dayanağı annesi de vefat etmiş, o muhterem kadının yas günü zifir gibi tarihe gömülmüştü. Ama hiçbir zaman yılmamıştı. Yılların kendisine açtığı bu savaşı kazanmaya kararlıydı, yemin etmişti. 

Yıllar acı ve fakirlik içinde gelip geçmiş, saçlarına ak düşmüş, vücuduna dayanılmaz ağrılar gelip yerleşmişti. Oğulları evlenip şehre göç etmişler, kızı gelin olup gitmişti. Her ay ona para gönderiyorlar, ihtiyaçlarını karşılıyorlardı ama bir gün gelipte elini öpmemişlerdi. Yanlarına çağırmışlar fakat o gitmemişti. Hem onlara yük olmak istemiyor, hem de burayı bırakamıyordu. Yadigarı vardı burada... Kocası, babası, anası kara topraktaydı. Herşeyi buradaydı, herşeyi... Bir kere gelselerdi yanına, bir kere öpselerdi elini, bir kere "ana" diyerek sarılsalardı boynuna... Ahh! Başka bir şey istemezdi. Savaşı kazanmıştı belki, ama oğullarını yitirmişti. 

Buruşuk, nasırlı ellerine düşen damlanın sıcaklığıyla silkindi geçmişten... Buğulu gözlerini güneşe çevirdi. Epey geçmişti vakit... Yemek yapmalıydı. Birden gülümsedi. "Kiminle yemek yiyeceksem" diye düşündü. En iyisi yemeği yine maziyle ve yine eskisi gibi yemekti. Ağır ağır kalktı, içeri girdi ve tahta kapıyı örttü. Kapı yine acı bir sesle gıcırdamıştı.

 

 
Evin büyük kızı olduğu için bütün yük onun omuzlarındaydı. Annesi ve abileri tarlaya çalışmaya gider, o ve küçük kardeşleri evde kalırdı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ev işlerine başlar, kardeşleriyle ilgilenir, sökük diker, yemek pişirirdi. Kısacık cılız vücuduna en ağır yüklerini taşıtırdı. Şikayet etmezdi, daha doğrusu buna hakkı yoktu. 
 
  

Ana Sayfa  l  Editörden  Künye  l  Kültür - Sanat  l  Mizah  l  Röportaj  l  Sağlık  l  Sizden Gelenler  E-Mail