Nick Ludington, Türkiye'de 1960'lı, 1970'li ve 1980'li yıllarda bulunmuş, o tarihten bu yana sık sık Türkiye'ye gelen, Türkiye uzmanı sayılabilecek, iyi Türkçe bilen bir ABD'li meslektaş. Kısa süre önce, son gelişinde günlük gazetelerle ilgili gözlemlerini Radikal için 'Türkiye'nin basını' başlığıyla yazdı. Türkiye'de birçok alanda büyük gelişim olduğunu kaydetmekle birlikte hâlâ birinci sınıf bir gazeteye sahip olamadığını vurguladı.
***
"Türkiye'de birinci sınıf çok gazeteci var. Basım ve dağıtım sistemi dünyanın herhangi yerindeki kadar modern. Büyük gazeteler geniş okur kitlesine ulaşmak için ustalıkla hazırlanıyor. Fakat hiçbir yayımcı Türkiye'de The New York Times, Le Monde, The Daily Telegraph, Zeit veya Stampa gibi bir gazete üretemedi. Aksine basın, yasalarla başı hoş olmayan, karakterleri tartışmalı kimi gazete sahibini kendine çekti.
Türkiye'de ciddiyet sergileyen üç gazete var. Cumhuriyet, Doğan Grubu'nun Radikal'i ve İslamcı Zaman. Bunlar sırasıyla milliyetçi Kemalistleri, Batı yanlısı özel sektör liberalleri ve siyasi İslam'ı temsil ediyorlar.
Cumhuriyet gerçekten ciddi gazete. Türkiye'nin önde gelen aydınlarına yer veriyor. Ama Türkiye'nin rekabet halindeki siyasi hareketler karşısında tarafsız olmaya çalışmıyor. Sütunlarında ve haber takdimlerinde AKP'ye açıkça muhalif. Devlet ve askeri bürokrasiye egemen milliyetçi Kemalistleri destekliyor. Atatürk'ün reformist günlerinden kalma pederşahi yaklaşımını muhafaza ediyor.
En ciddi görünüşlü gazete Zaman. Sayfa düzeni temiz ve modern. Cumhuriyet ve Radikal'in 40'ar binlik tirajlarına karşın, 300 bin tiraja sahip olduğu öne sürülüyor. Zaman, ABD'de sürgünde yaşayan İslami filozof din görevlisi Fethullah Gülen'in liderliğinde tartışmalı bir İslami tarikata ait. Gazete, bununla beraber AKP hükümetinin laik hasımlarına yer veriyor ve objektif olmak için inandırıcı gayret sarf ediyor. Ege Ordu Komutanı'nın AKP'nin öne sürdüğü kimi değişikliklerin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin etkisini azaltmaya yönelik olduğunu ima eden demecine de yer verdi. Zaman'ın dini eğilimi Kuran ve İslami konulardaki geniş reklamlarında ve önem verdiği haberlerinde fark ediliyor. Bu haberlerden birinde tanınmış bir şarkıcının Allah'ın ve duanın gücüyle nasıl kanserden kurtulduğu anlatılıyor. Başka bir hikâye, Balkanlar iç savaşında kör olan Bosnalı bir göçmenin görmeyenler için yazılmış özel Kuran'ı okuyarak 'dünyayı öğrenmesi' hakkında.
Zaman'ın adli takipten korunmak için, bir yandan İslam'ın gelecekteki zaferi için çaba gösterirken, diğer yandan da takiye yapmakta olduğunu düşünenlere yönelik sloganı oldukça meşum; 'Gerçekler Zamanla Anlaşılır'.
Radikal, genel basın gelirinin yüzde 64'üne sahip olduğu öne sürülen Aydın Doğan'ın çok geniş medya imparatorluğunda en ciddi gazete. Radikal'in Yayın Yönetmeni İsmet Berkan ile Ankara Temsilcisi Murat Yetkin şüphesiz Türkiye'de çalışan en iyi gazetecilerden ikisi. Eğer sadece bir Türk gazetesi okuma durumunda olsaydım bu gazeteyi okurdum. Ama Radikal, Türkiye'nin en zengin işadamlarından, eli, sanayi, bankalarla medya içinde olan birinin. Gazete genelde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmek isteyen, bu yoldan askeri bürokrasi ile Kemalizm'in Türkiye'de halen etkili olan, liberalizasyonun çabuk gelmesinin Türkiye'yi anarşi veya İslami rejime yönlendireceği yaklaşımını ortadan kaldırılacağını düşünen, büyük işadamlarının görüşlerini yansıtıyor. Bu açıdan bakıldığında Radikal'in yöneticilerinin patronlarından tamamıyla bağımsız olmadıkları görülüyor.
Yukarıda işaret ettiğim Ege Ordu Komutanı'nın demeci Zaman gibi Cumhuriyet'te de yayımlandı.
Ama Radikal dahil tüm Doğan Grubu gazeteleri haberi görmezden geldiler. Oysa bu anlamlı olan bir haberdi. Buna gazetede yer vermemeyi yeğlemek dünya düzeyinde bir intibaı verme durumunda olan gazeteye uyan bir şey değildi.
Bütün bu gözlemlerden sonra ortaya bir soru çıkmakta; eğer Türkiye tek kaliteli gazete dahi üretebilecek durumda değilse, acaba Avrupa Birliği'ne girmeye hazır mı?"
· SABRIN DA BİR SINIRI VAR / İSMET BERKAN
(16 Temmuz 2003 - Radikal)
Okuyucularım kusuruma bakmasın, bugün bu sütunu Radikal'in iç işleriyle işgal edeceğim. "Madem iç işiniz, kendi aranızda halletseydiniz ya" diye düşünenler çıkabilir, onlara hak da veririm ama bu kez durum aslında bütün Radikal okurlarını ve çalışanlarını ilgilendiriyor, o yüzden konuyu köşeme taşımakta sakınca görmedim.
Bilen biliyor, ben sadece bu köşenin yazarı değilim, kafamda taşıdığım ikinci şapkam 'genel yayın yönetmeni' şapkası. Kendi kendime bu iki görevi ne kadar birbirinden ayrı tutmaya çalışsam da, başkalarının, özellikle de Radikal'de yazı yazan insanların iki şapkayı tek şapka gibi görme ihtimali yüzünden mümkün olduğunca dikkatli olmaya çalıştım bugüne kadar. Mesela bu yüzden, bazı Radikal yazarları benim yazılarımdaki kimi fikirleri eleştiren, hatta zaman zaman benimle alay etmeye varan yazılar yazdıkları halde onlara cevap vermedim; çünkü dediğim gibi yanlış anlaşılabilirdim, istemeden de olsa yanlış bir izlenim verebilir, kendimi savunayım derken gazetem Radikal'e zarar verebilirdim.
***
Bu gazete daha çıktığı ilk gün, kurucu genel yayın yönetmenimiz Mehmet Yılmaz'ın kaleminden bazı ilkeler ilan etti. Bundan 7 yıl önce ilan edilen bu ilkelerden biri, 'Bütün siyasi görüşlere ve siyasi partilere karşı eşit mesafede olma' iddiası. Bu iddiamızı hâlâ sürdürüyoruz, bu gazete bir siyasi partiden ya da görüşten yana değil. Kimseye karşı bir önyargımız yok, kimseye kendimizi sempatik gösterme çabasında değiliz, okurlarımızdan başka kimsenin sempatisine ihtiyacımız da yok.
Radikal'e yön veren bir başka temel ilke de, 'demokrasiden, insan haklarından yana olmak.' Bu ilkeye de Radikal'de 7 yıl boyunca sadık kaldık, başka türlüsünü bundan sonra da düşünmek aklımıza bile gelmez zaten.
Bir de elbette yazmaya gerek bile olmayan ilkeler var. Mesela yasalara saygılı olmak, yasalara uyulduğu sürece bütün görüşleri bu gazetede yansıtmaya çalışmak, mesleğimizin temel ilkelerine uymak gibi.
Bunların ardından bir de altına imza attığımız Doğan Yayın ilkeleri ve bu ilkelerle beraber getirilen Doğan Yayın Konseyi merkezli uygulamalar var. Bu uygulamalara ve ilkelere aykırı bir davranışımız olmaması için sürekli kılı kırk yarıyoruz, haber atlama pahasına bir titizlik gösteriyoruz.
Yani, sonuç olarak Radikal'in ne olduğu ve ona hangi ilkelerin yön verdiği bir sır değil. Belki okuyucular bu ilkeleri sadece ellerine aldıkları gazetede gördükleri titizlikten hissediyorlardır ve bu temel metinleri okuma fırsatları olmamış olabilir... Ama herhalde Radikal'in muhabirinden köşe yazarına kadar her katkıda bulunanı bu ilkelerden bire bir haberdar.
***
Radikal'in bence bir başka önemli ve ayırt edici özelliği, bünyesinde çok sayıda değişik siyasi görüşe ve dünya algılayışına sahip yazarlar bulundurması. Bunun okuyucuya önemli bir hizmet sunduğuna inandım hep ve inanmaya devam ediyorum.
Radikal okuyucusu, diyelim Avrupa Birliği tartışması söz konusu olduğunda en taraftar görüşten en muhafazakâr görüşe kadar pek çok farklı görüşü aynı gün aynı gazeteden alabiliyor, kendince görüşler arasında karşılaştırma yapabiliyor, kendi görüşünü daha kolay oluşturabiliyor. Bu sadece AB konusunda değil hemen hemen her konuda geçerli. Ne bileyim, benim AKP'nin uygulamaları konusundaki görüşümle mesela Mine Kırıkkanat'ın görüşleri arasında her zaman fark var ve bu fark bence son derece sağlıklı da...
Zaman zaman bu görüş farklılıkları nedeniyle Radikal yazarlarının kendi aralarındaki tartışmalara da tanık oluyoruz. Başta söylediğim gibi ben yanlış anlaşılma korkusuyla bu tartışmalara girmemeye dikkat ediyorum; ediyorum ama bunun da bir sınırı var. Tartışılan şey benim kişisel fikirlerim değil de Radikal'in kendisi olunca suskun kalamam. Sonucu ne olursa olsun, Radikal'i savunmak benim işim.
Evet, aslında konumuz dünkü Radikal'de Mehmet Ali Kışlalı'nın köşesinde çıkan yazı. Ama yerimiz doldu, isterseniz Kışlalı'nın yazısının yazarıyla okuruyla bu gazeteyi var eden herkese nasıl büyük bir haksızlık olduğunu yarın konuşalım...
· RADİKAL VE DEMOKRASİ / İSMET BERKAN
(17 Temmuz 2003 - Radikal)
Mehmet Ali Kışlalı, salı günü Radikal'deki köşesini Amerikalı bir meslektaşına ayırmıştı. Kışlalı'nın Nick Ludington adlı meslektaşı da, Türkiye hakkındaki uzun yılların deneyimine dayanan bilgisi ve görgüsüyle Türk basınındaki 'kaliteli gazeteler'i değerlendirmişti.
Hemen söyleyeyim, 'kaliteli gazete' bize yabancı bir tabir. Daha çok Anglosakson geleneğinden gelen ülkelerde bir 'quality paper'-'popular paper' ayrımı var. Bu iki tür gazete birbirinden sadece içerik olarak değil şekil olarak da hayli farklı; biri elinizde tuttuğunuz gazete boyutunda, diğeri tabloid.
Her neyse, bizdeki ayrım daha ziyade 'fikir gazetesi'-'halk gazetesi' ayrımıdır ama bu bile yeterince net bir ayrım değildir. Radikal, hiç kuşku yok, Batılı örnekleri gibi bir 'fikir gazetesi' olmayı amaçlıyor. Daha bu yolda alınması gereken çok mesafe olduğunun ben de farkındayım ama bu yolda çalışıyoruz.
Yalnız ben kendi adıma Radikal'in eskinin ve şimdinin 'fikir gazeteleri'nden de farklı olduğunu düşünüyorum. 'Fikir gazetesi' adı üstünde bir fikrin, hatta kimi örneklerde tek bir kişinin fikrinin gazetesi bizim geleneğimizde. Oysa Radikal bir fikrin değil, bütün o fikirlerin yeşereceği ortamın, yani demokrasinin savunucusu. Bu anlamda, mesela Nick Ludington'ın da Radikal'i kıyaslamak için kullandığı iki diğer gazeteden de çok ama çok farklı. Ama özellikle de Cumhuriyet'ten farklı.
Benim de içinde yetiştiğim okul olan Cumhuriyet bugün demokrasinin değil askeri darbenin savunuculuğunu yapıyor, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri başbakan adına denetleme yapamayacak diye üzülüyor. Radikal ise tam tersine askeri darbe isteyenlere karşı demokrasiyi savunuyor, MGK Genel Sekreteri'nin yetkilerinin budanmasını ise demokrasi açısından sevindirici buluyor.
Her neyse, derdim Radikal'in ne olduğunu Radikal okurlarına anlatmak ya da başka gazeteleri eleştirmek değil, konumuz Kışlalı'nın köşesine taşıdığı yazı...
Bakın, Nick Ludington yazısında Radikal'le ilgili ne diyordu: "Radikal, genel basın gelirinin yüzde 64'üne sahip olduğu öne sürülen Aydın Doğan'ın çok geniş medya imparatorluğunda en ciddi gazete. Radikal'in Yayın Yönetmeni İsmet Berkan ile Ankara Temsilcisi Murat Yetkin şüphesiz Türkiye'de çalışan en iyi gazetecilerden ikisi. Eğer sadece bir Türk gazetesi okuma durumunda olsaydım bu gazeteyi okurdum. Ama Radikal, Türkiye'nin en zengin işadamlarından, eli, sanayi, bankalarla medya içinde olan birinin. Gazete genelde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmek isteyen, bu yoldan askeri bürokrasi ile Kemalizm'in Türkiye'de halen etkili olan, liberalizasyonun çabuk gelmesinin Türkiye'yi anarşi veya İslami rejime yönlendireceği yaklaşımını ortadan kaldırılacağını düşünen, büyük işadamlarının görüşlerini yansıtıyor. Bu açıdan bakıldığında Radikal'in yöneticilerinin patronlarından tamamıyla bağımsız olmadıkları görülüyor.
Yukarıda işaret ettiğim Ege Ordu Komutanı'nın demeci Zaman gibi Cumhuriyet'te de yayımlandı.
Ama Radikal dahil tüm Doğan Grubu gazeteleri haberi görmezden geldiler.
Oysa bu anlamlı olan bir haberdi. Buna gazetede yer vermemeyi yeğlemek dünya düzeyinde bir intibaı verme durumunda olan gazeteye uyan bir şey değildi."
Mantık yürütmeye bakın:
İş dünyası AB'ye girmek istiyor, orduyu da bu yönde engel olarak görüyor. Aydın Doğan da büyük patronlardan biri ve Radikal'in sahibi. Radikal de AB'yi savunuyor. Demek Radikal Aydın Doğan ve diğer bütün patronların sözcüsü. Dolayısıyla Radikal'in yöneticileri patronlarından bağımsız değil.
Bu kadar basit, bu kadar sığ... Kanıtlamaya bak kanıtlamaya... Engizisyon mahkemelerinin savcıları bile birinin cadı olduğunu kanıtlamak için daha ikna edici deliller ararlardı. Bir Amerikalı emekli gazeteci işi şıp diye çözmüş, Kışlalı da bir an tereddüt etmeden bu fikirleri köşesine koyuvermiş.
Bir başka kanıtı daha var Amerikalı emekli gazetecinin: Orgeneral Hurşit Tolon'un sözlerini Radikal'le birlikte Doğan Grubu gazeteleri kullanmamış. Sahiden de zamanında çok tartışılan sözler Radikal'de yer almadı. Peki bu planlı bir tutum mu? Hayır. Basitçe bir gazetecilik kazasına uğrandı, haber atlandı.
Amerikalı emekli gazetecinin bu basit haber atlamayı abartmasını anlamaya imkân yok; Orgeneral Tolon'unkine benzeyen çok sayıda asker görüşünü sürekli sayfalarımızda değerlendiriyoruz. Bu haberleri görmezden gelme gibi bir hakkımız da yok, tavrımız da...
Bilmiyorum, zaman zaman ele güne, herkese gazetecilik ilkeleriyle ilgili ders veren notlar yazan Mehmet Ali Kışlalı, arkadaşının yazısını köşesine taşırken temel bazı gazetecilik ilkelerini aklına getirdi mi? Getirse, en azından bir telefon açıp, "Yahu çocuklar sahiden neden koymadınız o haberi" diye sorsa, belki bu gazetenin yöneticileri onu tatmin edecek bir cevap vereceklerdi.
İşte bu noktada Kışlalı'nın biz gazeteyi hazırlayanlara ve siz okuyuculara karşı yaptığı haksızlığa sıra geliyor ama yine lafı çok uzattım, yerim kalmadı. Yarın dertleşmeye devam edelim...
· SABRIN DA BİR SINIRI VAR (3) / İSMET BERKAN
(18 Temmuz 2003 - Radikal)
Mehmet Ali Kışlalı, neredeyse çıktığı günden beri Radikal'in yazarı. 7 yıl oldu Radikal yayımlanmaya başlayalı. Peki acaba bütün bu zaman içinde bir kez olsun Mehmet Ali Kışlalı'nın herhangi bir yazısına, "Bu yazıdaki görüşler Aydın Doğan'ın görüşlerine uymuyor" denilerek müdahale edildi mi?
İşte kritik soru bu. Eğer sorunun cevabı 'evet'se benim söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ama biliyorum ki gerçekte cevap 'hayır.'
O zaman akla başka bir soru geliyor ister istemez: Gazetecilik ilkelerine olan düşkünlüğünü ve bu ilkelerle ilgili ders veren tavrını kimi zaman yazılarının altına koyduğu notlardan bildiğimiz Kışlalı, neden 'Radikal, kendi patronu başta olmak üzere iş dünyasının sözcüsü, zaten yöneticileri de patrondan bağımsız değil' anlamına gelen bir yazıyı köşesinde yayımlamazdan önce en ufak bir tereddüt bile göstermedi?
Kışlalı, gazete mutfağının nasıl bir yer olduğunu ve nasıl çalıştığını bilmeyen, bu meslekten gelmeyen biri değil. Yıllarca dergi yayımcılığı yaptı, o mutfağı, yani yazıişlerini bizzat yönetti.
O yüzden, bir gazetenin bazen nasıl en basit haberleri atlayabildiğinin de farkında olmalı. Yine o yüzden gazetelerin atladıkları tek tek haberlerle değil uzun dönemli performanslarıyla değerlendirilmesi gerektiğini de biliyor olmalı. Radikal'in Adalet ve Kalkınma Partisi'nin uygulamalarını eleştiren askerlerin görüşlerini haber sayfalarında yansıtmamak gibi bir kararının olmadığını, olamayacağını bu gazetenin bir yazarı olarak Kışlalı bilmiyorsa, görmüyorsa sözün bittiği yere gelmişiz demektir. Öyle olsa, Genelkurmay Başkanı'nın bir grup gazeteciye yaptığı açıklamaları tam metin yayımlayan tek gazete olmazdık; öyle bir kararımız olsa Jandarma Genel Komutanı'nın Türkiye'de irticanın yükseldiğine ilişkin görüşleri haber sayfalarımızda hiç yer almazdı. Ve Aydın Doğan'dan kaynaklanan öyle bir kararımız olsa, en başta orgeneral Hurşit Tolon'un Radikal'in atladığı için yayımlayamadığı görüşleri üstüne en az üç yazı kaleme alan Mehmet Ali Kışlalı'nın yazılarına müdahale edilirdi.
Mehmet Ali Kışlalı gibi bir meslek büyüğüme gazetecilik dersi ve gazetecilikte kalite kontrol dersi verecek değilim ama bir noktaya değinmeden de edemeyeceğim.
Artık köşe yazarı bile olsalar, mesleği ve iddiası gazetecilik olan kişilerin hayatta içine düşebilecekleri en büyük hata bence önyargıların esiri haline gelmektir.
İnsan, gazeteci olarak her şeyden şüphe duymak dışında önyargılara sahip olduğunda onun gözüne bir perde iner, bütün dünyayı o önyargının açısından görmeye başlar.
Doğan Grubu yayın organlarının 'grup' halinde ve kendi içlerindeki rol paylaşımına göre hareket ettiğini söylemek belki bu mesleğin dışındaki kişilerin içine düşebilecekleri bir kolaycılık ve önyargı olabilir. Ama insan kendisine 'gazeteci' diyorsa, başka her şeyden önce 'profesyonel gazete okuyucusu' olmalıdır ve hiçbir 'profesyonel okur' da Doğan Grubu gazeteleri arasındaki kıyasıya rekabeti gözünden kaçırmaz.
***
Bu köşeyi, aslında hiç de yazmak istemediğim bir konuda üç gün boyunca işgal ettiğim için okurlarımdan özür dilerim.
Bu yazıların tek sebebi, Kışlalı'nın salı günü bu gazetede çıkan yazısı karşısında Radikal yazıişlerinin duyduğu infial. Kışlalı, Amerikalı arkadaşının övüyormuş gibi yapıp iler tutar tarafı olmayan suçlamalarını ve kıymeti kendinden menkul önyargılarını kaleme aldığı yazısını hiçbir kalite kontrolü uygulamadan köşesine taşıyarak hem bu gazeteye her gün emeği geçenlere hem de kendisinin de aralarında bulunduğu Radikal yazarlarına karşı çok büyük bir haksızlık yaptı bence.
· KALİTELİ GAZETE TARTIŞMASINDAN GERİYE KALAN / EKREM DUMANLI
(21 Temmuz 2003 - Zaman)
Ciddi bir tartışma yapılabilmesi için yabancı bir uzmanın bir şeyler yazması gerekiyor galiba. Medya dünyası bir haftadır Mehmet Ali Kışlalı'nın köşesini konuşuyor; çünkü Kışlalı 'Türkiye'de neden kaliteli gazete yapılamıyor?' sorusuna yabancı bir yazarın yazısıyla cevap aradı. İyi de etti. Başka türlü tartışma ortamı oluşmuyor bu ülkede.
Kışlalı'nın misafir sanatçı muamelesi yaptığı Nick Ludington, Harvard'ta tarih okumuş, 1961'de Türkiye'ye gelerek Türk-Osmanlı tarihi üzerine araştırmalar yapmış. Columbia Üniversitesi gazetecilik bölümüne girerek mesleğe ilk adımı atan Ludington, Türkiye'de de gazetecilik yapan bir insan. Şu an New York'ta yaşayan emekli gazeteci, Türkiye ile hâlâ yakından ilgili.
Ludington'a göre Türkiye'de ciddiyet sergileyen üç gazete var: Cumhuriyet, Zaman ve Radikal. Amerikalı gazeteci bu tespitin ardından her gazete için bir kısım eleştiriler yöneltiyor.
Yazar, 'Cumhuriyet gerçekten ciddi gazete' dedikten sonra bu ciddiyeti gazetenin aydınlara verdiği öneme bağlıyor. Ne var ki Cumhuriyet'in duruşunda büyük bir hata tespit ediyor Ludington. 'Ama Türkiye'nin rekabet halindeki siyasi hareketler karşısında tarafsız olmaya çalışmıyor.' diyor. Amerikalı bir gazeteci için bu, önemli bir eksiklik. Gerçekten de Cumhuriyet, objektif habercilik sınırlarını çok zorluyor ve bu haliyle soğuk savaş döneminin hırçın 'fikir gazeteleri'ni andırıyor.
Üç ciddi gazete arasında zikredilen Radikal'de deprem tesiri icra etti malum yazı. Radikal için iki keskin eleştiri yapılıyordu. Önce 'basın gelirinin yüzde 64'üne sahip olduğu öne sürülen 'geniş medya imparatorluğu'na vurgu yapılıyordu. Ardından da Radikal için 'Büyük işadamlarının görüşlerini yansıtıyor.' deniyordu. Hatta bunu ispat için bir de örnek veriyordu yazar. İddiaya göre Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon'un AKP hakkında yaptığı eleştiri sadece Zaman'da ve Cumhuriyet'te yer almış, Doğan Grubu'nun hiçbir gazetesinde kendine yer bulamamıştı.
Radikal Genel Yayın Yönetmeni, hem Kışlalı'ya hem de misafir kalemine ateş püskürdü. Haklılık payı var. Gazetecilik yapan herkes bilir ki kimi zaman bazı önemli haberler bile atlanabilir. Bu tarz konuları alelacele patron müdahalesine bağlamak doğru olmayabilir.
Amerikalı gazeteci önce 'En ciddi görünüşlü gazete Zaman. Sayfa düzeni temiz ve modern.' itirafında bulunuyor. Diğer iki gazete için açtığı parantezi Zaman için de açıyor. Bekliyoruz ki gazetenin haber ve yorumculuğu konusunda ele avuca gelir eleştiri yapsın. Ancak mesleki açıdan tek bir eleştiri yok. Zaman'a 'İslamcı' diyen yazar bir sürü yalan yanlış ve ideolojik görüş sıralıyor. Düzeltilecek gibi görünmüyor. İlginçtir, konu gazetecilik olunca yere göğe sığmaz övgüler sıralanıyor. Mesela diyor ki: 'Gazete AKP hükümetinin laik hasımlarına yer veriyor ve objektif olmak için inandırıcı gayret sarf ediyor.'
Peki problem nerede? İslamcılık, tarikatçılık, siyasi İslamcılık gibi saçma sapan iddiaların özünde önyargı var. Ciddi gazete konusunda yazıyorsan gazetecilik kriterlerini kullanmak zorundasın. Hele bir tuhaf iddia var ki evlere şenlik! Efendim Zaman, takiye yapıyormuş da o yüzden sloganına (Gerçekler Zamanla Anlaşılır) diyormuş. Pes doğrusu! Anlaşılan yıllarca boşuna kalmamış bu ülkede beyefendi; en azından 'şark kurnazlığı'nı öğrenmiş.
Medya eleştirileri önemli; çünkü yol gösterici özelliğe sahip. Ne var ki mesleki ölçüler yerine önyargılarınızı ortaya koyarsanız gazeteler için yaptığınız objektiflik çağrısı sizin de yakanıza yapışır...
Onca yanlış yoruma rağmen Kışlalı'nın vesile olduğu tartışmanın faydalı olduğu kanaatindeyim. En azından 'kaliteli gazete' arayışlarını gündeme getirmiş oldu. Ayrıca yazının çıkış noktası çok doğru bir mecrayı işaretliyordu; çünkü yazar basım, dağıtım sistemlerinin bu kadar mükemmel olduğu bir ülkede 'The New York Times, Le Monde, The Daily Telegraph, Zeit veya Stampa gibi bir gazete üretemedi.' diyor. Doğru bir tespit. Bu tespitten sonra yapılan tenkitlere kızmak yerine, 'Neden bizde dünya çapında gazete yok?' sorusuna cevap aramakta fayda var. Şayet gazeteciliğin dünya ligine yükselmesini istiyorsak...
Cumhuriyet cevap vermek zorunda
Mehmet Ali Kışlalı'nın başlattığı tartışma, ilginç ayrıntılara da dikkat çekiyor. Mesela Radikal Genel Yayın Yönetmeni üst üste üç yazı kaleme aldı, öfkesini dile getirdi.
Bu arada İsmet Berkan'ın Cumhuriyet için söylediklerini ilginç buldum. Radikal'in ciddi gazete olarak anılan Zaman ve Cumhuriyet'e benzemediğini ifade ettikten sonra 'Özellikle de Cumhuriyet'ten farklı' diyor. Şu satırlar Berkan'a ait: Benim de içinde yetiştiğim okul olan Cumhuriyet bugün demokrasinin değil askerî darbenin savunuculuğunu yapıyor. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri başbakan adına denetleme yapamayacak diye üzülüyor...
Şimdi Cumhuriyet bu iddiaya cevap vermek zorunda. 'Askerî darbenin savunuculuğu' kadar ağır bir suçlamayı bu sütunda defalarca yaptık. Biz söyleyince bazıları bunu objektif bulmuyor. Sanılıyor ki öteden beri devam eden bir kavganın hıncıyla yazıyoruz. Hayır. Cumhuriyet'in yayınlarına birkaç gün bakan herkes aynı kanaate kapılır. Keşke Cumhuriyet, demokrasi konusunda kendini bir kere daha hesaba çekse. Eminim kazanan, Türkiye'miz olur...
--------------------
Derleyen: Mehmet Harmancı
» Yabancı Gözle Gazeteler / M. Ali Kışlalı (15 Temmuz 2003 - Radikal)» Sabrın da Bir Sınırı Var / İsmet Berkan (16 Temmuz 2003 - Radikal)» Radikal ve Demokrasi / İsmet Berkan (17 Temmuz 2003 - Radikal)» Sabrın da Bir Sınırı Var (3) / İsmet Berkan (18 Temmuz 2003 - Radikal)» Kaliteli Gazete Tartışmasından Geriye Kalan / Ekrem Dumanlı (21 Temmuz 2003 - Zaman)