Zümrütten Bir Dostluk: Sakine Akça ile "Elveda Ankara" Üzerine
Röportaj: M. Feyza Yarar
25.09.2005 - 19:03
2 Şubat 2004'te Konya, tarihinin en büyük travmalarından birini yaşadı. Şehrin lüks sayılabilecek caddelerinden birinde bulunan 11 katlı Zümrüt Apartmanı akşam saatlerinde birdenbire çöktü. Yakın çevrede bulunanlar olay yerine gittiklerinde ancak birkaç metre yükseklikteki beton yığınıyla karşılaştılar. Televizyonlar bu korkunç olayı duyurmakta gecikmedi. Ne bir sallantı, ne başka bir şey... Sadece "Zümrüt" çökmüştü olduğu yere, içinde yaşayanlar ve bayram sebebiyle ziyaret için orada bulunanların üzerine...
Zümrüt'te yakını olanlar olay yerine koştu hemen. Gitmeyenler arama kurtarma çalışmalarını ekrandan, canlı yayında seyretti. Daha sonraki günler boyu enkaz altında kalıp da hayata gözlerini yumanların isimleri geçti ekranda, altyazıyla...
İşte bu isimlerden biriydi "Safiye Oğuzalp". Kızı, iki oğlu ve annesi ile beraber enkazdan cansız çıkarılmıştı. O acı günlerde sadece altyazılarda bir veri, gazetelerde bir istatistik olarak geçen bu isim, Sakine Akça'nın "Elveda Ankara" adlı kitabında bu sefer hayatıyla çıktı karşımıza.
Sakine ve Safiye Hanımlar üniversite için gittikleri Ankara'da aynı evde yaşamaya başlar. Bu birliktelik kısa sürede vazgeçilmez bir dostluğa dönüşür. Pek çok zorluk beraber göğüslenir, haksızlıklara birlikte karşı çıkılır, hayırlara birlikte vesile kılınırlar. Ne var ki bu dostluk takdir-i ilahi'nin Zümrüt Apartmanında Safiye Hanım'ın vefatıyla tecelli etmesiyle yön değiştirir. "Yanıbaşımda bu kadar güzel ve zor bir hayat yaşanmışken yazmamazlık yapamazdım" diyen Sakine Akça, dostunun hikâyesini kendi ağzından dinledikleri ve beraber yaşayıp gördükleriyle yazar. Kitabın ismini de Safiye Hanım'ın üniversiteyi tamamlayamadan bırakmasına ithafen "Elveda Ankara" koyar.
Hem kamuoyunda hukuki yönü hariç fazlaca yer bulmayan bu elim olaya hem de bu kitap vesilesiyle tanıştığımız rahmetli Safiye Oğuzalp'in hayatına dikkat çekmek için Sakine Akça ile konuştuk. "Çok zordu yazmak, o günleri yeniden yaşamak" derken ne kadar zor olsa da bir ismi, bir hayatı, bir dostu yazıya dökmenin ve yazıya dökülebilecek bir dostla beraber olmanın mutmainliği vardı yüzünde...
İsterseniz sondan başlayalım: başlangıcında normal bir şekilde başlayan ve normal seyrinde ilerleyen süreç ani bir vefat dolayımında boyut değiştiriyor. Ölüm normalde beklenen bir şeydir. Fakat sizin başınıza gelen hadise çok ani ve beklenmedik idi. Bunu nasıl kabullendiniz ve nasıl içselleştirdiniz?
Birinci soru en zor soru herhalde öyle mi? (Sessizlik). Valla buna net bir cevap vermek o kadar kolay değil ama önceki hazırlıklarımızın faydası olmuş. Yani belki Kur'an'a bağlı bir çizgide yaşamaya çalışmanın epeyi bir faydası olmuş. (Ağlamaya başlar). Bu soru en zor soru!
Safiye Hanım'ın hayatını yazmaya onun vefatından önce karar veriyorsunuz. Hatta kendisi bu kararınızı uygulamanız için sizi uyarıyor. Vasiyeti olmasa yazmazdım da diyorsunuz. Sizi onun hayatını yazmaya iten ve vefatından sonra bundan vazgeçiren sebepler nelerdi?
Şimdi sağlığında yaşadıklarını yazmak daha kolaydı ama bu ani ölüm eklemlenince bu sefer sözü aşan bir durum meydana geldi. İfade sıkıntısı çekerim korkusuyla veya hissettiklerimi tam aktaramam korkusuyla yazmaktan kaçındım. Fakat işte sürekli son dönemde vasiyet tarzında uyarıları oldu bitir şeklinde, çok da ilgilenmediği halde. Gerçekten o uyarıların tesiriyle yazdım. Aksi takdirde hissettiklerimin kelimelerde karşılığı yok. Onun için muhtemelen yazmazdım.
Neden?
Bu kitap benim okuduğum kitaplar arasında en zor kitap, kendim yazdığım için. Çok zor bir kitaptı. Başlangıçtaki anıları tekrar yaşamak, tekrar hatırlamak çok zor oldu benim için.
Süreç zor gelişti yani...
Tabii ki. Yani belki kendi içimde yaşardım ama bunu dışarı vurmak istemeyebilirdim. Daha fazla kapanabilirdim. İçe dönebilirdim ölümden sonra. Fakat o sürekli uyarılar çok yakın bir tarihte yapılmış olduğu için içe dönemedim, mecbur kaldım ve yazdım. Tabii bu kitap ana hatlarıyla aynı şeyler olur belki ama bu kitabın aynısından olmazdı. Bugün yazsam yine başka bir şey, başka bir kitap çıkar. Çünkü çok sayıda anı var, çok sayıda duygu var. Yine iyi sığdırdım diye düşünüyorum.
Peki, sizi yazmaya iten sebepler neydi?
Valla işte önceki niyetimiz var, birlikte konuşmalarımız var, ortada bir sıkıntı var, bir sorun var. Bu sorunu da yaşamış birisi olarak hayatı önemliydi. Yani bu sorunun üzerine başkalarını da bindirmiş buna rağmen götürmüş, tek Allah'ın rızasını ön plana koyduğu için, lokomotifi o olduğu için götürebilmiş bir insan. Yani yanıbaşımda duran bir insandı ve önemli bir hayatı vardı. Yazılması lazımdı.
"Elveda Ankara" çok sahici bir kitap... İçinde hiç yaşanmamış bir olay yok, bu anlamda yalan da yok. Tüm bu gerçeklikte Safiye Hanım'ın hayatını sahiplendiğini her safhada görüyoruz. Bu sahiplenme konusunda neler dersiniz?
Şimdi bir defa sağlam bir kader inancı var. Yani inancın temeline sağlam bir kader inancı konmuş. Onun üzerine olayları göğüslemek kalıyor. Olayları Allah-u Teâla'nın öğrettiği biçimde göğüslemek, O nasıl istiyorsa o şekilde göğüslemek ve sürekli aynı çizgiye yakın gitmek veya çizginin üzerinde gitmek, dışarı taşmamak. Hudutlarınız belli olunca sadece rolünüzü oynuyorsunuz. Hudutlarınız belli, karşınıza çıkan olaylar karşısında nasıl tavır almanız gerektiği de belli. Onun için Safiye Hanım'a bu durum pek de zor gelmedi. Çok zorluklar yaşadı dıştan bakıldığı zaman ama onun kalbinin sürekli mutmain olduğunu düşünüyorum.
Kitapta dikkatimi çeken bir husus da şu oldu: Safiye Hanım'ın hayatına dair en ufak ayrıntılardan bile haberdarsınız. Mesela pikniğe gittiğinde ne pişirdiğinden... Bu ayrıntıları siz günlüklerinden mi öğrendiniz yoksa kendisi hayatta iken de bir şekilde bu ayrıntılardan da birbirinize haber verir miydiniz?
Evet, haberdardım, bütün ayrıntılardan haberdardım. Mesela evinin içi tamamen gözümün önündedir. Giyimi, kuşamı, her şeyi... Bütün ayrıntılardan haberdardım. Çok az bir bölümünü günlüklerden aldım. Zaten büyük bir bölümünü beraber yaşadık. Çok azı ayrı yaşanmıştır, onlardan da haberdardım. Sürekli paylaşırdık çünkü.
Yukarıdaki sorunun bir devamı olarak da şu geliyor insanın aklına. İnsanın kendisi yeterince yüklü iken bir başka insanın hayatına dair en ufak ayrıntıları bile bilecek kadar onu yüklenmek, sahiplenmek zor değil mi?
Biz pek ayrı değildik birbirimizden (yeniden ağlamaya başlar). O da benimle ilgili olan ayrıntıları biliyordu, belki benden daha fazla biliyordu, belki daha fazla dikkat etmişti. Bilemiyorum bu nasıl bir şey. Tabii başlangıçta Allah-u Teâla'nın nasip ettiği büyük bir sevgiden bahsetmek lazım.
Peki, bütün bu yaşananlar yani sizin için gerçek fakat okur açısından o kadar gerçek olmayan hatta kurgusal bile olabilen bir hayatı yazıya dökmek nasıl bir duygu?
Doğru şeyler yazdığımız için, yaşadığımız şeyleri yazdığımız için güzel bir duygu. Faydalı olabilir. Bazı karelerden insanların faydalandığını duyuyorum. İnsanlar arayıp Safiye Hanım'ın herhangi bir hareketinden etkilendiklerini ve ondan hareketle yapmakta oldukları yanlışı düzelttiklerini söylüyorlar. Belki böyle bir şeye sebep olacaktı ve bunun için süreç bu şekilde böyle devam etti. Rabbim onun için bunları bize nasip etti. Bilmiyorum. Belki onun ölümünden sonra da devam edecekti Allah-u Teâla'ya olan hizmetleri. Onun hayatı bir eser olarak karşımıza çıktı. Yani devam eden bir eser olarak. İnşallah çok hayırlı şeyler olacak diye düşünüyorum.
Peki, her şeyi yazdığınızı düşünüyor musunuz?
Her şeyi yazmadım. Bazı şeyleri yazmadım. Fakat bunlar az sayıda ve önemli şeylerdi, onları yazmadım. Belki bir süre bende mahfuz kalacak onlar. İleride belki...
Dostluğun bitmediğini ve bitmeyeceğini ifade etmişsiniz. Peki, kitap bitti mi sizce?
Kitap bitmedi. Kitap devam ediyor. Bir defa benim içimdeki bölümü çok çok büyük! Devam ediyor. Tabii o yazmadığım kısımlardan ziyade yeni gelişen şeyler olarak da devam ediyor. Belki ileride yazılabilir. Yani çok da önemli olmayabilir, bilmiyorum.
Bir röportajınızda kitabın Safiye Hanım'a bir borç bildirisi olarak yazıldığını söylüyorsunuz ve ekliyorsunuz: "Keşke bir de merhaba'sını yazabilsem". Yazacak mısınız?
Merhaba'sını yazmak bilemiyorum bana mı nasip olur yoksa benden sonra bir başkasına mı nasip olur? Onu bilemiyorum. Elveda süreci biraz uzun sürdü, çokça can yaktı. Keşke bana nasip olsa.
Yazı şu anda sizin için nerede duruyor?
Yazı -kendi açımdan söyleyecek olursam- biraz paketlenmiş bir şey. Yani eğer ben kaynaksam testiye doldurulmuş bir bölümü diyebiliriz buna. Çok büyük bir şey değil aslında düşündüğümüz vakit. Ama bir yerlere ulaşır da birilerinin susuzluğunu giderebilirse yani bir damla su mesabesinde bir özelliği var. Onun haricinde belki kaynağı biraz temsil etme özelliği var. Ama kaynağın tamamını, bilemiyorum, bir testi ne derece ifade eder.
"Yanıbaşımda bu kadar güzel ve zor bir hayat yaşanmışken yazmamazlık yapamazdım" diyen Sakine Akça ile Beyan Yayınları'ndan çıkan kitabı "Elveda Ankara"yı, Zümrüt Apartmanı'nın ansızın çökmesiyle gelen büyük acıyı ve bir dostluğun hikâyesini konuştuk.
Bir ikindi vakti kapım çalındı, gelen Sakineydi.sana kitabımızı getirdim, fikirlerini bana bildir dedi ve gitti. Hemen abdest alıp kitabı okumaya başladım. Aslında kitabı okumuyor, yaşıyordum. Olaylar, kahramanlar film şeridi gibi gözümün önüne geliyordu. Her şey o kadar gerçekçi ve akıcı gidiyordu ki, kitap elimde canlandı.Ben kitabın içine "On iki Eylül ve Beştepe Günleri"nde giriyordum.
Safiye’nin annesini, babasını, çocukluğunu, gençliğini, Ankara’ya merhaba deyişini, Emek’teki günlerini, okuldaki sıkıntılarını, evliliğini, kitaptan öyle bir öğreniyoruz ki, Safiye hepimizin kardeşi oluyor.Bu zamanda böyle mübarek hanımlar varmıymış demekten, insan kendini alamıyor.Tabi muhterem eşi Savaş Bey içinde aynı şeyler geçerli.Her kare kaneviçe gibi öyle güzel işlenmiş ki, kitabı elimden bırakamadım.Ertesi günü ikindi vakti "İki Şubat Akşamı Günlerden Pazartesi" bölümüne geldiğimde artık devam edemeyeceğimi düşündüm. Çünkü ağlamaktan gözlerim şişmişti ve sesime de hakim olamadım.
"Ve gözlerindi sürgün sebebim..
Çok çabuk çekildin hayatımdan
Kaderle el eleydin,
Bense kederle sarhoş...
Yarım kalmıştı hikayemiz
Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden
Tutamadım, gitmede diyemedim
Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda
Zaman çok kısaydı bizim için
Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar
Nede elveda diyebilecek kadar..."(Abdülhak Hamit)