Yıl:2 Dönem:2 Sayı:3/15

       

     
 

SAKSAĞAN

OSMAN ÖZBAHÇE

osmanozbahce@yahoo.com

 
     
  DERGİLERDE ŞİİR

Edebiyat dergilerinin Eylül, Ekim, Kasım, Aralık 2001 tarihli sayılarında yayımlanan şiirleri incelediğimizde, şu husus net bir biçimde öne çıkmaktadır: Belirli bir ölçüye göre yazılan şiirler daha başarılı. Örneğin hece ölçüsüyle yazılan şiirler, derli topluluk ve disiplin açısından, serbest ölçüye göre yazılan şiirlerden daha başarılı. Serbest ölçüyle yazılan şiirlerde de, şiirin, örneğin eşit uzunlukta cümlelerden oluşmasını esas alan şiirler daha başarılı. Bu durumda, İsmet Özel'in, katıldığı bir televizyon programında, Süleyman Çobanoğlu'nun şiiri için yazdığı yazıdan hareketle sarf ettiği, "Türk şiirinin, bir yerden kendini sağlığa kavuşturması gerektiği endişesi taşıdığım için hem hece veznini uygulamış, hem de şiir titizliğini elden bırakmamış bir metnin, Türk şiirinin çıkış yolunda faydalı bir işlev yerine getireceğini düşündüğüm için böyle bir yazı yazdım," şeklindeki sözlerini, geç de olsa tartışmaya açmak gerekmektedir.

Dikkat çeken bir başka husus; şiirimiz bir belirsizlik sorunu yaşamaktadır. Bu cümleden olmak üzere, şairlerimizin, içinde bulunduğumuz dönemde belki de en önemli sorunları, ne söyleyeceklerini bir türlü bulamamak, nasıl söyleyeceklerine bir türlü karar verememek sorunudur. Hece şiirinde, şairin kulağının sesle uyuşması tehlikesi vardır. Hece şiiri okurken ses çoğu zaman aldatır bizi. Hecenin kolaylığı ve kendine özgü kimi açmazları bir yana, bugün heceyi deneyen şairler, sınırları belli bir şiir tarzının içinde kendilerine ait bir ses bulmaya çalışırken, serbest ölçüyü esas alan; fakat serbest ölçünün imkanlarından habersiz olanlara göre, daha başarılı gibi duruyorlar ve fakat hece ölçüsünü esas alanların rahatlığı, serbest ölçüyü esas alanların dağınıklığı türünden, yeni bir soruna kapı açmaktadır. Hece ölçüsüyle yazanlardaki rahatlık da, serbest ölçüyle yazanlardaki belirsizlik ve dağınıklık da ciddi bir sorun teşkil etmektedir.

Uzun süredir şiir yayımlamayan Ahmet Şirin, Mehmet Ocaktan, Kemal Sayar, Mustafa Yürekli gibi isimler, son aylarda peş peşe şiir yayımlamaya başladılar. Ahmet Şirin'in, "Zamanlar", (Hece 56, Ağustos) "Ay Şiiri", (Hece 57, Eylül) "Lâmelif", "Kırıklık", "Dönüş", "İsimsiz" (Hece 58, Ekim) adlı şiirlerinin tek özelliği kısa oluşları. Uzun şiirin bir yeri aksarsa, sadece bir yeri aksar, iddiasının savunulabilir bir yanı vardır; fakat kısa şiirin bir yeri aksarsa, şiir iptal olur. Kısa şiir vurup geçmelidir. Yoğun, iç içe sıkıştırılmış bir kusursuzluk arz etmelidir. Bir kısa şiirde bir konu işlenmelidir. Yatay genişleme yerine, dikey derinlik tercih edilmelidir. Kısa şiire, "Nihayet / İşte mağlûbum // Ey aşk / Şimdi beni bir muzaffer gibi karşıla / Beni bağışla / Beni kabul et / Bana sükûnetini ver," ("Dönüş", Hece 58, Ekim) şeklinde uzun şiire özgü bir girişle başlanıp hiçbir şey söylenmeden bitirilmemelidir. Ahmet Şirin'in bu şiirinde, ne sözün birden kesilmesindeki gerilim ve bu tedirginlikle yeniden başlayan şiir, ne de şiirin herhangi bir unsuru vardır. Ahmet Şirin'in, "İsimsiz" adlı şiiri, son zamanlarda yayımladığı şiirlerin tipik bir örneğidir: "İsimsiz / Simsiz / İmsiz / Mimsiz / Siz / İz / Zzz." Oysa Oktay Salih'in, "Ark ve Savak" (Dergâh 140, Ekim) adlı kısa şiiri, okuyucuya, oyun oynamanın ötesinde bir şeyler söylüyor: "nicedir aklımda iki sözcük / sıkıp gevşetiyor dilimi / ark ve savak... // hayat diyorum ne kadar tuhaf / avucumun kıvrımında uyuyor / iki söz mırıldanarak: / ark ve savak." Bu şiirde geçen "ark" ve "savak" kelimelerinin anlamını bilmesek, hiç öğrenmesek bile bir şey kaybetmeyiz. Bu şiir içimizde yer ediyor. Bizde bir karşılık buluyor. Oktay Salih'in, "Ark ve Savak" adlı şiiri ses, ifade bütünlüğü, bir şiirde tek bir şeyi anlatma, imge, metafizik açılım, kelime tasarrufu açısından başarılı bir şiir.

Kemal Sayar'ın, "Sessizlik" (Dergâh 140, Ekim) ve "Market Kadını" (Hece 58, Ekim) adlı şiirleri, hazır kalıplara yaslanan edilgen tutumlarıyla, Kemal Sayar'ın, bundan sonraki şiirlerinde, içi boş bir duygusallığın izini süreceğinin işaretlerini taşımaktadır. Her iki şiirde de kır hayatına özlem duymak ve buna mukabil şehir hayatından sıkılmak temaları işlenmektedir. Her iki şiirde de, konuşan özne, şiirlerin abartılı duygusal atmosferinde yitip gitmektedir. Kemal Sayar'ın şiirlerinde, konuşan özne, güçsüz ve edilgen yapısıyla okuyucuya birtakım kartpostal resimleri çizmektedir. Bu cümleden olmak üzere, "Sessizlik" ve "Market Kadını" adlı şiirlerin bel kemiği, manzara resmi çekmek olgusudur. Her iki şiirin iletisi de, kır hayatının iyi bir şey, şehir hayatının kötü bir şey olduğudur. "Sessizlik" adlı şiirin, iletisine mukabil önerisi, kırda sevgiliyle baş başa kalmak, "Kalbinin atışlarını duyabilirim / İçinde bir yaz gezmesine çıkan çocuğu / Ve dudağın en uzak sokağında / Biriken dilini hayatın / Sökebilirim, öğrenebilirim"mektir. Bu şiirdeki mantık ve yapay duygulanım, aynıyla, "Market Kadını" adlı şiirde, ruhsal boyutlar kazanarak sürmektedir. "Son atlasta unutulmuş ülke," "kahrından kuruyan nehir," "ceylanların hayata çıkışı," cümlelerindeki mantık hataları; "Kasiyer kızın gözlerinden / Belki bir günbatımı alırım," "Dünyaya alışveriş için mi gönderildim ben?" "Verin ruhumu bayım / Alın ne olur şu plastik (kredi, oö) kartı(nı, oö)" cümlelerindeki kurnazlık dikkat çekmektedir.

Kemal Sayar'ın, Ekim ayında yayımlanan şiirlerindeki sorunlar, "Kötülüğün Okları" (Dergâh 141, Kasım) ve "Montreal Mektupları" (Hece 59, Kasım) adlı şiirlerinde de sürüyor. İlk dönem Cumhuriyet şairleri gibi, hayata dair herhangi bir sorumluluk taşımayan, dağda bayırda gezip tozan, alabildiğine dağınık, geçiştirmelerin, sıradan hırs ve arzuların kesik kesik dile getirildiği arkaik şiirler yazıyor Kemal Sayar.

Mehmet Ocaktan'ın, "Canımın Şehirleri", (Kaşgar 24, Kasım-Aralık) adlı şiiri, tatilde bir duyguya kapılmak merkezli; insana, örneğin Selim İleri'nin, Her Gece Bodrum, adlı kitabının adını hatırlatan, hazır kalıplarla örülü 'romantik' bir şiir. Kemal Sayar'ın şiirlerindeki özsüzlük bu şiirde de var. Kemal Sayar ve Mehmet Ocaktan'ın şiirlerindeki duygusallığın hayata dair gerçek karşılıkları yok. Bir şeyi değiştirmeye, bir işe, oluşa dönük bir tarafları yok. "Canımın Şehirleri" adlı şiir, "Bir gün gelecek Ege'nin kıyılarında / her gece tenle ruh arasında / şarkılara beş kala / bütün kadınlar ölecek,"şeklinde başlamakta, "Ateşin tadını alsam da / yazın son gecesinde sizin için / bin kerre yansam da," şeklinde devam etmekte, "elimde ölüm gibi güzel / bir melekten başka ne kalır," şeklinde bitmektedir.

Kemal Sayar, Mehmet Ocaktan ve Ahmet Şirin'in şiirlerine şu basit soruyu sormak gerekir: Tamam, böyle olmuş da ne olmuş? Şairin söylediği hiç olmazsa bir incir çekirdeğini doldurmalıdır.

Nurettin Durman'ın, "Muhbir" (Dergâh 140, Ekim) adlı şiiri, on yedili hece ölçüsüyle yazılmış, ses ve ifade bütünlüğüne önem veren başarılı bir şiir.

Mustafa Ünal'ın, "Fundamentalist" (Hece 58, Ekim) adlı şiiri başarılı bir şiir. "Ben büyük coğrafyaların iskenderiyim / bedenim alışık ölümcül zevklere / bir elimde fethin gümüş kılıcı / diğeriyle zincirlerinden tutarak / yaracağım istikbalin karnını / yağmaladığım bayındır şehirlerde / yüceltecek fetihlerimi bakışlarınız / çılgınlığın sınırına dek uluyacak / meydanlarda muzaffer ordum," şeklindeki birinci bölümde "gümüş", "diğeriyle" ve "istikbal" kelimelerinde aksayan bir şey var. "Fethin gümüş kılıcı", ibaresi bölümde ve şiirin genelinde, doğrudan konuşan öznenin net ifadeyi önceleyen tutumunu zayıflatmaktadır. İbaredeki yanlış kelime, "gümüş" kelimesidir. Sıfat, edeceğini etmiştir yine! İkinci yanlış kelime (Evet, yanlış.) "diğeriyle" kelimesidir. Bir önceki cümlede geçen, "bir elimde" kelimeleri takip edilseydi, bu cümlenin "öbür elimle" şeklinde başlaması gerekirdi. Üçüncü ve doğrusu bölümü gözden çıkarmaya sebep olabilecek kelime, "istikbal" kelimesidir. Bu cümledeki "istikbal" kelimesi, konuşan özneyi ve şiirin iletisini, belirsiz bir geleceğe ertelemektedir. Bu durumda özne, hırçın yahut huysuz şeklinde nitelenme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Cümlenin, geleceği yıkmak şeklinde yorumlanması, ayrı bir bahistir ve sonuçları daha vahimdir. Biçimsel olarak eşit uzunlukta cümlelerden oluşan, "Fundamentalist" adlı uzun şiirinde, şiirini, İsmet Özel'in şiirine açan Mustafa Ünal'ın, kelime seçimine özen göstermesi gerekir.

Ömer Erdem'in, "Her Gün Her Saatte", "Dönüş" ve "Kars" (Kaşgar 23, Eylül-Ekim) adlı şiirleri, daha çok yapısal sorunlarıyla dikkat çekmektedir. "bu sonsuz iman kırlarından / inkarın ve şüphenin nice oğulları çıktı," cümleleriyle başlayan "Her Gün Her Saatte" adlı şiir, gerçekte, sadece bu iki cümleden ibarettir. "Her Gün Her Saatte" adlı şiirde, gereksiz cümle kadar, mânâsız cümle sorunu da var. Gereksiz cümleye örnek olarak, şiirin son bölümünde yer alan ve şiire adını veren üçüncü ve dördüncü cümleleri: "bu sonsuz iman kırlarından / inkarın ve şüphenin nice oğulları çıktı / her yerlerde / her gün her saatte"; mânâsız cümleyeyse, şiirin ikinci bölümündeki cümleleri örnek olarak gösterebiliriz: "gel arındır diyeceğim / suretinle budadığımız çalılıktan / kanat alevleriyle ısınırken su." "Her Gün Her Saatte", "Dönüş" ve "Kars" adlı şiirlerdeki gereksiz cümlelerin sebebi, hayale kapılıp gitmek, bu sebepten söyleyeceğini unutmak yahut neden sonra hatırlamaktır. Mânâsız cümlelerin sebebiyse, cümlelerin boşlukta yüzmesi, bir yere bağlanamamasıdır. Şiirin demir kazığı yoksa okuyucu ne yapsın. Şiirde geçen bir cümlenin bir yere bağlanamamasının sebebiyse, doğrudan konuşmak yerine, dolaylı ifadeleri tercih etmektir. Dolaylama, şairi, sözünden uzaklaştırmaktadır. Bu cümleden olmak üzere, "Dönüş" adlı şiirin ilk iki bölümü, iyi şiirin bütün unsurlarını taşırken, sonraki beş bölümde, baştaki sağlamlık, yerini, dokusu gevşek hayallere bırakmaktadır. "Her Gün Her Saatte" ve "Dönüş" adlı şiirlerde, Ömer Erdem şiiriyle uyuşan bir Ebubekir Eroğlu etkisi var. "Her Gün Her Saatte" adlı şiirin dördüncü bölümündeki Hüseyin Atlansoy etkisiyse, bünyeyle uyuşmayan bir iğretilik içermektedir; oysa şiirin en iyi bölümü.

Cevdet Karal'ın, "Çivilenmiş Boş Tabutlar", "Tanrı Yoksa Kırlarda", "Var mı Kimse Dünyada" ve "Kin ve Keder" (Kaşgar 24, Kasım-Aralık) adlı şiirleri, temiz Türkçe, net ve doğrudan ifadeyi öncelemeleriyle dikkat çekiyor. Ömer Erdem, Kaşgar'ın bir önceki sayısında pas veriyor: "bu sonsuz iman kırlarından / inkarın ve şüphenin nice oğulları çıktı"; Cevdet Karal, Kaşgar'ın bir sonraki sayısında kütü indiriyor: "ya tanrı yoksa kırlarda / ya tanrı yoksa kırlarda / ya tanrı yoksa kırlarda." Cevdet Karal, metafizikle ilişkisini Edip Cansever ve Cemal Süreya şiiri üzerinden kurduğu için, burdan aldığı etkiyi kıramadığı için, metafizik bağlamında telaffuz edilebilecek kelime ve kavramları, duyguyu ve ilişki biçimini pornografikleştirmektedir. Pornografi meseleyi iptal eder, belirsizleştirip yok eder. Oysa Cevdet Karal; şiirinin metafizikle ilişkisi bağlamında İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu ve Sezai Karakoç'a dikkat kesilmelidir, hatta Turgut Uyar'a. Cevdet Karal iyi bir şairdir ve fakat durum onu göstermektedir ki bir yol ayrımındadır: Pornografiyi şiirinin ayırdedici özelliği haline getirip sıradanlaşmak mı, Horozlu Ayna'da başlayan ve örneğin, "Var mı Kimse Dünyada" adlı şiirde süren, net ve temiz bir şiiri bütünleme çabasına girişmek mi? Karar elbette Cevdet Karal'ındır.

Seda Erkeser'in, "..." (Kaşgar 23, Eylül-Ekim) adlı şiiri için, Seda Erkeser'e, öncelikle, her şiirin adıyla çağrıldığını, şiirin adının 'en az' şiir kadar önemli olduğu hatırlatılmalıdır.

Atakan Yavuz'un, "Yağmurdan Sonra" (Kırklar 16, Kasım-Aralık) adlı şiiri, başarılı bir şiirin ipuçlarını taşıyor. "Vurup gidelim buralardan / çırak duralım iyi kalpli tanrılara," şeklinde başlayan şiirde, "iyi kalpli tanrılara", ibaresinin belirsizliğinden dolayı, şiirin sonuna kadar bir belirsizlik sorunu yaşanıyor. "gerçi usta bir marangozdur senin kahkahan," "uyanırım, sancılanır karnımdaki papatya," gibi iyi cümleler kurabilmesine karşın, şiirde belirsizlik sorunu aşılamıyor. Atakan Yavuz'un bu şiirinde, nesneleri birbirleriyle doğru ilişkilendirememek sorunu var. "ormanlara giderdim yelkenlilere / giderdim bekçileri onaran / bize tahta horozlar yontan geceye," cümlelerinden oluşan bölümde, ormanla yelkenlilerin, geceyle bekçilerin ilişkilendirilmesi yanlış ve başarısızdır. Atakan Yavuz, örneğin, "gece bekçilere iyi gelir / öğle sıcağından yelkenli düşleyenlere / sabahları tahta bir horoz / uyandırır gece bekçilerini çünkü biraz," gibi somut ifadeyi önceleyen cümleler kurmalıdır. Atakan Yavuz, şiirini İsmet Özel etkisine açmakla iyi bir iş yapmış. N ve r seslerinin tekrarlanmasıyla şiirin kazandığı canlılık, "Yağmurdan Sonra" adlı şiirin ayrıca belirtilmesi gereken bir artısı.

Hüseyin Akın'ın, "Sayılı Günler Koşusu" (Kırklar 16, Kasım-Aralık) adlı şiiri, uzun cümlelerden oluşan başarılı bir şiir. Eğer Hüseyin Akın, cümle içlerinde dolaşan virüsleri temizlemeyi başarabilirse, bu cümleden olmak üzere; şiir yazarken, cümle kurarken ve şiirini sonradan denetlerken pür dikkat kesilirse, daha sağlam cümleler kurabilecek bir şair. "gelişiyle herkes bir şeyler getirir ısırılmış ağız tadı bense taze bir somuna sıcaklık," cümlesi veya "bir konup bir uçarken yokluğun omzuna yalnızlık denen o şey seğirtip bir kadından," cümlesinde geçen, "ısırılmış ağız tadı" ve "yokluğun" ibareleri, cümleleri hem bir belirsizliğe uğratıyor, hem de bu etkiler şiirin geneline yayılmak suretiyle şiiri zaaf ediyor. Bu iki ibarenin, geçtikleri cümlelerden atılmaları durumunda, cümlelerin gereksiz bir yükten kurtulacağı, netleşeceği çok açıktır.

Cafer Keklikçi'nin, "Bakır Duruşlar" (Kırklar 16, Kasım-Aralık) adlı, "bitli bir yerdeyim körüm ayrıntısız akşamdır / beni niye yoruyorsun ağlamak vakit ister," gibi oldukça başarılı cümlelere sahip şiiri, kompozisyon başarısıyla dikkat çekiyor.

Süleyman Sahra, ilk kitabında, acemi şoför şeklinde nitelenebilecek, nerdeyse her metrede fren yaparak ilerleyen bir tekniği, dil tutumunu benimsemişti. Konuşma dilini bozmayı esas alan bu tutum, çoğunlukla, konuşma dilinin içinde özel bir dil kurmayı da amaçlamıyordu; sadece böyle yapmaktan zevk alan, bunun mutluluğuyla yetinen bir tavrı vardı. Bu açıdan, şiiri, matematiği çıkarılamaz bir özelliği haizdi. Süleyman Sahra, ilk kitabından sonra yayımladığı şiirlerinde, bu zor okunan şiirden vazgeçmişe benziyor. "Y a r m ay a r ı k" (Hece 59, Kasım) adlı şiir, konuşma dilini esas alan, toplumsal eleştiri getiren uzun bir şiir. Süleyman Sahra, ilk kitabındaki dille, kelimeyle oynayan, yapıp bozan tutumunu, ilk kitabından sonra yayımladığı şiirlerde biçim üzerinden yapmakta karar kılmış görünüyor. "Y a r m ay a r ı k" adlı şiirin bazı bölümleri italik, bazı bölümleri bold; bazı kelimeler, bazı cümleler büyük harfle yazılırken, bazı bölümlerde de, "SıKıntInıZLa yIkILIr dAĞLAR / Ne isabet / Üstünüzde BiR KaYa Var," şeklinde harfler irili ufaklı diziliyor. Böylesi biçim oyunlarının, ilk kitaptaki kelimeyi aksatan tutumun yerini aldığı açık. Şiirdeki biçim oyunlarını bir kenara bırakarak şiiri okuduğumuzda, şiir bir şey kaybetmiyor. Bu cümleden olmak üzere, bu oyunlar şiire hiçbir şey katmıyor. Biçimle oynayarak bir şey söylemenin, modası geçmiş bir tutum olduğu kanısındayız.

Cahit Koytak'ın, "Çobanını Kapında Tutuyorsun Öyle mi?" (Dergâh 141, Kasım) "Sarf ve Nahiv", (Hece 57, Eylül) "Sipahi", "Kalp Müfrezesi", (Hece 58, Ekim) "Piyanist" (Hece 59, Kasım) adlı şiirlerinin en belirgin özelliği, Cahit Koytak'ın, dikey derinlik yerine, yatay genişlemeyi, çoğalma ve çoğaltmayı tercih eden bir şiir yazdığıdır. Bu bizatihi bir kusur değil, bir tercihtir.

Esver Ölüç'ün, "Gecenin Atları Kanatlı" (Hece 59, Kasım) adlı şiiri, ilk kitabından sonra yayımladığı şiirlerle birlikte düşünüldüğünde, Esver Ölüç'ün, ilk kitabındaki sorunlar üzerine düşünmediği, şiirini eleştirel bir gözle okumadığı anlaşılmaktadır. Esver Ölüç'ün şiirinde gül, bülbül, eylül gibi kelimelere sıkışıp kalmış bir gelenek sorunu vardır. Bu cümleden olmak üzere gül, bülbül, eylül, şarap, kadeh... türünden kelimeler, Esver Ölüç'ün şiirindeki kelime grupları içinde önemli bir yer tutmaktadır. Böylesi kelimâtı fersûdenin, Esver Ölüç'ün şiirinin içini boşalttığı açıktır. Esver Ölüç'ün, döneminin dili ve duyarlığıyla, modern şiirle ilişkisini kuran bağ, İsmet Özel şiiridir. Şiirindeki bu etkiyi belirginleştirmek yerine Esver Ölüç, ısrarla güllü laflar etmektedir. Neden? Bu tutum, Esver Ölüç'ü, yaşadığı zamanın dil ve duyarlığından uzaklaştırmaktadır. Şiirinde konuşan öznenin onmaz edilgenliğinin sebebi, Esver Ölüç'ün, şiirini ısrarla, şiirindeki İsmet Özel etkisine kapama gayretidir. Oysa Esver Ölüç tam tersini yaparsa muradına erecek. "Gecenin Atları Kanatlı" adlı şiirde konuşan özne, eğer edilgen değil de, etken olsaydı, ortaya bambaşka bir şiir çıkardı.

Mustafa Aydoğan'ın, "İşaret" (Hece 59, Kasım) adlı şiirinde, şiiri, şiirde etkin olmayan bir naiflik ayakta tutuyor. "Bahçedeki ölü beni tanımazdı, öldü birden bire / Babam hatırladı onu bir yerlerden / Bel toprağı savururken sıcak / Bir kuş dağıldı / Damların bakır telleri üzerinden / Ölüden bir çıkıntı olan çocukların sesinden / Geçti o tarih silueti / Kimselere benzetemedim ben," şeklindeki birinci bölümde, iyi diyebileceğimiz cümleler, "Bir kuş dağıldı / Damların bakır telleri üzerinden / Ölüden bir çıkıntı olan çocukların sesinden," cümleleridir. İkinci bölümün iyi cümlesi de, "Annemin bir gülüşü vardı bardak kıran, bal döken," cümlesidir. Bu cümleler, "İşaret" adlı şiirdeki gereksiz cümlelerin ve mantık hatalarının arasında kaybolup gitmektedir.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV