Yıl:2 Dönem:2 Sayı:1/13

       

     
 

İZLENCE

MEHMET HARMANCI

m.harmanci@40ikindi.com

 
     
  İŞTE KOMPLO! İŞTE TEORİ!

Film, yakın çekimden gösterilen bir adamın kendinden emin bir tavırla yaptığı konuşmasıyla açılır. Epey bir süre, adamın kim olduğunu, konuşmasının neye matuf olduğunu anlayamazsınız. Söylevin içeriğinden anlaşılan, sinema üzerine bir konuşma olduğudur. Sinema üzerinedir de sinemayı ele alan ya da sinemaya yönelik fikirler beyan edilmek üzere yapılan bir konuşma değildir. Yakın çekimde, kendinden emin şekilde konuşan adam şunları söylemektedir:

Hollywood'un problemi ne, biliyor musunuz? Berbat filimler yapıyorlar, gerçek dışı, önemsiz filmler. Benim onları kıskanan biri olduğumu sanmayın. Varoluşçu fikirlerle ortaya çıkan bir film yapımcısı da değilim. Kötü oyunculuk, acemi yönetmenlik ve geri zekâlı yapımcılar arasındaki birtakım atışmalar bir kenara, asıl eksik olan gerçekçilik. Biliyorum gerçekçilik modern Amerikan sineması için vazgeçilmez bir unsur değil (...) limitlerini zorlamadılar (...) 10-20-30 rehine ölür, acımasızca. Bom! Bom! Peşpeşe! Kulakları sağır eden bir gürültü, bilgisayar sistemleri çöker, kısacası etrafta beyinler uçuşur. Her şey bir anda oluverir. Ne istiyorlar? Bir otobüs, bir uçak? Belki de hükümet tarafından sigortalanmış birkaç bin dolar (...) Biliyorum bu, geleneksel sinemanın sınırları içine girmiyor. Ama ya olsaydı? İşte bu filmin sorunu da bu. (...) Kötü adam kaybeder=bu bir ahlâk dersi, şu andaki durum ise gerçek. Hımm, hayat bazen filmden daha garip olabilir.

Sözünü ettiğim film, belki pek çoğunuzun da izlediği, Swordfish/Kod Adı Kılıçbalığı filmi. 11 Eylül'den birkaç gün önce izlediğimde, başarısız bir film olarak, izlediğim kötü filmler tarihine eklemiştim onu. Ancak çok kısa bir süre sonra sadece bir film olmanın ötesinde anlamlar da kazanıverdi. Zira sinema düşünceye yol açmak bakımından güçlü metaforlar yaratabiliyordu. Sanırım bu da onlardan biriydi. Belki metaforik bir katkıdan öte bu film yaşanan gerçeğin, o gerçeği kurgulayanlar tarafından, piyasaya dalga geçmek üzere sunduğu bir ipucuydu. Aslında filmin anlattıklarına yabancı sayılmazdık. O güne dek pek çok Hollywood filmi bize komplo teorileri üretmek ve çözümlemelerini yapmak konusunda hiç de cimri sayılmazdı. Ancak bu filmde her şey dobra dobra ve alışık olmadığımız kadar açıkça ifade ediliyordu sanki. Belki de bu sebeptendir, 11 Eylül hadisesini gördüğümde hiç şaşırmadım. Neden şaşırmalıydım, bunu da hâlâ çıkarabilmiş değilim. Zira yıllardır izlediğim filmler bunu bana kanıksatmıştı. Sanki her gün birkaç kuleye birkaç uçak giriyormuş gibi bir histi yaşadığım, filmlerin bana öğrettiklerini, o an şaşırmamışlığımla ilişkilendirince.

Bunun ötesinde neler oluyor? Gerçekten neler oluyor? Diye kendi kendime verdiğim cevap da bana hiç şaşırtıcı gelmedi. Kanımca,

Ortadoğu'da olan, Ortadoğulu olmayan, gücü lobisinde bir küçük devletle, üzerinde yer aldığı kıtanın adıyla anıldığı halde, adı o kıta ile özdeşleştiği halde, o kıtanın sadece bir parçası olan ve deklare edilene göre dünyanın en büyük devletinin içinde çöreklenmiş, yurt yurttaşlar içindir fikrine değil de yurttaşlar yurt içindir fikrine sahip, kendilerinin mutlak doğrulara sahip oldukları için mutlak gerçeği inşa etmek gibi bir haklarının olduğuna inanan (yukarıda sözü edilen film kahramanına çok benzeyen ve özgüveni yerinde) bir küçük fraksiyonun tezgâhladığı, Avrupa merkezli bir devletin sponsorluğunda ve muhtemelen Arap kökenli figüranların bizzat ya da ismen (bence bu ihtimal daha güçlü) kullanıldıkları bir komplo ile karşı karşıyaydık.

Bütün bunları üretmem olaydan kısa bir süre sonra olmuştu. Ve yine çok uzun zaman geçmeden bu tür komplo teorisi olduğu yönünde manipülasyonlarla, gerçeğe ulaşmak için pek çok farklı teoriye bunca ihtiyaç duyulduğu bir anda, bütün farklı yorumlar, komplo teorisi olmakla yaftalandı, aşağılandı ve dışlandı. İnsanlığın gözü dezenformasyonla bir kez daha boyandı. Oysa insanlığın karşı karşıya bulunduğu bu karmaşık olayı açıklayan, olayın künhüne ermiş tam bir teori ortalıkta yoktu ve bu konuda kim ne söylerse söylesin, söyledikleri "komplo teorisi" olmaktan öteye gitmeyecekti. Anarşist bilgi kuramından ilham alarak söylersek, birini diğerine üstün kılacak gerekçemiz yoktu.

Ancak bunun böyle olduğu bunca açıkken bir kez daha gözler boyandı, tek yorum mutlak gerçek olarak burnumuza dayandı. Olayı açıklamak üzere ortaya atılan teori, (önceden hazırlanmış konserve hakikat yani) ise, insana "Teori bunun neresinde? Tamamıyla klişe!" dedirtecek cinstendi. Bu klişenin açık edilmesinden korkulduğu için midir bilinmez, özgürlükler ülkesi Amerika ve Avrupa'da Swordfish/Kod Adı Kılıçbalığı filminin yasaklandığını öğrendik bir süre sonra. (İpucunu mu çektiler? Ne dersiniz?) Vakit denen öğretmen bize çok bekletmeden olayın gerçek yüzünü apaçık anlattıkça neyin teori, neyin komplo olduğu net olarak ortaya çıkmaya başlamıştı ama ne fayda! Olan Afganistan'a oldu. Gün yüzü görmemiş Afgan halkı bu kez de teknolojinin son noktası, ilk kez denenen silahlarla ölüme mahkûm oldu. Olan kadınlara, çocuklara, zayıflara, korumasızlara oldu. Ama kimse onlarla ilgilenmedi. Neden ilgilensinler ki o toz canavarlarıyla?.. (Burada şuna da dikkat etmeliyiz; sanırım, gerçek bir dev olarak saldırıya geçmeye hazırlananlar, karşılarındakini suçlamak üzere onların giysilerini bile gerekçe gösterecek kadar basit, zavallı ve komik duruma düşmekten kurtaramadan... Meşruiyyet arayışı... Komedi... Trajedi...) Daha önceleri de ilgilenmemişlerdi. Bu da şaşırtıcı değildi.

Çünkü paylaşıma açılan çaresizcanların=afganların pastasından herkes bir pay kapmak hırsıyla çöreklenmişti, pastaya. Popüler kültür, Üsame b. Ladin ile Büdü'yü aynı kareye montajlayarak, Hong Kong oyuncak fuarında Bush ile Ladin'in masklarını yan yana koyarak, İkiz Kulelerden pasta ve saç modelleri çıkararak nasibini aldı. Silah Tüccarlarına gün doğdu. Bütün insanlık o günü karartmak üzere iyice kararlı hale gelmeden bir kez daha bayram ettiler. Medya steril ve dezenfekte edilmiş de olsa bir haber canlılığı yakalamanın keyfiyle sarhoş oldu. Bir savaşta ilk ölenin gerçekler olduğunu söyleye söyleye mumyalanmış gerçek cesetleriyle mış gibi işlerle yetindi. Sinema sektörü/Hollwood bir yandan terörün ulaştığı noktadan ilham alarak elli yıllık malzemeye konmuşluğunun tadını çıkarırken öte yandan Pentagon'un davetlisi olarak gerçeğin senaryosunu yazmak üzere göreve çağrıldı.

Görünüşe bakılırsa kazananlar bunlardı. Kaybeden gerçekti. Aynı zamanda kaybedilen. İnsanlık onuru kaybetti. İnsanlık, onurunu kaybetti. Belki insanlık geleceğini de kaybetti. Bu kesin değil. Ama kesin olan bir şey var ki o da kaybedenlerin Afganlar olmadığı.

Yani komployu kuranlar parsayı topladı, ancak teoriyi üretenler komploculukla suçlandı. Hakikat yaralandı. Bunu açıkça ifade etmelerine rağmen filmlerden pek az yararlanıldı.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV