Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
 

DEVRİLEN HOKKA

IŞIK YANAR

yanar_yanar@hotmail.com

 
     
  SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN

Geçenlerde bir sahafı gezerken eski bir kitabın arasında siyah beyaz bir fotoğrafa rastlamıştım. Fotoğraf muhtemelen bir sahil kasabasında ya da tatil beldesinde yapılmış olan bir düğünde çekilmişti. Fakat fotoğrafta dans eden çift gelinle damat değildi. Oldukça genç olan bu çiftin bakışlarından, evli olmadıklarını anlamak zor değildi. Yüzlerindeki tedirginlik ve aralarına bir kişinin daha girebileceği, mesafeli bir duruş onları ele veriyordu...

Kim bilir o anın üzerinden kaç zaman sonra (belki) sevgiliyi unutmak için kitapların dalgaları arasına bırakılmış olan bu resim acaba yakılmaya kıyılamamış mıydı? Yoksa bir dalgınlık mı?.. Ya da giderek önemini yitiren bir aşkın aktörlerinden birisinin bilinçsiz bir eylemi mi?..

Hiçleşmek...

Onunla ya da onsuz...

Bir hayali kovmaya çalışmak... Ya da bir hayal olarak kovulmak...

Hepsinden kötüsü bir eş olarak mâşukun sıradanlaşıp bir kapana dönüşmesi...

Sanırım bütün bunların en büyük nedeni tüm ayrıcalık ve biricikliğini yitiren bir ilişkinin yavaş yavaş hayatın tekrarında yitip gitmesidir.

Swann'ın uğruna ömrünü feda etmeye hazır bir kadın için, üstelik kendisinin bir koleksiyoncu olarak ününü duymuş fakat o kişinin şu an aralarında bulunacağına inanmayacak kadar uzak çevrelere (isim benzerliği sanılıyordu) girdiği o kadın için, (Odette) aşk sona ererken "aslında o benim tipim bile değilmiş" sözleri Proust'un bizi şaşırtma denemesi olarak yorumlanmak yerine hayatın önemli bir kaydı olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu vaka insanın aklına hemen "güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa" adlı Aşık Veysel'in dizelerini getirir. Farklılaşma ve ayrım muhakkak yaşanır ve yaşanacaktır. İnanılması kimi zaman güç olan aşktan yoksun bir bakış açısıyla sevgiliye olan bakıştır.

Atilla İlhan'ın "sen benim hiçbir şeyimsin" şiirindeki atmosfer tüm çıplaklığıyla bir aşk olmadan âşık olunmuş kadına bakışın ve onu sıradanlaştırma isteğinin etkisi altındadır. Uzaklaşıldıkça görünen gerçektir yazarı bu kadar tedirgin eden (lüzûmundan fazla beyaz!). Kolay olacağı zannedilen unutma girişimlerinin bir sonuç vermemesi ve giderek paranoyaya dönüşen bir ruh halidir, ona bu satırları yazdıran. (Kulağı çabucak telefon zillerinde.)


2.

Kadınlarla kadınları konuşmak, erkeklerle erkekleri konuşmaktan daha zordur. Bu zorluk kimi zaman kabulünün güçlüğüyle kimi zaman da genellemelerin yarattığı boşluklardan kaynaklanmaktadır. Fakat güven bunalımı sanırım tüm sebepleri sabote edebilecek güçtedir. Güvensizliğin ileriye doğru yaşanacakları gölgede bırakması çoğu erkek için anlaşılmaz bir durumdur. Çünkü erkek aklının duygusal bir gelecek kurabilecek gücü çoğunluk anlık çıkarsamaların gölgesi altındadır. Güven isteğinin temellerinde bir mantık olduğunu düşünmek erkeğin sevgisinin mantıksızlık sınırlarında olduğu gerçeğiyle bizi baş başa bırakır. Bu bağlamda söylenmesi gereken bir diğer şey ise erkeklerin en büyük yanılgısının sevgililerinin kendilerine yönelik olarak özel davranışlarda ve fedakarlıklarda bulunduğunu düşünmektir. Oysa bir kadının sizin için gösterdiği fedakarlık her zaman başka bir aşkta başka birisi için gösterebileceği fedakarlıktır. Yani özel bir konumlanmadan bahsedilmesi anlamsızdır. Bu sebeple genellikle ayrılığın acısı erkeğin omuzlarındadır.


3.

Hiçleştirmeye çalışan kişi genellikle asıl kaybolan olur. Çünkü hiç olan nerede nasıl hayatımıza müdahale edeceği bilinmeyen bir hayalettir artık. Unutmak bir meziyettir fakat bu meziyetimizi biz değil zaman kullanır. Hem de çok iktisatlı...
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV