Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
 

DİL AĞACI

İBRAHİM DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com

 
     
  ATEŞ

"Bir ataş ver cigaramı yakayım."

Hangi yörenin türküsüydü bu? Öncesi var mıydı, sonrası nasıldı? Ruhi Su'dan da mı dinlemiştim, yalnızca ondan mı dinlemiştim? Sigarası olup da ateşi olmayanın hâli nicedir?

Ah, "cigara" yerine "sigara" mı dedim, "ataş" yerine "ateş" mi dedim?

Mektep medrese görmemişlerimizin; rahlede dirsek, hoca önünde diz çürütmemişlerimizin dillerinde özel bir lezzet mi var? Bu lezzet, bütün kuraldışılıkları affettirecek bir güç taşır mı? Böyle bir düşünüş, kişiyi ucuz popülizme, halk dalkavukluğuna filan götürür mü?

İran'ın Farsçasından gelen "âteş"i, "ataş"a çeviren Türk, aslında kendi dilinin kurallarını işletmekte; bir yandan uzun "â" hecesini kısaltırken, öte yandan "teş" hecesindeki ince ünlüyü de "a" gibi kalın kılmakta, böylece "büyük ünlü uyumu" adı verilen incelik-kalınlık uyumunu sağlayıvermektedir. Tıpkı "hevâ"yı "hava", "zeman"ı "zaman, "nemaz"ı "namaz" eylediği gibi "âteş"i "ataş" eylemektedir.

Köylü Türk bunu böyle eyler iken, şehirli Türk, biraz daha çekingen davranmakta, "âteş"i "ateş"e çevirmekle yetinmektedir. Zaten o şehirli Türk, "alma"yı "elma", "kar(ın)-daş"ı "kardeş" ve "ana"yı "anne" eylemiş idi.

Doğan Büyük Türkçe Sözlük, "ateş"i tanımlarken "Yanma neticesinde beliren ısı ve ışık, od, nâr." demiş ve örnek olarak da Şeyh Galib'in şu dizesini vermiş: "Gül ateş, gülbün ateş, gülşen ateş, cuybar ateş." Ben olsam, şiirin ölçüsünü de gözeterek şöyle yazardım bu dizeyi:

Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş

Gülü, gül ağacını, gül bahçesini ateş gibi gören ve gösteren bu bakışın karşısında akarsu (cûybâr) dahi ateş kesilmiştir. Belli ki, burada sözü edilen ateş, "yanma neticesinde meydana gelen ısı ve ışık"tan fazla bir şeydir. Belki de o, varlığın temelinde bulunduğuna inanılan ilâhî aşkın tecellîsidir.

Sözlükte 6 numaralı tanım, "Sigara yakmakta kullanılan şey" tam da türküde sözü edilen "ataş" olmalı. Bir kibrit, bir çakmak, yanmakta olan bir sigara, elektrikle kızarmış bir metal araç...

Ateş yanar, ateş yakar.

Eskiden od idi, odak'ı "od yeri"ni yakar idi, zamanla ve bu topraklarda "odak" "ocak" oldu. Oddan bugüne bulmacalarda soru olmak, kimi dualarda ve beddualarda yer almak kaldı: odu ocağı sönesice/sönmeyesice!

Arapçanın ateşi "nâr" da dilimizde "nar" kızıllığıyla parladı. Ya cehennem ateşinin dehşetli yalazını saldı yüzümüze, ya İbrahim Peygamberi yakmayan ateşin serinliğini. Allah'ın "Yâ nâru, kûnî berden ve selâmen" buyruğu karşısında ateş yanıcılığını, yakıcılığını bırakıp serin bir esenlik yurduna dönüşüverdi.

Öfkenin ateşi, sahibini de, çevresini de, iyi kötü, güzel çirkin ayırmadan yakıp yıkarken; aşkın ve inancın ateşi, sadece kötü-lük-ler-i, sadece çirkin-lik-ler-i temizlemek üzere salar alevlerini.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV