Yıl:3 Dönem:2 Sayı:7/19

       

     
 

DİL AĞACI

İBRAHİM DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com

 
     
  SU SERPİNTİLERİ

Exupéry, hani şu Küçük Prens'in yazarı, yitik pilot var ya, o demiş, nerede demişse: "Su! Ne tadın var, ne rengin, ne kokun!"

Ben Libyalı -sanırım Berberî asıllı- öykücü, adaşım İbrahim El-Kunî'nin bir öyküsünün başında görmüştüm; "epigraf" mı deniyor ona.

Sudan söz ederken "acı su, tatlı su, tuzlu su" gibi nitelemelerde bulunuruz ama en sevdiğimiz, en çok beğendiğimiz ve "tatlı su" dediğimiz su çeşidi, bildiğimiz tatların hiçbirine benzemeyen, benzerini kendisinden başka hiçbir içecekte ya da yiyecekte görmediğimiz, çok özel ve tanımlanması güç, belki de olanaksız, bir lezzeti olan sudur. Sanki suyun tadı tatsızlığında, bilindik tat türlerinin dışında duruşundadır.

Rengi var mıdır suyun? Şeffaf, yani saydam, yani ışığı geçiren bir nesnedir su; dolayısıyla belli bir rengi yoktur; dolayısıyla çamurla, yosunla, ziftle katranla, deterjanla kirlenmemiş, temiz suyun rengi, renksizliktir.

Bir zamanlar "mâî" dediğimiz renge epeyden beri "mavi" demekteyiz. "Mâ'" Arapçada "su"demek, "mâî" de suya ait, "su rengi" anlamına geliyor bu durumda. Bu sözcüğün dilimize girişi ve işleyiş süreci bir incelense ortaya neler çıkar, kim bilir! Karacaoğlan'dan önce "İlle mavili!" diyen oldu mu acaba?

Mâî=Susal sözcüğünü ne Araplar kullanıyor, ne İranlılar. Arapçada o rengin adı: ezrak / zerka, Farsçada ise kebûd.

Doğrusu biz Türkler maviye mavi derken, su renginden çok gündüz vakti bulutsuz göğün rengini kasdederiz. Esasen bugün mavi dediğimiz renge Müslüman olmadan önce "gök" demekte idik. Kimi yörelerimizde hâlâ "mavi gözlü" yerine "gök gözlü" denmektedir. Sözcüğün morarma anlamında kullanıldığı da oluyor. Berelenme sonucu tenimizde meydan gelen renk değişimini "gömgök göğerdi" cümlesiyle de dile getirebiliriz. Mavi ile morun yakınlığı belli. Nitekim Farsçada "kebûd" mavinin yanı sıra mor, hattâ lâcivert anlamına da geliyor.

Gecenin karası ya da bulutların grisi kaplamamışsa eğer, mavi göktür, gök mavidir. Ve güneşin altında göğe ayna olan suların rengi mavidir. Gökten inen yağmurla, karla, doluyla oluşmuştur o sular ve buharlaşıp göğe, geldikleri yere çıkarlar; böylece hem gökte hem yerde bir maviyi, bir maviliği yaşarlar yaşatırlar.

Kirlenmemişse eğer, gölde denizde masmavi duran su, kovamıza dolmuşsa kovanın rengini alır da, cam bardağın içinde saydam renksizliğine, özüne döner yeniden. Renksizlikte mi saklıdır suyun özü; renkler üstü, renkler ötesi olmakta mı?

Hemen her nesnenin kendine özgü bir kokusu vardır: Petrol, plastik, domates, portakal, gül, hanımeli, süt... Suyun kokusu kokusuzluktur.

Suyun biçimini biçimsizlik sanırız. Sıvıdır, likid likid akar, hangi kaba girmişse onun şeklini alır görünür. Evet, öyledir. Ama ırmağın, gölün, denizin suları aka aka, çarpa çarpa, vura vura taşlara bile yeni biçimler verme gücünü taşırlar.

Yaşayan her varlığın kökünde suyun bulunduğunu biliriz, uzun süre susuz kalmaya dayanamayız ama yine de "sululuk"tan hoşlanmayız. Sululuk bir çeşit özensizlik, saygısızlık, ciddiyetsizlik gibi gelir bize. Belki de gereğinden çok su verilen bitkilerin çürüdüğü gibi, gereğinden çok şakaya, alaya sapanların da çürüyeceğinden korkarız.

Elindeki su bardağını eğilerek, saygıyla ikram eden birine edilen dua: "Su gibi aziz ol!" idi. --

-Suyun izzeti üzerinde düşünsek, bizim de izzetimiz artar mı?

-Artar. Mülk sûresinin son ayetini okusak meselâ, başlamış oluruz suyu düşünmeye.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV