Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
 

DİL AĞACI

İBRAHİM DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com

 
     
  HEVA VE HAVA

Arapçadan aldığımız "hevâ"yı büyük ünlü uyumu gereğince "hava" yapmışız. Ama "hevâ"yı da büsbütün atmamışız. Böylece, bir yanda soluduğumuz "hava" dururken, öbür yanda bizi peşinde koşturan ve çoğu kez soluk soluğa bırakan ya da it gibi solutan "hevâ" ve "heves"lerimiz olmuş.

"Hava dururken" mi demişim? Olur mu hiç? Hava olsa olsa sözlüklerde durur. Durgun hava bozulur, kokar, kokuşur da insan oksijensizlikten soluk alamaz olur. Pencerelerimizi açıp havalandırmalıyız odalarımızı. Kirlenen, ağırlaşan havayı serin ve temiz hava ile dengelemeliyiz. Havanın havalığını gözlerimizle ayrımsamamız için yel olup yelmeli hava; dalları devindirmeli, yaprakları sarsmalı, toz kaldırmalı yerden, suları kımıldatıp hârelendirmeli. Havanın havalığını daha yakından duymak istiyorsak eğer, rüzgâr olmasını beklemeliyiz; saçlarımızı savuran, kirpiklerimizi kıpırdatan, yanaklarımızı okşayan ya da tokatlayan bir rüzgâr.

Eski Türkçede "hava"yı karşılamak üzere kullandığımız sözcük "yel" miydi sadece? Sonraları Farsçanın "rüzgâr"ına yerini bırakan "yel" ile "yelmek" eylemi arasında bir kök birliği, bir anlam bağı olmalı. Yelmek ki, koşmak demektir; yel gibi esmek, bir oraya bir buraya varmak demektir.

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kuru sevdâda yeler bî-ser ü bî-pây gönül

diyen Ahmed Paşa, sevgilinin gül yüzünde yasemini andıran, yasemin kokan zülüflerini gördüğü andan beri, gönlünün hem de başsız ayaksız o kuru kara (sevdâ) saç uğrunda seğirtip durduğunu söylemektedir.

Hava, soluduğumuz ya da estiğini gördüğümüz şey olarak kalmamış, dallanıp budaklanan anlamları başka gerçekliklerin de adı olmuş.

Havada bulut yok, bu ne dumandır?

diye soran türküde kanatlanıp göğe çıkmış, hattâ göğe dönüşmüştür hava.

"Buranın havası bana yaramadı oğul!" diye ünleyen baba "iklim"den mi söz ediyor, yoksa toplumsal ilişkilerden mi, bilemezsiniz. Neyi kasdettiğini anlamak için sormalısınız:

-Nasıl yani?

-Bir sıcak oluyor, bir soğuk. Sabah güneşliyken, ikindi vakti yağmurlu...

gibi bir şeyler derse, anlayın ki, "hava"dan murâdı iklim koşullarıdır.

-Herkesin derdi başından aşkın. Görüşüp hâlleşecek kimse yok burada...

diye açmışsa ağzını, sözünü ettiği "hava", "ortam", hem de "toplumsal ortam" anlamına geliyor demektir.

Müziğe doğru çevirirseniz başınızı, başka "hava"lar gelecektir kulağınıza: Kırık hava, uzun hava, oyun havaları. Âsaf Hâlet'in şiirinde "Yılanlar ney havâlarını dinler."

Şehrin uğultulu ve kirli havasından yorulmuş da, dağlara doğru yönelmişseniz, hava almaya çıkmış olursunuz, ciğerleriniz gerçekten bayram eder.

Kazanç umduğunuz bir işten eli boş döndüğünüzde de "hava almış" olursunuz ama bu hava, fena halde bunaltır, sıkar sizi. Toprağın sağlamlığı yanında havanın yeğniliği "boşluk" gibi görünür.

Kılığından görünüşünden, makamından mevkiinden ve benzeri geçici ve boş niteliklerinden ötürü böbürlenenlere, kasılanlara, çevrelerine tepeden bakanlara, ayakları yerden kesilenlere de, tuhaf bir "hava" bulaşır; böylelerinin "havalı" olduğu söylenir. Bu hava da boş ve anlamsız bir havadır; kendileri bırakmayı akıl edemezlerse o havayı, rüzgâr (zaman) gelip uçuruverecektir. O rüzgâr esmemişse, o vakit ermemişse henüz, "Havan batsın!" demekten başka çare yoktur.

Kimi işleri yapmak için, o işlere uygun bir hava gerekir. Bu hava, dış koşullar kadar, belki onlardan da çok o işi yapacak kimsenin iç koşullarıyla ilgilidir. Havasına girmeden, havasını bulmadan yapmaya kalktığınız iş, ne size zevk verir, ne çevrenizdekilere.

Başka?

Havadan sudan bahsetmek, gerçekten "hava"dan, hele hele "su"dan bahsetmek olsaydı, olabilseydi; hiç de boş ve yararsız bir iş olmazdı.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV