Yıl:3 Dönem:2 Sayı:8/20

       

     
 

DİL AĞACI

İBRAHİM DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com

 
     
  EFENDİM?

İlk sayısı 2002 Mayısında çıkan aylık dergi Türkiye ve Dünyada Yarın, kırk sayfasının dördünü Kültür/Sanat'a ayırmış. Bu sayfaların sorumlusu Hasanali Yıldırım. Öyle anlaşılıyor ki, bütün yazıları da kendisi yazıyor. Haftalık Gerçek Hayat dergisinde de yazılarını gördüğüm Hasanali Yıldırım'ın yazılarını okurken, şu veya bu biçimde, şu veya bu nedenle rahatsızlık duyduğumu söyleyebilirim. Bunun temel nedeninin, yazıların çoğunda hissedilen "bilgiçlik" ya da "tepeden bakma" diyebileceğimiz bir tutum olduğunu da söyleyebilirim.

Yarın dergisinde "Sanatta asıl nasıl tayin edilir?" üst başlığını ve "Yön gösterici olarak edebiyat" başlığını taşıyan yazıdan bazı cümlelere birlikte bakalım:

"Sanat, gündelik hayatın dışındaki kimi şeylerin, bile isteyesiz fetişleştirircesine önemsenmesiyle başlar ve aynı yarı bilinçlilik içinde bu fetişleştirmeyi herkes için genel geçer bir gerçek haline getirme çabasıyla sürer."

Hasanali Yıldırım'ın yargısının doğruluğu, gerçekliği, geçerliliği tartışılabilir. Ama bundan da önce, "ne demek istediği"ni anlamada sıkıntı çektiğimi söylemeliyim. Örneğin, "gündelik hayatın dışındaki kimi şeyler" nelerdir? Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, yazarın bu ifadeyle neyi amaçlamış olduğunu anlamıyorum, anlayamıyorum. Hayatın ve sanatın tarih boyunca karşımıza çıkardığı hangi gerçekliği "gündelik hayatın dışında" sayabiliriz ki? Yazarın bu ifade ile belki de "geçici olmayan"ı kasdettiğini düşünebiliriz ama bu, onun söylediklerinden çıkan sonuç olmaz, tümüyle bizim yakıştırmamız olur.

Yazar, dilimizin anlatım olanaklarını yetersiz bulduğu için mi "bile isteyesiz" diye bir tuhaflık uyduruyor, sonra da onu "aynı yarı bilinçlilik içinde" diye açıklamaya kalkışıyor? "Bilmeden, istemeden, ayrımında olmadan, bilincine varmadan, tam bir bilinçle olmasa da, rüyaya benzer bir hâl içinde, vb." bir yığın seçenek dururken önünde "bile isteyesiz" gibi hiç de "şık" ve "kullanışlı" olmayan bir tabir icat etmekte ne doğruluk bulabiliyorum ben, ne güzellik!

Yazarın sanatı tanımlamak için başvurduğu "kimi şeyleri fetişleştirircesine önemseme"yi, cümlenin ikinci yarısında düpedüz "fetişleştirme"ye çevirmesindeki anlam genişlemesini bir yana bıraksak bile, "fetişleştirme"nin meselâ "kutsama" ya da "kutsallaştırma" sözcükleri kadar doğru ve kullanışlı olmadığını düşünüyorum.

...

Hasanali Yıldırım'ın başka bir cümlesi: "Düzgün cümle kuramayan eblehlerin şair, cümle kurmayı şöyle böyle kıvıranlarınsa denemeci olduğu bir ortamda gerçek edebiyatçının yeri, ne yazık ki onca yakınılan o ünlü fildişi kule." Şimdi böylesine iddialı ve genel bir yargıda bulunmaktan çekinmeyen bir yazardan "düzgün cümle" kurması beklenir, değil mi? Ama yazar, sanki bu yargısına örnek vermek istermiş gibi bir sonraki cümlesini düzgün kuramıyor. İşte cümle: "Halbuki hiçbir kulenin bütün bir tebaayı barındırmaması, ancak küçük bir azınlığı kapsaması doğaldır." Türkçede "hiçbir" sıfatının kullanıldığı bir cümlede olumlu yüklem kullanılmaz. Hasanali Yıldırım, cümlesini "Halbuki hiçbir kule, bütün bir tebaayı barındıramaz, ancak küçük bir azınlığı kapsar." şeklinde kursaydı, ÖSYM standartlarına göre anlatım bozukluğu devam etse de, kabul edilebilir bir cümle kurmuş olurdu. Ama bu hâliyle cümlesi, berbat bir cümle olmuş. Yazarın "fildişi kule"ye yüklediği anlam da, "bütün bir tebaayı barındırma" ya da "küçük bir azınlığı kapsama" gibi ifadelere bakılırsa, doğru bir anlama benzemiyor. Kulenin sanatçıya ait olmaktan çıkıp okuyucu-izleyici-müşteri yığınlarına ait olduğunu düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz!

Sonraki cümleye geçelim: "Böyle bir ortamda edebiyatçının konumu azınlıktan sızlanma değil, azınlığın hakkını verme olmalı." Yazarımız, acaba "konum" kelimesine bizim bilmediğimiz bir anlam mı yakıştırmış? "Sızlanma" ya da "hakkını verme" diye bir "konum" olabilir mi? Bu eylemlerin konumlaşmasını düşünmek zorunda mıyız? Bu eylemlerin davranış biçimi olarak kalmalarında ne sakınca var ki onları "konum" düzeyine çıkarıyoruz?

Yazarlarımızdan işlerini daha çok ciddiye almalarını beklemek hakkımızdır.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV