Yıl:2 Dönem:2 Sayı:2/14

       

     
 

DİL AĞACI

İBRAHİM DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com

 
     
  RAMAZAN NOTLARI

- Millet ne çok alış veriş ediyor! Poşetler dolusu...

- Etmeyenler, edemeyenler de çok. Bizim hanım, tanıdığı bazı yoksullar için pazarcılardan sebze meyve filan toplayıp evlerine götürüyor. İyi de ediyor.

- Sahi, bizim evde kullanılmayan bir yığın giyecek var. Hanımın, çocukların, hattâ benim... Onları da dağıtsa ihtiyacı olanlara.

- Olur. Yamalı çorap giydiğimiz günler geride kaldı.

- Yamamak şöyle dursun, eskimek şöyle dursun, yıpranmadan atıyoruz birçok giyeceği. Ya daralmış oluyor, ya modası geçiyor, ya yenisi alındığından kullanmaya fırsat kalmıyor. İsraf içindeyiz belki de.

- Geçenlerde bir öğrenci evine gittim. Yerde sergi yoktu. Yemeği taban tahtası üzerinde yedik. Oysa birçok evde, birçok halı, kilim, sergi, tavan arasında, bodrumda, şurda burda öyle bekliyordur. Aslında, kullanılmayan eşyayı ihtiyacı olanlara ulaştıracak bir örgütleme yapılabilse ne iyi olur!

- Haklısın. Meselâ, bizim evde bir soba var. Yer işgal etmekten başka bir işe yaramıyor. Bir yoksul veya bir öğrenci evine ulaştırılsa işe yarardı.

Yukarıdaki konuşma Ramazan dolayısıyla yaşandı.

Ramazan dolayısıyla buna benzeyen, benzemeyen nice sözler söylenmiş, nice yaşantılar yaşanmıştır. Ramazan, iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşmanın, dayanışmanın, yakınları ve yoksulları hatırlamanın mevsimi olarak bir kez daha gelmiştir ülkemize ve yeryüzüne.

Aslında son derece bireysel ve mahrem bir niteliği olan oruç ibadeti, çoğunluğu Müslümanların oluşturduğu toplumlarda hemen toplumsal bir içerik kazanıvermektedir. Ancak, bu toplumsallık, yurttaşlarının dînî inanış ve ibadetlerini laiklik adına kaale almayan devlet kurumlarında acıklı mı, gülünç mü olduğu tartışılmaya değer durumlara yol açmaktadır: Birçok anne baba, iftar saatini sofra başında değil, çocuklarının okulları önünde karşılamaktadır. Bu bekleyiş sırasında içlerinden neler geçmekte olduğunu soran bir gazeteci, televizyoncu, araştırmacı var mıdır, bilinmemektedir.

İftar topunun patladığını, ezanın okunduğunu işiten oruçlu öğrenciler, önceden hazırladıkları tost, döner, lahmacun, pasta, bisküvi, vb. yiyecekleri sınıflarında, sıralarında atıştırmaya başlamaktadırlar. (Elbette bu iftarın süresi ve neşesi, o anda ders işlemekte olan (!) öğretmenin tutumuna göre değişmektedir.)

Birçok kentte bu trajikomik iftar curcunası yaşanırken milletvekillerinin, meclisin çalışma saatlerini iftar saatine göre ayarlamış oldukları gözden kaçmaktadır. Belki de, mecliste Ramazana göre çalışma takvimi ayarlayan ve bunu laikliğe aykırı bulmayan temsilci/vekillerin, bir gün asıl ve asil milletin ve çocuklarının kurumlarında da benzer bir düzenlemeyi yapacakları/yaptıracakları umulmaktadır.

Ramazan dolayısıyla piyasaya arz edilen Kur'an-ı Kerim'ler, mealler, tefsirler sanki her yıl biraz daha çoğalmaktadır. Bunları edinen insanların, o kutlu kitapta öğretilenleri öğrenmesi, önerilenleri benimsemesi ve gereğince yaşamaya çalışması mümkün olabilir mi? (Neden olmasın? demek, aşırı bir iyimserlik midir?)

- Ramazan'ın dil ağacındaki yeri nedir?

- Aslında, Türkçede "R" ile başlayan sözcük yoktur. Mürekkep yalamamış öz Türkler bu nedenle, "Iramazan, İrecep" derler.

- Kamerî-Arabî ayların çocuklara ad olarak verilmesine ne dersiniz?

- O mübarek aylarda doğmuş olan çocuklara verilmiş olmalı bu adlar: Recep, Şaban, Ramazan. Muharrem ile Safer'i de sayalım. Bir de, tabii, dedenin, babanın adı olduğu için konabilir bu adlar. Ülkemizde Rebiulevvel, Rebiulahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Zilkade, Zilhicce adını taşıyan kimse yok sanırım.

- Şevval?

- Sağolsun, Leman Sam, kızının adını "Şevval" koymuş. Böylece ay adlarını taşıyanlar arasına belki de ilk kez kadınlar da katılmış oldu. Sonra İdris Özyol da kızının adını Şevval koydu. Benim bildiğim iki Şevval var şimdilik, sanırım arkası gelecektir.

- Oruç adı da var değil mi?

- Evet, Farsça'nın "Ruze"sini "Oruç" yaptığımız söyleniyor. Tarihçi Oruç Beğ ile denizci Oruç Reis, oruç ayında doğmuş olmalılar.

- Orucun Türkçesi yok mu peki?

- "Baçağ" imiş ama unutulmuş. Nedenini, nasılını tartışmanın bir yararı olduğunu sanmıyorum. Namaz ve oruç sözcüklerini Farsçadan almışız. Orucun Arapçası "savm". Oruçlu erkeğe "Sâim", kadına "Sâime" denir. Bu iki sözcüğün özel ad olarak kullanıldığını görüyoruz.

- Bir insan düşünelim, adı Sâim veya Sâime olsun, fakat oruç tutmasın!

- Adı "Mesut" olan herkes "mutlu" olmaz ki...
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV