Yıl:3 Dönem:2 Sayı:9/21

       

     
 

DİL AĞACI

İBRAHİM DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com

 
     
  EKİM KASIM ARALIK OCAK
YA DA TOPLUMSAL BELLEK


Nasıl, ne zaman edindim, bilmiyorum ama bir alışkanlığım var: Bir sınıfa derse girince, tahtada o günün tarihinin yazılı olup olmadığına bakıyorum. Çoğu zaman yazılı olmuyor, hemen sağ üst köşeye günün tarihini yazıyorum. Bazen, bir iki gün öncesinin tarihi bulunuyor, onu değiştirip güncelleştiriyorum.

Geçenlerde lise birinci sınıfta -biraz da öğretim amacıyla- tahtaya yazdım:

30.9.2002
30.09.2002
30.IX.2002
30 Eylül 2002

Günün tarihini bu dört şekilden biriyle yazabileceklerini, ama meselâ "30.Eylül.2002" yazmalarının yanlış olacağını söyledim.

Ertesi gün girdiğim bir sınıfta tarihi şöyle yazdım:

1 Teşrin-i evvel 2002
1 İlk Teşrin 2002
1 Birinci Teşrin 2002

Öğrenciler şaşırdılar. Bunun eskiye, Osmanlı'ya, Cumhuriyetin ve devrimlerin öncesine ait bir adlandırma olduğunu sanıyorlardı. Kimileri, bu sanıya uygun şeyler de söyledi. İçlerinde teşrin-i evvelin hicrî ay takvimine ait olduğunu sananlar da vardı. Bütün bunların bu konudaki bilgisizlikten kaynaklandığı belli. Öğrencilere gerekli bilgileri verdim.

Aynı deneyi lise ikinci ve üçüncü sınıflarda da yaptım; sonuç aynıydı. Onlar da bu konuda ya bilgisizdiler ya yanlış bilgilere sahiptiler.

Hiçbirinin Yahya Kemal'in şu dizelerini bilmiyor oluşunda benim de kusurum vardı kuşkusuz:

Kandilli'de eski bahçelerde,
Akşam kapanınca perde perde,
Bir hatıra zevki var kederde.

Artık ne gelen, ne beklenen var;
Tenha yolun ortasında rüzgâr
Teşrin yapraklarıyla oynar.

"Teşrin yaprakları" Ekim ve Kasım aylarının yapraklarıydı ve bu taa 1945 yılına kadar böyleydi. Kimilerinin sandığı gibi bu durum ile devrimler arasında ilişki yoktu. Öğrencilere dedim ki, Mustafa Kemal'in tarihinde ve takviminde "Ekim" yoktu, "Teşrinievvel" vardı, "Kasım" yoktu, "Teşrinisani" vardı; "Aralık" yoktu, "Kanunuevvel" vardı, "Ocak" yoktu, "Kanunusani" vardı.

Ahmet Hâşim, bir yazısında, mîlâdî takvime geçildikten sonra, yılın birinci ayının "kanunusani" yani "ikinci kanun" diye anılmasını ülkemizin tuhaflıkları arasında saymıştı.

10 Ocak 1945'te kabul edilen 15 Ocak 1945'te yürürlüğe giren ve dört ayın adlarını değiştiren yasanın kabulünde ilk ayın "ikinci kanun" diye anılmasının da etkisi var mıdır bilmiyorum ama bu değişiklikle, en azından bir yazım kargaşasının önlendiği açıktır. 1945 öncesine ait her türlü yazıda şöyle bir tuhaflığa rastlanabilmektedir: "Teşrin-i evvel, teşrinievvel, birinci teşrin, birinciteşrin, ilk teşrin, ilk teşrin." Bizim bugün "ekim" dediğimiz ay, böyle altı ayrı imlâ ile yazılabilmiştir. Hattâ, büyük harf kullanımındaki ayrılıklar da hesaba katılırsa bu sayı daha da artar.

Kuşkusuz, ay adlarının değişmesi, başlangıçta hayli yadırganmış, hattâ alayla karşılanmıştır. Bu konuda Doğan Aksan'ın naklettiği şöyle bir fıkra vardır: "Avukat yargıca 'Aralıkta verdiğim yazıyı ocağa atmışsınız!' demiş. Yargıç da telâşlanarak 'Hayır, ben hiçbir yazıyı ocağa atmam.' yanıtını vermiş."

Bütün bunlar olmuş bitmiş ama olup bitenler hakkında bilgisizliğimiz, belleksizliğimiz çok vahim algı ve düşünce bozukluklarına yol açabiliyor.

Şu seçim arifesinde ezan tartışmaları yapılırken, 1932-1950 yılları arasında Türkçe ezan uygulamasının neden ve nasıl yapıldığı, sonra bundan niçin ve nasıl vazgeçildiği üzerinde hemen hiç durulmamış olması, bilgisizlik ve belleksizliğin hangi boyutlarda seyrettiğinin acıklı bir örneği sayılabilir.

Bir sorunu görmezlikten gelerek, yok sayarak çözeceğimizi sanmamız, hazin bir yanılıştır.

Bu sohbeti, Yahya Kemal Beyatlı'nın Sonbahar'ından teşrinli dizelerle bitirelim:

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir,
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere,
Anlar ki yolcu yol görünür serviliklere.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV