Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
 

MEŞKLER

FATİH ÖZKAFA

fatih_ozkafa@yahoo.com

 
     
  DE GUSTIBUS NON EST DISPUTANDUM

Halk arasında, çok kullanılan bir tabir vardır: 'Zevkler ve renkler tartışılmaz.' Genellikle, kendi zevkleri başkalarınca çok eleştirilen kişilerin, artık zevklerini savunabilecekleri bir dayanak bulamayacak kadar köşeye sıkıştıklarında söyleyivererek kurtuldukları bir sözdür. Nedense bu savunmaya muhatap olanlar da, sihirlenmişçesine vazgeçerler saldırılarından. Peki gerçekten öyle midir? Bilgisi, görgüsü, estetik eğitimi vs. ne olursa olsun herkesin zevki, tartışılmayacak kadar subjektif midir? Eğer öyleyse; niçin bazı nesneler, duruşlar, eserler, kıyafetler, modeller, projeler, tasarımlar... görece daha güzel, daha hoş, daha estetik olarak nitelendiriliyor da; diğerleri aynı kategori içinde sayılmıyor?

Şayet, 'de gustibus non est disputandum'; yani 'zevkler tartışılmaz' olsaydı, hiçbir tasarımcı yekdiğerinden daha üstün, hiçbir mimar ötekinden daha usta, hiçbir sanatkar öbür sanatçılardan daha saygın olmazdı. Zira Wittgenstein'ın estetik felsefesi de, estetiğin bir uzmanlık işi olduğu temeline kurulmuştur. Wittgenstein'a göre estetik yargılar, o konunun (sağlam ve doğru) uzmanlığına dayanan yargılardır. Yine bu çerçevede Marx; 'sanattan haz duymak istiyorsan, sanatçı gibi eğitilmiş bir insan olmalısın' demektedir. Yani bizim tartışılmaz olarak kabul ettiğimiz zevkler, bu görüşlere göre, bal gibi tartışılabilir olmuş oluyor. Hiç kimsenin, estetik iddiada bulunduğu konuda temel bir eğitim almaksızın ve belli bir tecrübe elde etmeksizin, aklına eseni yaptığı zaman, bunu bir de tartışılmazlık zırhına bürümeye hakkı olmadığı sonucu ortaya çıkmış oluyor. Buradan hareketle, herhangi bir sanat eserinin veya estetik iddiası olan bir şey ya da olgunun 'güzel mi çirkin mi, güzelse ne kadar güzel, estetik değilse niçin değil' oluşunu, o eserin, şeyin ya da olgunun, kurallarına uygun ve doğru oluşuyla ilintilendirebiliriz.

Estetik, bu felsefeyi kabul ettiğimiz takdirde, neredeyse tamamiyle bilişsel bir nitelik kazanmakta ve estetiğin duygusal boyutu gözardı edilmiş olmaktadır. Buna rağmen Wittgenstein'ın temellendirdiği teori, estetikte kesinlikle çok önemli bir noktaya dikkat çekmektedir. Çünkü sanatın bütün dalları, yoğun bir temel eğitim gerektirir ve sanat adeta bir kurallar bütünüdür. Sanatçının kişisel özellikleri ve farklılıkları, bu kurallardan daha sonra gelir. Sanatı, 'ötekiler'den ayıran şey de budur: Ne yalnızca kurallar, ne de yalnızca heva... Mesela bir hattat, başlangıçta (bu başlangıç, uzun süren bir başlangıçtır) sadece kuralları öğrenir. Bu kurallar, bir harfin bütününün ve kısımlarının ne kadar uzun, biçiminin nasıl, hareketlerinin ne şekilde olması gerektiği yönünde çok ince ayrıntılara kadar inen kazuistik kurallardır. Dolayısıyla hattat, bu kurallarla dolu eğitimi alırken, yavaş yavaş estetik yatkınlığı da kazanmış olur. Bir hattatın keyfi hareket edebileceği bir durum yoktur nerdeyse; ama buna rağmen, usta hattatların herbirini diğerinden ayırdeden belirgin özellikler hep varolagelmiştir. Özelde hat sanatının ve genelde tüm sanat dallarının en önemli özelliklerinden biri de budur.

Özetle, bir sanat eseriyle ilgili olarak herkesin yaptığı yorum ve değerlendirme ciddiye alınmaz. Bilimsel bir konuda nasıl ki o branşta uzmanlaşmış kişilerin görüşlerine başvurulursa, sanatsal bir konudaki estetik değerlendirmelerde de o daldaki uzmanların yargıları esas alınır. Bunun dışındaki kanaatler ise, birer kıyl-ü kal olmaktan öteye geçemez.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV