Yıl:3 Dönem:2 Sayı:7/19

       

     
 

CINEMA PARADISO

AHMET YURTKUL

ahmetyurtk2000@yahoo.com

 
     
  LEYLEĞİN GECİKEN ADIMI*

Bir film üzerine (nihayetinde; en basit ve kaba algılamayla bile ortada duran sadece 'bir film' iken) yapılandırılan, şekillendirilen, giderek sanatın hiyerarşik katmanları arasına sıkıştırılan börtü-böcek anlama çabaları sanatın yaşam alanını, özelde sinemanın dinlenip beklenilmesi, soluk alınması gerekir temel duraklarını taşa tutmaktadır. Kendi 'olmak'lığını henüz tamamlayamamış bir sinemanın -bu serüvenin tamamlanmamış olması asıl sinemanın potansiyel zenginliğini oluştururken- bir parça anlayışlı olma ve bilgi dağarcığımızda bakir alanlara yer açabilme cesareti. Sinema serbest salınmak zorundadır. Bu zorundalık ona heyecanlanma, bocalama, bocalarken sağa sola çarpma, ihtiraslı ve kibirli olma özgürlüğünü vermektedir. Toydur. Toyluğu dünya haline karşılık gelen görsel dehasını tamamlamamış olmasındandır. 'Dünyanın en iyi filmi çekilmedi' esprisi her yeni filmde tekrar tekrar hatırlanmaktadır. Gölgelemeyin. Gölge sinemanın ilk dersidir. Sizden iyi bilir gölgelemeyi de, kendi toy! dehasının gölgesinde dinlenmeyi de.

Dünya sinema ahvali, ekolleri, deneysel çalışmaları, yalın yenilikleri kirli ayaklarımızın önüne peşisıra sererken, bizler Türk sinemasının paşazadelerine filmlerimizi peşkeş çekiyoruz. Alınması ve alımlaması gerekenler elbet olacaktır. 'Alınanlar sıraya geçsin yoklama yapıcam. Heyhat o kadar çoksunuz ki...' Alımlayanlar ise; üstüme vazife değil, ancak; 'Alımlama' da, aktif-inreaktif ne dersek diyelim sinema seyircilerinin ilk alması gereken temel derstir.

Tüm bunları söylemekteki amaç, İstanbul Film Festivali'nin başlamasıyla birlikte yaşanan sansür yozluğu ve çirkinliği ile ilgiliydi. Adeta İstanbul'un bir yerlerinde kaba ve pastoral bir oyun sahneleniyordu. Hatırlayalım; yönetmenlerinin binbir güçlüklerle kotardıkları filmler (Büyük Adam Küçük Aşk, Hiç Bir Yerde, 9) sakıncalı bulundukları gerekçesiyle gösterimden kaldırılmışlardı. Bundan sonraki gelişmelerin nasıl bir seyir izlediği ile ilgili haberler (neyse ki tekrar gösterime girdiler.) 'merhem sürdük oramıza buramıza da geçti' anlayışıyla geçiştirilip avunulmayacak kadar ciddidir.

Dünya Sinema Endüstrisi'nin ve auterliği kanıtlanmış yönetmenlerin gözleri önünde bu rezalet öyle ya da böyle yaşandı. Durumun tüm verileri, bana (bizlere, arkadan gelmekte olan sinemacılara), bir yirmi yıl daha ilerleme kaydedemeyecek Türk Sineması'nın geciktirici işaretleri olarak görünüyor düşüncesini salık veriyor. Uzun mesafe baktığımız zaman ise sinemamıza yapılan 'bak acımayacak ama' aşılarının ileriye dair, amaçlananın tersi yönünde antikorlar üreteceğini düşünüyorum. En azından tüm renkler bir gün beyaza çalacaktır.

Avrupa, Uzakdoğu ve Amerikan Bağımsız Sinemasında son on yıldır benzer tecrübelerin daha farklı ve refleksif mecralarda yaşandığını görüyoruz. Hatta, örnekleri taçlandırılarak baş köşelere oturtuluyor. Bu anlamda iyimser olma hakkımı, sinemamız adına aldığımız son haberin taze vurgularına sığınarak kısa bir süreliğine saklı tutuyorum. Haber; Zeki Demirkubuz'un festivalin tarihinde bir ilke imza atarak 'Karanlık Üzerine Hikayeleri' üçlemesinin iki halkasıyla (İtiraf, Yazgı) Cannes'a çağrılmasıydı. Zeki Demirkubuz'un sessiz macerasına kayıtsız kalamayız. Demirkubuz sineması, yazının tümüne yayılan ve savruk pasajlarla ifadelendirilen gündemlere, içerden, gündem-dışı bir cevaptır.

* Theo Angelopoulos 'The Suspended Step of the Stork' (1991)
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV