Yıl:3 Dönem:2 Sayı:6/18

       

     
 

MEKTÛBÂT-I GÜRÛNÎ

AHMED-İ GÜRÛNÎ

kitap@40ikindi.com

 
     
  ALTINCI MEKTUB

Pek muhterem dostlarım,

Bu mektubumda size Sarâyî Dîvânı'ndan bahsetmek istiyorum. "Dîvân şiiri öldü; o eski devirlere ait bir hoş hâtıraydı" diyenlere üstadın güzel bir cevabı olarak intişâr eden işbu dîvân, gösterdi ki beni âdemin cihanşümûl mesaili ber-devâm oldukça usûl-i cedîd ile usûl-i kadîm tev'eman olacaktır.


Beyt

Bâl ü per takıp artsa da sür'ati dem a dem
Hiç sâkıt olur mu kıymetten reviş-i âdem


Kitabın kapağında ayrı bir san'at-ı rif'at olan hatt-ı destini temâşâ etmek dahi insana bir heyecân-ı bediiyyat râ'şesi veriyor. Lâkin eser-i zühûl olarak kapağa dühûl olan pâye-i akademika bu sahn-ı mehlikâyı bir pâre-i ebr-i siyeh ile nîm perde pûş eyliyor. Fakîr-i pür-taksîr daha evvel Şahin-i Şeydâ'ya aynı meseleden dolayı tiğ-i tenkid ile hamle eylemiştim. Bereket versin Sarâyî'ye sorduğumda bu hatanın sehven olduğunu söyledi. Şeyda'nınki kasten olmuştu.


Beyt

Tedvîne müyesser olıcak böyle bir dîvânı
Neylesün Sarâyî "yök"ten alınan ünvânı


Efendim bâlâda temas ettiğim husus; yani zamana merbut olmayan mesâil-i beşeriyye, eş'arın mevzuunu teşkil ettiğinden nâşi her seviyeden karie hitap etmesi melhuzdur. Fakat lisân-ı asân-ı Osmaniyye bazı nâdân kavlince zor anlaşılır görüldüğünden ve dahi bazı ehl-i meskenet de buna inandığı için bu eş'ar-ı maarifet-şiârın zebân-ı tabân-ı arifânda taammümü biraz zamana vâbestedir. Ayrıca neşriyâthâne sahipleri evvelâ kâr-ı dârı düşündüklerinden bu kenz-i mahfiyi hâvi hâne-yi virâna pek nazar kılmıyorlar. Ekserisi üstadın himmeti ile ehl-i dile vâsıl oluyor. Zâten kudemânın kavlince hikmetin bahâsı da olmazmış. Beklenen iltifat ise uşşakın
nevâ-yı senâlarıdır. Ol dahi ulaştırılsa gerektir.


Beyt

Deve çanındadır gûşu sâhib-i sîm ü zerin
Destân-ı Leylâ zebân-ı Mecnûna şâyestedir.


Üstadın bu eseri münasebetiyle bir daha anlaşılmıştır ki eski şiirin benzeri, hatta ondan daha güzeli hâlihazırda da pekâlâ söylenebilir. İmdi bu hükümle kendime pay çıkaracağımı düşünebilirsiniz. Evet dostlarım yirmibirinci asrın şuarâ-yı benâmı mesela onsekizinci asırdakilerden hiç de geri değildirler. Binâenaleyh şuarâ-yı kudemânın asâr-ı güzîdesini tabulaştırmaya gerek yok. Benzerleri her devirde yazılabilir.

Sarâyî Dîvânı'nda içtimaî problemlerin nasıl hassasiyetle ele alındığı, "Felek Kasidesi"nde ve dahi rubâîlerinde görülebilir. Ama şiirlerde -olması gerektiği gibi- Leylâ'nın müstesnâ bir yeri vardır. Her ne kadar "Leylâ bana yâr olmadı Leylâ'yı bıraktım" diyorsa da Leylâ'nın bırakılamayacağını sonraki şiirlerinde itiraf ediyor. İlk söylediği, olsa olsa bir sitem-i âşıkânedir.

Azerî ağzı çeşnisi, Sarâyî'nin şiirinde o kadar latif düşmüş ki bazı şiirlerin güzelliği sırf bu yüzden iki kat artmış. "Ona bir lehze temâşâ mene min can getirir" matlaıyla başlayan gazelin her mısraı âdetâ bir mısra-yı bercestedir. Şiirden anlayan birçok insanın da ezberindedir.

Üstâdın klasik şiirin cümle âlâtını maharetle istimâl ettiği, erbâbının mâlumudur. Aruz veznini bu kadar temiz kullanmak her şâirin harcı değildir. Fuzûlî'nin şiirin hası ilimle yazılanıdır mealindeki sözü, Sarâyî Dîvânı'nda tahakkuk etmiştir. Şâirin engin tarih ve edebiyat bilgisi, şiirle şuurun aynı menbadan olduğunu, bir defa daha çeşm-i irfâna takdim ediyor.


Beyt

Sadâ-yı Sarâyî bazen hicaz bazen sabâdır
Her beytinde birer nazîre yazılsa sezâdır.


Selam ederim aziz dostlarım.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV