Yıl:2 Dönem:2 Sayı:2/14

       

     
 

KELİMELER VE ŞEYLER

ABDULLAH HARMANCI

abdullahharmanci@mynet.com

 
     
  RUHUM KIRMIZI LEKELERLE MUAZZEB


IŞIYAN

Minibüsün önden beşinci, arkadan birinci koltuğunda oturuyorum. Önden dördüncü, arkadan ikinci koltukta oturan tat çocuk, önden de arkadan da üçüncü koltukta oturan sakallıya beş yüz bin lira uzatıp "V" işareti yapıyor. Sakallı, minibüsün önden ikinci, arkadan dördüncü koltuğunda oturan bayana "Şurdan iki kişi verir misin kardeş?" diyor. Bayan, minibüsün önden birinci arkadan beşinci koltuğunda oturan adama yani şoföre uzatıyor beş yüz bin lirayı. "Kaç kişi?" diye soruyor şoför. "İki!" diyor kadın, neredeyse haykırıyor, çocukça bir işe yaramışlık duygusuyla. Beklenmedik. Şoför bayana, bayan sakallıya, sakallı tat çocuğa paraüstünü uzatıyor. Bense seyrediyorum gönenç içerisinde. Minibüsün önden ve arkadan birinci yahut beşinci veya dördüncü ya da ikinci koltuklarında oturan tüm yolcular, hayatları boyunca ve sonraki zamanlarda bile hatırlamayacakları bir yardımlaşmanın öznesi oluyorlar. Onları böyle görmek ruhumu ışıtıyor. Evime dönmeli, çatı katındaki eski sandukayı açmalı, on dokuz senedir sakladığım "Güzel Türkçemiz" kitabının sayfalarına yüzümü sürmeli, ağlamalı, ağlamalıyım.

İnsanlar size inanıyorum!


LİYAKAT

Bize yıllarca denizi anlatmış, onu beyaz gerdanlı bir kadınmışçasına övmüştü. Denizden uzakta olduğu günlerde bile, bir kuytuya oturur ve sahili, martıları hayal ederdi. Deniz! derdi, Allah'ın yarattıkları arasında senden daha sevgili ne vardır?

Arkadaşımızın deniz tutkusuyla alay edip durduk; ağustoslardan birinde, ak köpüklü dalgaların üzerinde cansız bedenini gördüğümüz güne kadar. Deniz onu bizden almıştı; kendisine bu kadar layık bir insanoğluna yeterince layık olmadığımızı düşündüğü için belki de, kimbilir.


ESRAR

Çocukluğumun bir yerinde henüz kefenlenmemiş bir ölünün ayaklarını görmüştüm. Çocukluğumun başka bir yerinde, yıkanmakta olan bir merhumenin ağarmış, uzun saçlarını. Ölümün bu kez hangi sırrını çözeceğim, diye beklediğim bir gün, ölüm, çıplak bir bedenin bütün uzuvlarıyla gözüktü gözüme. Ellerindeki hamam taslarında tel tel buhar çizgileri, vücudumu evire çevire yıkayan bir dolu insan... "Parçalar tamam oldu." diye fısıldadılar kulağıma, "Yokluğun sırrına erdin."


MAHŞERDE

Adam bedenine kötü davranıyormuş.
Çok kötü.
Kollarını jiletliyormuş.
Tırnaklarını makaslarla acıtıyormuş.
Kırmızı lekelerle doluymuş bedeni.
Çürüklerle.
İnsanlar bu adama darılırlarmış.
Neden? derlermiş, neden kötü izler bırakıyorsun bedeninde?
Ayıp değil mi? Değil mi günah?
Adam gülermiş, bedenim fanidir, dermiş, siz işinize bakın.
Eriyip çürüyüp yitip gitmeyecek mi bedenimiz?
Kalıcı olan ruhumuz değil midir?
Ruz-ı mahşerde ruhumuz değil midir var olacak olan?

Aradan uzun siyah düzenli bulutlar geçmiş.
Ve ruz-ı mahşerde görmüşler adamı.
Ağlıyormuş adam.
İnsanlara üzgün bakıyormuş.
Ruhu kırmızı lekelerle, eziklerle çürüklerle doluymuş adamın.
Çok üzgünmüş adam.
Çok.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV