Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
  AYIN DOSYASI:

ISABELLE HUPPERT

Reille Amiel
Çev: Kemal Kaldı



Isabelle Huppert, söyleşi yapmayı pek sevmediğini, güç ilişki kurabildiğini belirtiyor. Daha çok sinema aracılığıyla kendini dile getirmeyi ve "fotoğraf" çektirmeyi yeğliyor. Bununla birlikte, onunla gevezelik ederek birkaç saat geçirmek yine de zevkli. Isabelle Huppert, kişiliğiyle uyumlu bir biçimde kaynaştırdığı oyunculuk mesleğinden başka bir şeyden söz etmiyor öz olarak. Daha önce sinemalarımızda Cesar et Rosalie-Sen ve Ben (Claude Sautet, 1972) Docteur Françoise Gailland-Kadın Doktor (Jean-Louis Bertucelli, 1975), Violette Noziéres-Zehirli Çiçek (Claude Chabrol, 1977), geçmiş Sinema Günleri'nde La Dame aux Camelias Kamelyalı Kadın (Mauro Bolognini, 1980) adlı filmleri gösterilmiş olan Isabelle Huppert, bilindiği gibi Fransız sinemasının doruktaki genç ve yetenekli bir oyuncusu. Son Sinema Günleri '85'te gösterilen iki yeni filmiyle (Dantelci Kız ve Kızılderililer Hala Uzakta) yeniden sinemaseverlerin beğenisini toplayan, ufak tefek, ama her yüklendiği rolün hakkını veren Fransız sinemasının bu sempatik oyuncusuyla Mireille Amiel'in yaptığı bir konuşmayı sunuyoruz.


OYUNCU SİNEMASINA DÖNÜŞ

Bugün "cinema des auteurs-yazar sineması"ndan söz edilebileceği gibi, bir oyuncu sinemasına dönüş olduğu gözleniyor. Ama eleştiri bunu olumsuz yorumluyor.

Oyuncular kendilerini, giysi, fiziksel görünüm ve değişen koşulları öne sürerek savunabilirler. Gerard Depardieu'yü ele alalım, onun bu denli çok film çevirmesi acaba bıktırıcı olmuş mudur? Bir iki yıl önce, onun için tasalanmıştım doğrusu, ama Depardieu istediği gibi bir oyuncu olmayı başardı sonunda. Ve ben onun yanındayım.

Marguerite Duras'yı tanıyorum ve onun yönetiminde film çevirmeyi çok seviyorum. Ama öte yandan çok sayıda seyircinin gördüğü, beylik deyişle "popüler" filmler yapmayı da tapınırcasına seviyorum... Komik ama böyle! Şu sıralarda değiştiğim, kendimi yenilediğim kanısındayım. İki ya da üç yıl için rahatım. Söz konusu edilecek denli değiştim: Perhizimden, giysilerime ve makyajıma değin. Bu bakımdan Michel Deville'in Eaux Proforıdes-Derin Sular (1981) adlı filminde canlandırdığım sofistike kişilik bana yararlı oldu; oyunculuk uğraşı, oyuncu çalışmasına, fiziksel görünüme dikkat etmek, vb. şeyler üstüne dayanır. "Genç Fransız sineması' olarak sınıflandırılan yönetmenlerin Çoğuyla çalıştım, ama bence gerçek bir "okul" oluşturmuyor bu yönetmenler, evet anlık duyarlıklar ve uyum var ama, bir hareket, bir akım yapısı yok. Bir Verneuil'le film çevirmektense Godard'la ya da Pialaty'la film çevirmek, rastlantı değildir, ama bu da "yazar sineması"nın ya da yaratıcı bir oyuncu kuşağının varlığını kanıtlamaz. Sinema, hayatın bir sürecini yeniden canlandırırken, oyuncu da bu süreci bir bütün halinde derleyip toparlar. Oyuncuyu çoğu kez rolü için zorunlu özel bir çalışma bekler, çoğu kez rolünün gerektirdiği kılığa bürünmek için çabalar durur oyuncu. Özellikle bir kadın oyuncu için en önemlisi, hoşa gitmek. güzel olmak, sürekli formunu korumak, perhizine, makyajına filan dikkat etmektir. Tavernier'yle çalıştığım Coup de Torchon-Toptan Temizlik (1981) ve Deville'le çalıştığım Eaux Profondes-Derin Sular adlı filmler, benim için özlü çalışmalar oldu.


MESLEKTE İLK ADIMLAR

Başlangıçta oyuncu olmak, düşünülüp varılmış bir karar değil, bir gereklilikti benim için. Öğrenciydim. Ve kuşkusuz oyuncu olmanın koşullarını bilmiyordum. Kişisel becerimle sürdürdüm bunu. İşin özü, bir iletişim sorunuydu. Kişisel yorumum ya da parlak niteliklerle bezeyemediğim (hala becerebildiğimi pek söyleyemem daha!) bir yaratıcılık aracılığıyla doğrudan iletişim kurmam gerekiyordu başkalarıyla. Tam iyi bir oyuncu oluyorum derken, bir sabah erken uyanamadım, işe geç kaldım. Bilgiçlik taslamak istemem, ama bu meslek kendine özgü bir çeşit yaşama biçimi gerektiriyor gerçekten.

Oyuncu olmaya karar verildiği andan başlayarak, oyuncu gerçekliğine bulaşmak gerekiyor. Başkaları için değil, insanın kendisi için. Belirli bir kimliğe sahip olmak için. Kendini belirlemeyi bilmemekten daha korkunç bir şey olamaz.

O sıralarda her şeyi yaptım: Blanche sokağındaki kurslar, konservatuar eğitimi (okuldaki ilk rolümde başarısızlığa uğradım, ama ikincisinde oyunum yeterince parlaktı ve bu önemliydi benim için), vb... Televizyon dizilerinde rol aldım, tiyatroda ve cafe-tiyatrolarda oynadım, kimi filmlerde birkaç planlık rollerde göründüm. Giderek sinema bir gerçek oluyordu benim için. Grup ya da topluluk havasını pek sevmiyorum, aynı şekilde konservatuar eğitiminin bana çok yararlı olduğunu da sanmıyorum. Ama önemli olan, bunları yapmaktı ve mesleğe yeni başlayan biri, fikrimi sorup öğüt almak isterse ona da aynı şeyleri yapmasını söylerim.

Oyuncu olmak çok bireyci bir istektir ve okuldan çok, kaçınılmaz bir biçimde bir kitle kültürü olayıdır. Konservatuardaki eğitimim, gençliğimin sıkıntılı, bunalımlı bir dönemine rastladı.


"GERÇEK HAYAT"

Bu konuşmanın yapıldığı tarihe değin 28-30 film yaptım. Kimi zaman kuşkularım oldu, bir iki yıl ara vermek gerektiğini düşündüm. Ama sonra ara vermedim, durmadım. Düzenli olarak Ciné-revue dergisini alır, "ölümsüz oyuncular" gibi yazıları sürekli okurdum. Büyük oyuncuların durmadan çalıştığını, çok film yaptıklarını öğrendim. Bir filmden öbürüne, sürekli değişen bir oyuncunun seyirciyi bezdireceğini pek sanmıyorum. Oyuncu olmak, bütün bütüne değişmek demektir. Benim hayatım, sürekli arka arkaya yer değiştirmekten ibarettir. Bu yaşayış, uzun süredir "gerçek hayat" olarak adlandırdığım yaşantı tarzı için hiç zaman bırakmıyor bana. Ama gerçek hayat nedir ki aslında? Benim için çalışmaktır, oynamaktır. Gerçeğin eğlenceli yanıdır. Başkaları için, ("normaller" için) değişik sayılabilir hayatım. Güç olan, akıl karıştıran, çok gündelik bir hayat süren insanlarla beni aynı kefeye koymaktır. Hayatımın, uğraşım gereği yer değiştirme, oradan oraya yollanma üstüne kurulu oluşu, kimi zaman çıldırtır beni. Örneğin 15 gün Paris'te kalsam (benim için ayrıksı bir durumdur bu) panik başlar. Ne yapacağımı pek kestiremem. Böyle durumlarda kendimi dağıttığım kanısındayım.

Tanımadığım, bilmediğim bir kentte, bir otel odasında kendimi bütünüyle güvenli hissederim. Oyunculuk hayatıma başlarken bu sorunu göz önüne getirmemiştim bile. Ama bu bir çeşit suçluluk duygusundan kendimi kurtarmam gerekiyordu. İstediğimin bu olduğuna kendimi inandırmam gerekiyordu. Önceleri, iki film arasında çok sıkıntılı olurdum. Dört beş yıldan beri hiç boşluk, yoksunluk duymuyorum artık. Bir film süresince. en fazla üç ay sonra yeni bir filme başlayacağımı biliyorum şimdi. Bu işte tüm zamanımın dolu olması bana güvenlik veriyor, ama kimi zaman da, önceden bilinmeyen bir durumla karşılaşmaya can atıyorum. Allahtan iyice belirlenmiş bu hayatta, her filmin başka bir serüveni var. Her yeni filmin çekimi süresince her şey olabilir, hiç umulmadık bir durum ortaya çıkabilir.


MESLEK HAYATIM VE YARIM BAŞARILAR

Hiçbir zaman yalnız başına karar verilmiyor. Değişik görüş ve düşüncelerle kuşatılmış olarak yaşıyoruz. Bir işe koyulduğunuzda kimi öğeler insanı etki altında bırakıyor. Sizinle olan ve rastlayacağınız insanlar var. Ama meslek hayatımı bütünüyle yalnız başıma oluşturduğumu sanıyorum. La Dentelliére-Dantelci Kız'ın başarısından sonra, kimi şeyler belirlendi kesinlikle. Ama Aloise (1974), Dupont La Joie (1975) ve Le Juge et L'Assassin-Yargıç ve Katil (1975) de önemli aşamalardı benim için. Hak edilmemiş başarısızlıklar da var filmlerim arasında, örneğin Cimino'nun Heaven's Gate-Cennetin Kapısı'na yapılan haksızlık gün gibi ortada. Oynadığım filmler arasında bütün bütüne başarısız sayılacak bir yapıt yok. Kimi zaman yarım başarılar, kimi zaman da çeyrek başarılardan söz edilebilir namuslu olmak gerekirse; La Dame aux Camélias-Kamelyalı Kadın (1980) ya da Les Soeurs Bronte-Bronte Kardeşler (1978) gibi. Coup de Torchon-Toptan Temizlik'te (1981) oynamak konusunda hayli duraksadım, bununla birlikte bu film çok şey kazandırdı bana. Georges Conchon'un romanı olağanüstüydü. Tavernier'nin yanılgısı, romanın tiksindirici evreniyle Prévert'vari bir şiirsel gerçekçiliği karıştırmak oldu belki de. Sanıyorum Tavernier, bu filmde oyunculara özellikle bir ayrıcalık tanımak istedi ve onunla bu filmi çevirmekten hepimiz büyük zevk aldık.


KADINLIK

Benim için oyuncu olmak, kendime bile karşı olduğum bir savaş gibiydi. Güzel olmak, hoşa gitmek için savaşmaktı her şeyden önce. Başlangıçta güzel olmanın dışında, rol yapmanın ve oynamanın içgüdüsel olarak, kendiliğinden çözümlenebileceği kanısındaydım. Ama buna karşılık, benden kaynaklanan, korkunç öznel engellerim vardı. Güzel olmayı bir türlü beceremiyordum. Bunu kıvırabildiğim andan başlayarak (en azından gözlerimi kullanmayı öğrenerek), göstermeyi istediğim güzelliğimi kabul ettirdim...

"Güzel" ve güzellik üstünde duralım biraz. Bu kavram kişiye göre değişir, bilindiği gibi. Oyunculuk yaşantımın başlarında bir yığın olumsuz yanım vardı, her çekimden önce beş kilo falan alırdım örneğin... Giysiler için de aynı şey olurdu, tembellikten unutmuş gibi yapardım, ama aldatmacaydı bu. Neyse, bu aşamadan da geçtim. Oldukça "püriten" bir düşünce yapısında olduğumu sanıyorum. Güzel olmak, güzel olmayı istemek gerçekten değersiz ve önemsiz geliyordu bana. Göze batmak ile sıradan olmak arasında, sıradanlığı yeğliyordum. Dantelci Kız böyleydi. Sonra, birdenbire bütün bunlardan kurtuldum... Sıyrıldım... Sonuçta dikkati çekmenin, psikolojik yolunu yordamını öğrenerek yeterince ustalaştım, deneyim kazandım. O tarihten beri bunları kullanıyorum. kimileri, yeniyetme çağının baştan çıkarıcılığını, yeteneklerini sonuna değin kullanarak sergilerler. Benim durumumda böyle olmadı bu. Yeniyetme döneminde dertsiz tasasız ve gamsızlıktan çok, hep içe atılan korkular, saplantılar ağır basar. Kendi hesabıma Paul Nizan'ın tümcesini seve seve yineleyebilirim burada: "Yirmi yaşındayım ve bunun hayatın en güzel yaşı olduğunu söyleme hakkını kimseye vermeyeceğim!" Ben de uzun bir süre Dantelci Kız'dım herkes için.


ÇOCUKLAR

Seyirciye çekici gelmek. sinemada hoşa gitmek iyi güzel de, kadınlık sorunlarını çözümlemiyor bu. Örneğin ben çocuk sahibi olmak istiyorum, sık sık düşünüyorum bunu, hatta her zaman" aklımda bu diyebilirim. Bir oyuncu olduğuma göre, şu anda annelik, mesleğimle pek bağdaşmıyor, en azından ben bağdaştıramıyorum, ama umutsuz da değilim. Derin Suların çeki mi, bu konuda bir şeyler öğretti bana. Senaryoda küçük bir kız çocuğu (adını anımsayamadığım küçük bir oyuncu da çok iyiydi bu rolde) vardı ve bir çocuğa sahip olmak, özellikle yedi yaşında bir çocuğa sahip olmak fikri dayanılmaz gelmişti bana. Belki ufacık bir bebeği kabullenebilirdim, ama cin gibi küçük bir kız çocuğunu asla. Bir anlamda bu, filmi zenginleştirdi, benim oynadığım çocuksu kadınla şimdiden kadınlaşmış, büyümüş de küçülmüş bu çocuğun apaçık karşıtlığı filme değişik bir boyut kattı.

Ama hayatta her istenilenin olabilmesi mümkün değil: Büyük yönetmenlerle yılda üç-dört film çevirmek ve aynı zamanda "normal" bir hayat sürmek, bir arada olamıyor tabii ki...


KENDİNİ GELİŞTİRMEK

Yeterince okuyamadığım için, yeterince müzik dinleyemediğim için kısaca kendimi yeterince "geliştiremediğim' için kendimi suçluyorum kimi zaman. Şimdilerde ise pek aldırmıyorum. Çok az okuyorum, çok az plak-müzik dinliyorum. Kendimi başka türlü "doyuruyorum" ve yeterince iyi buluyorum sonuçta. Kimi zaman iki çekim arasında, zamanımı sürterek yitirmenin doğru olmadığı izlenimine kapılıyorum. Losey'in La Truit-Alabalık'ını çektiğimiz şu sıralarda, günde iki saat bowling oynamasını öğrenmeye çalışıyorum, filmde gerekli olduğundan ötürü.


PSİKANALİZ

Passion-Tutku'nun çekiminin başlarında, Godard, Groddeck'in psikanaliz üstüne bir yazısını çoğaltarak, tüm ekibe dağıttı. Godard'ın metinde geçen her psikanaliz sözcüğünü sinema sözcüğüyle değiştirdiği çok güzel bir yazıydı bu, sinemanın canlı bir işlevi olduğunu kanıtlayan, coşkulu bir yazıydı.

Benim gibi lise diplomasını almış, Rus dili ve edebiyatı eğitimini sürdürememiş biri için psikanaliz, bir temel oluşturmuştu. Aynı zamanda teoriden çok, pratiğe dayanan bir temeldi bu ve benim için biraz üniversite eğitimi yerine geçti diyebilirim!..


FİLMOGRAFİ:

Faustine (1971)
César et Rosalie (1972)
Le bar de la fourche (1972)
Les valseuses (1974)
Aloise (1974)
Le juge et l'assassin (1975)
Die Große Ekstase (1975)
Dupont-Lajoie (1975)
Docteur Françoise Gailland (1975)
Rosebud (1975)
Les Indiens sont encore loin (1976)
La belle emmerdeuse (1977)
La dentellière (1977)
Violette Nozière (1978)
Sauve qui peut (1979)
Les soeurs Brontë (1979)
Retour à la bien-aimée (1979)
Örökség (1980)
Loulou (1980)
Heaven's Gate (1980)
Eaux profondes (1981)
Coup de torchon (1981)
Les ailes de la colombe (1981)
La dame aux camélias (1981)
La truite (1982)
Passion (1982)
Coup de foudre (1983)
Storia di Piera (1983)
La femme de mon pote (1983)
La garce (1984)
Signé Charlotte (1985)
Sac de noeuds (1985)
Cactus (1986)
Milan noir (1987)
The Bedroom Window (1987)
Les possédés (1988)
Une affaire de femmes (1988)
La vengeance d'une femme (1989)
Contre l'oubli (1991)
Malina (1991)
Madame Bovary (1991)
Après l'amour (1992)
Navodneniye (1994)
Amateur (1994)
La Séparation (1994)
Lumière et compagnie (1995)
La Cérémonie (1995)
Poussières d'amour (1996)
L'affinità elettive (1996)
Les palmes de M
Rien ne va plus (1997)
L'Ecole de la chair (1998)
La Vie moderne (1999)
Saint-Cyr (1999)
Pas de scandale (1999)
Merci pour le chocolat (2000)
Les destinées sentimentales (2000)
Clara (2000)
La Pianiste (2001)
8 femmes (2002)
La Vie promise (2002)
Deux (2002)
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV