Yıl:3 Dönem:2 Sayı:8/20

       

     
  TÜRK FİLMLERİ VE CAHİT BERKAY

MURAT AK



Eskiden Türk filmleri seyrederdik. Salı akşamları, sonraları Cumartesi akşamları çoluk çocuk televizyonun karşısına kurulur, ailecek haftada bir gösterilen filmlerin heyecanıyla beklerdik. İyi ya da kötü olmazdı, hepsi güzeldi filmlerin. Başkaca bir tercihimiz yoktu ki. Seçme hakkımız yoktu. Ya seyreder beğenirdik, ya da kaçırır, kaçırınca da üzülürdük.

Eskiden diyerek başladıksa da anlatmaya, çok eski de değil, yirmi yıllık bir ömrü olan benim için eski bu olanlar. On yıl öncesine kadar yaşadıklarımız yani.

TV kanallarının özelleşmesiyle birlikte ne oldum delileri olan bizler, yedi günde bir olan film seyrimizi bir günde yediye çıkarınca sadeliği kaybettik.

Şimdilerde günün hangi saatinde olursanız olun, ekranda mutlaka bir Türk filmiyle karşılaşabilirsiniz. Hatta aynı anda birden fazla Türk filmiyle karşılaşmak, hatta ve hatta aynı anda aynı Türk filmiyle birden fazla kanalda karşılaşmak olasıdır ve bir şaşkınlık hissi bile uyandırmaz ekran başındakilerde.

Şimdilerde, bir zamanlar hafta boyunca iple çektiğimiz o, Kadir İnanır'lı Türkan Şoray'lı, Kemal Sunal'lı filmler, çoğu zaman kanalların boş saatlerini doldurmak için gösterimde.

Defalarca seyrettiğimiz filmleri tekrar tekrar seyrediyoruz. Hep seyrediyoruz, öyle seyrediyoruz ki, içimizde filmlerin repliklerini hıfzetmişler bile vardır. -Ben, şahsen, bizzat kendim bile bilirim.-

On beş günde çekimi, beş günde montajı yapılan, iki ya da en fazla üç günde seslendirilip, akşamdan sabaha kotarılan müziğiyle ortaya çıkan "yeşilçam" filmlerini insanlara hala seyrettiren sır nedir? Ya da böyle bir sır var mıdır? Neden defalarca gördüğümüz Kemal Sunal komedilerini her seferinde heyecan duyarak seyreder, seyrine bir başladık mı bırakamayız bir daha? Seyirden sonra da bu kaçıncı diye hayıflanırız bir de.

Kimileri, arabesk bir toplum olan bizi en iyi anlatanın bu filmlerdeki ironi olduğunu ifade ederek açıklar bütün bu olanları. Yani o filmlerde anlatılanların bizzat kendimiz, kendi hayatımız olduğunu söylerler. Üst perdelerden konuşan/konuşmaya çalışan kimileri de ne salaklığımızı koyar ne de ahmaklığımızı, açıklamaya çalışırken. Entellektüellik adına yapar bir de. Ama vakıa budur. Onca seyrettiğimiz filmleri, biz seyretmeye devam ederiz. Hiç kulak asmadan söylenilenlere.



1946 Isparta doğumlu. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde tamamladı. Müziğe ilk okulda mandolin çalarak başladı. 1960-65 arası amatör müzik yaptı. 1967'de Moğollar'ın kurucularından oldu. Bağlama, gitar, cura, yaylı tambur, kabak kemane çalıyor. Türkiye'de üç altın portakal ödülü aldı. Dört sefer de Akdeniz ülkeleri film festivallerinde en iyi film müziği ödülleri aldı. Ayrıca kendisinin de içinde bulunduğu Moğollar Grubu bir çok ödüle layık görüldü.
Bu yazının başlıca müsebbibi bahsi geçen filmler değil, bu filmlerin hatırımızda olan bir çoğunun müziklerini yapan 'üstad'dır. Hemen hatıra gelecek şekilde söyleyelim. Genç olanlarımızın çocukluğunda, yaşlılarımızın ise orta yaş dönemlerinden hatırladıkları, hala belki de bir yerlerde rastlayıp duyduğu bir nakarat vardır. "Şaban pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım". Sonra "Çiçek Abbas" vardır, sonra "Selvi Boylum Al Yazmalım" vardır. Hani dinlediğimiz zaman Kadir İnanır'la Türkan Şoray'ın göz göze gelişlerini hala gözlerimizde canlandırdığımız "Selvi Boylum Al Yazmalım". İşte bütün bunların sanatkarı. Üstad Cahit Berkay'dır bu yazının müsebbibi.

Bir şeyin kalıcı olması da bu olsa gerektir. Hani duyduğunuzda bir şeyleri çağrıştırır sizde, içinizden bir şeyler koparır, ya da bir şeyleri eritir sanki içinizden. İşte böyle bir şeyi ortaya koyabilmek estetik gerektirir, derinlik gerektirir, insani bir oluş gerektirir. Sanat ise sonuçta ortaya çıkandır. Hatırlamaya binaen bahsini ettiğimiz eserler de sanat eseridir.

Cahit Berkay ne profesyonel bir sinema eğitimi almış ne de müzik eğitimi. Bir sinema işletmecisi babanın oğluymuş o. Sinemayla tanışıklığı o zamanlardan kalma. Yani ailenin ekmek teknesinde tanışmış Türk filmleriyle. Daha çocukken. Müzikle tanışıklığı da o yıllarda. Müzikle uğraşmaya başladığı zamanı şöyle anlatıyor:

"Annem ve babam sık sık İstanbul'a gelip gidiyorlardı. Bir gün bana oradan mızıka getirdiler. İlk olarak ondan bir takım sesler çıkarttığımı hatırlıyorum. Sonra ilkokuldayken okulun mandolin kurslarına girdim ve çabuk ilerlettim. 3. sınıfta okulun mandolin grubunda çalmaya başladım. 1959 senesinde ailecek İstanbul'a taşındık. O zaman benim idealim akordeon çalmaktı. Ama bir gün komşunun çocuğunda gitar gördüm. Elime alıp kurcaladım, hoşuma gitti. Babamdan bana gitar almasını istedim. Cevap klasik: 'Sınıfı geç de alalım.' O yıl sınıfı takdirle geçtim ve bir gitar sahibi oldum."

Film müziği yapmaya 1974'de başlamış Cahit Berkay. O dönemde bütün filmlerde yabancı müzik kullanılıyor. Haliyle gösterilen filmle, filmde kullanılan müziğin yakından uzaktan hiçbir bağı yok. Hareketli filmlerde meşhur James Bond müzikleri, aşkı anlatan sahnelerde yavaş ve romantik yabancı parçalar... Böyle kolaycılıkla geçip giderken Türk Sineması'nın seyri, Cahit Berkay ilk film müziği teklifini alıyor Atıf Yılmaz'dan. Filmin adı "Koca Yusuf".

"Filmde duyguları olan bir araba vardı. Kötü insanlara kötülük yapıyor, iyi insanlara iyilik yapıyordu. O sahnelere bir takım komik efekt sesleri yaptık. Filmde bir de birbirini seven iki genç vardı. Bu sahnelere duygusal bir müzik yaptık. Kavga seslerine de bol davullu bir kavga müziği."

İşte bu filmden sonra başlamış Cahit Berkay'ın Türk filmlerine yaptığı müziklerin serüveni. Bu filmin ardı sıra gelen bir sürü teklif. Artık Türk filmlerinin aranan müzisyeni olmuş.

Apar topar halledilen "yeşilçam" filmlerine müzik yetiştirmiş sanki kalan ömründe. Öyle ki filmi hiç görmeden, kendisine telefonda anlatılan senaryoya bir gecede müzik yaptığını bile söylüyor Cahit Berkay. Bu, yıllarca seyrettiğimizi, hâlâ da seyrediyor olduğumuz Türk filmlerinin perde arkasını da ifşa ediyor aslında.

Böyle bir çalışma temposundan arta kalan; 149 uzun metrajlı filme, 58 diziye, 10 tane de belgesele ve bir çok reklam filmine müzik yapmak olmuş. Bana şimdi 149 film sayabilir misiniz, ya da 58 dizi? Çoğumuzun ömrünü toplasak sığdıramayız onun bir ömre sığdırdıklarını.



"Bugün televizyonlarda benim müziğini yaptığım filmler oynuyor. Aralarında gayet güzel olanları var, insanlar alkışlıyorlar. Selvi Boylum falan... 'Çok iyi yapmışsın, bravo, aferin!' diyorlar. Ama bu arada bazı filmler de var ki ben hemen koltuğun arkasına saklanıyorum."
Yaptığı film müziklerini bir araya getirerek kasetleştirdi. "Cahit Berkay Film Müzikleri Volüm 1" ve daha sonra diğerleri. Cesaret gerektiren bir iş yaptı. Çünkü birçoklarına göre bu güzel müzikler kullanıldığı filmlerin dışında anlamsızdı. Ama öyle de olmadı. Bu kasetler piyasaya çıktıkları günlerden bu yana dinlenilmektedir. Bir film müziğinin görüntü olmaksızın dinlenilmesi bir eksikliktir belki. Anlamından bir şeyler kaybeder belki. Ama görüntü olmadan kitleleri kendine çekebilmiş, kendini dinletebilmiş film müzikleri, film müziği olmanın üstünde bir şey olsa gerektir. Bu arada görselliğin ön palana çıktığı günümüz popüler müziği bu görselliği kaybettiği anda ne kadar tutunabilir acaba?

Cahit Berkay'ın yıllardır süren Moğollar serüveni var bir de. 1967'de kurmuşlar bu grubu. Grubun elemanları kısmen değişse de grubun daimi üyesi olmuş Berkay. Grup bir ara dağılmış, daha sonra Cahit Berkay, Engin Yörükoğlu, Taner Öngür ve grubun en genci olan Serhat Ersöz isimleriyle 1993'de tekrar birleşmiş. Yaptıkları müziğe 'Anadolu Rock' diyorlar. Anadolu türkülerini evrenselleştirmek amacında olduklarını söylüyorlar. Toplumsal sorunlara değinen parçalar yapıyorlar. "Bir şey yapmalı!!!" diye bağırırlarken çokça dinlemişizdir onları. Müziklerini şekillendiren bir ideoloji de yok değil. O bilindik, bir yandan halkçı bir yandan da hümanist olan tavır.

Grubun adının neden Moğollar olduğuna gelince; 1960'lı yıllarda bütün dünyada bir rüzgar var. Her "rock" grubu uzun saçlı, sert görünümlü elemanlardan oluşuyor. O dönemde kullanılan isimler de öyle, "Rolling Stones", "Beatles"... Cahit Berkay da o yıllarda bu modadan etkilendiklerini söylüyor. Haliyle Moğollar isminde de pek ılımlı, yumuşak çağrışımlar yok. Ama "şimdi olsa böyle bir ismi uygun görmem" diyor Cahit Berkay.

Cahit Berkay uzun saçlarına dair bir de anısını anlatıyor. 1960'lı yıllarda "hippi" modası var. O bilindik uzun saçlar, paspal görünüm, yırtık kotlar... Cahit Berkay Paris-Türkiye hattı treniyle memlekete gelmekte. Haliyle yol uzun. Alıyor bağlamayı eline, başlıyor uzun hava söylemeye. Uzun saçlı oluşundan olsa gerek, bağırıyor trendeki Türk yolculardan biri: "Anaaa hippiye bak bağlama çalıyor." Cevap: "Hippi senin babandır be, ben Türküm". Sonra muhabbet gani tabii.

Farklı isimlerle de olsa bugüne kadar gelen Moğollar'ın ilk kurulduğu yıllardaki durumunu bakın Cahit Berkay nasıl anlatıyor:

"Annem sandviç yapardı, cebime koyardım. Bir de yanıma 2-3 lira otobüs parası alırdım. Prova yapmaya giderdik. Prova yapacak yer zor bulunurdu. Enstrüman bulmak olağanüstü zordu. Bugün dünyada hangi marka hangi cins enstrüman varsa Türkiye'de var. Paran varsa gidiyorsun, 10 dakika sonra alabiliyorsun. Bizim dönemde yedek gitar telini gitar kutusunun içinde taşıyabilmek büyük bir mutluluktu. Bir ayrı sorun da yaptığın müziği insanlara nasıl duyuracaksın. Bizim dönemimizde yaptığımızı insanlara ulaştırmak için turne yapmak zorundaydık. 45'lik yapıyorduk ama evinde plakçalar olan insan sayısı oldukça azdı. Tabii turneler çok keyifliydi. Gittiğimiz zaman müziğe gerçekten ihtiyacı olan, müzik dinlemek isteyen gerçek müzisyenlerle karşılaşıyorduk. Ama iş bir idealinizin olmasında bitiyor. O dönemlerde idealist değilsen müzik dünyasında yer edinebilmen olağanüstü zordu. Biz tırnaklarımızla kazageldik."

Cahit Berkay "biz tırnaklarımızla kaza kazageldik" derken sanki şu anki müzik ortamına dair de bir şeyler söylüyor. Yıllarını müzikle hemhal eden kendisini ve kendisi gibi olanları müzik ortamının gündelikçi müzisyenlerinden -asla sanatçı olamayan kısım- ve yapay gündemcilerinden -magazin malzemeleri- ayırıyor sanki. O bunları söylemek istedi, ya da öyle değil de biz öyle anladık söylediklerinden. Ama her iki halde de vakıanın doğruluğunda bir tereddüdümüz yoktur. İyi olanla olmayanı ayırt etmek boynumuzun borcudur.

Not: Yazıdaki alıntılarda Cahit Berkay ile yapılan söyleşilerden faydalanılmıştır.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV