Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
  "DÜNYA MÜZİĞİ" KAVRAMI ÜZERİNE*

Postmodernizmin homojen bir fonksiyonalite ile beraber lokal kültürleri vizyona sürmesine ilinti olarak artık "dünya müziği" adı altında bir kategorilendirmeden bahsediliyor. Özellikle Avrupa ve ABD'deki caz festivallerinde sesini yükseltme imkanı bulan ve lokal tınılardan oluşan bu müzik/ya da müzikal tavır 1970'li yıllarda keman virtüözü Y. Menuhin'in Hintli sitar sanatçısı Ravi Shankar ile beraber yaptıkları albüme kadar uzanıyor. Her ne kadar böylesi müzikal tavır içinde olan sanatçıların bir kısmı bu tanımlamayı uygun bulmasa da (mesela, Afro-Beat tarzının babası Nijeryalı Tonny Allen gibi. Allen konser vermek için geldiği Türkiye de kendisiyle yapılan 30 Ocak 2000 tarihli Radikal gazetesindeki röportajında bunu açık yüreklilikle dile getiriyor ve "ben müziğimin sınıflandırılmasını istemiyorum" diyor) müzik endüstrisi böyle bir alt başlığı müzik marketlere yerleştirdi bile.


Aynılığın Pazarlanması

Kuşkusuz gramofonun, radyonun ve devamında televizyonun keşfi müziğin evreselleşmesini kaçınılmaz kıldı. Bu kitle iletişim araçları ellerinde bulunduran ülkeler (modernizmi pazarlayanlar) kendi üretim ve üretirken de modernis düşüncelerini popüler kültürün dominant unsuru haline gelen müzik ile ademoğlunun en ücra sığınağına kadar yaydılar. Yayılmacı ve imha edici izdüşümü ile popüler müzik diğer toplumların (az geliş-tiril-miş toplumların demek en doğru olur) lokal müzikal birikimlerini manipüle ederek, statikleştirip bir çok otantik melodiyi de kuşaktan kuşağa aktarmayı engelleyerek yaşam ve sızma alanını her geçen gün genişletti ve yasallaştırdı. Popüler müzik algılanması ve tüketimi kolay, bütünün/genelin ortalama beğenisine indirgenen, seçkincilikten uzak yapımları destekledi doğal olarak. Bu anlamda farklılaşmaya, otantizme yer yoktu. Çünkü kapitalist yönelim yeryüzü topluluklarını aynılaştırıp, kontrolü ve arzı kolay yığınlar oluşturma telaşındaydı. Farklı kalma, kendin olma ve direnme en büyük paranoya idi modernizm adına.

Endüstrileşen ve metalaşan müzik 2. Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası kültürel dengeleri sarsabilecek kadar ciddi/tehlikeli bir güç haline geldi. Gramofonla önce caz, radyolarda rhytm and blues, arkasından da rock'n roll popüler tarzlar olarak dayatıldı yeryüzü gençliğine. İlerleyen süreç caz'ı erken tüketmiş, geri plana itmiş ve dolayısıyla seçkinci bir beğeni standardına hitab eder hale sokmuştur. İlginç olan aynı süreci bugün rock müziğinin de yaşıyor gözükmesidir. Rock artık marjinalleşmiş, politize olmuş, konformizmin karşısında yer almış söylemi ile pazarlanması zor bir tarz. Modernite için süreklilik, kalıcılık, klasikleşme, engelleyici olarak algılanmış ve satışa sunulacak meta neredeyse ayaküstü tüketilebilecek özelliği barındırdığı zaman desteklenmiştir. Bu anlamda müzikal duruş olarak modernite, statükocu tarzlara kapı aralamakta.

Müzik endüstrisi, mit haline getirip vizyona sürdüğü şarkıcılara tapan, konser organizelerinde transa geçen "fabrikasyon yığınlar" idealini 20. yy'ın ikinci yarısından itibaren gerçekleştirmiş ve aynılaşma adına tüketebileceği her şeyi sunmuştur.


Farklılığın Pazarlanması

"Dünya Müziği" kavramının, dünya entellektüelleri arasında postmodernizmin tartışıldığı bir döneme denk gelmesi hiç de şaşırtıcı değil. Postmodernizmin kültürel farklılıkları ve çoğulculuğu tercih edip, batının dayatmalarını reddederek lokal değerlerin öne çıkarılmasını önerirken etnik müziklerin de bir değer olarak yorumlanmasının önünü açıyor. Modernitenin ademoğlunu müreffeh kılma iddalarının iflas ettiğini söyleyip, onu sömürme, pazar görme ve onu yönlendirme anlayışını eleştirip, insani manifestoyu merkeze çeken bir entellektüel kavram olarak postmodernizm, "Dünya Müziği"ni de mevcut kaotik ortamdan çıkışın çözüm önerilerinden biriymiş gibi gösteriyor. Ancak sorun şu ki: Daha evvel idol haline dönüştürülmüş popüler müzisyenlerin albümlerini piyasaya süren büyük şirketler, şimdi etnik çalışmaları dünyaya pazarlıyor. Tabi bu, tıkanan müzikal pazara yeni bir açılım kazandırmak şüphesine götürüyor bizi. Yeni caz, rhytm and blues, rock'n roll ve rock'tan sonra kapitalist organizma, postmodernizmin vizyona sürdüğü lokal değerleri mi tüketmeye hazırlanıyor? Modernitenin birbirine benzeştirdiği kütleleri sömürmesi aşamasından sonra, acaba bu defa da ademoğlunun farklılıklarını mı hammadde gibi kullanacak sorusu karşımızda durmaktadır. Dün sömürü organizmasının beynine oturanları, bugün aynı organizma ile farklı bir pazarı keşfetmiş olmaları ve pazarı dinamik hale getirmek için hiçbir ayrıntıdan kaçınmamaları manidardır.

Mesela başta Hollanda olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde büyük ilgi gören Özbek sanatçı Yıldız Osmanova[1]'nın albümünü Sony, İranlı kemençe virtiözü Kayhan Kalhor[2]'un albümünü Equinox, Geleneksel Ermeni müziğinin çağdaş temsilcisi ve duduk estrümanının ustası Djivan Gasparyan[3]'ın son albümünü de EMI şirketi çıkarttı.

Yazının başında da bahsedildiği gibi yeni bir sömürü piyasası oluşturma tehlikesine karşın Tonny Allen ya da Türk caz sanatçısı Baki Duyarlar[4] gibi bir kısım müzisyenler mevcut "Dünya Müziği" kategorilendirilmesine karşılar. Özellikle caz festivalleri ile açılım sağlayan lokal müzik türleri tüccar zihniyetli yapımcıların gözünden kaçmadı. Günün popüler müzik çalışmalarının eskisi kadar satmaması, tüketici kitlenin doyum aşamasına gelmiş olması, global sömürü organizmalarını yeni yatırımlara sürükledi ve festivallerde ilgi gören, kendi naif mecrasında ilerleyen, daha çok az gelişmiş ülkelerin müzikal birikimi olan, kendi tanımlamalarıyla "Dünya Müziği" bakir bir alan halinde yeni bir çıkış kapısıydı onlar için.


Caz ile Açılan Koridor

Niçin caz ile? Çünkü caz'ın tarihsel arka planı ile bugünün "Dünya Müziği" olarak adlandırılan az gelişmiş ülkelerin müziğinin hikayesi aynı. Yani ikisi de sömürüye karşı mağdur kalmış iki kırılgan ırmak. Yeni Kıta'ya pamuk tarlalarına çalıştırılmak üzere götürülen siyahlarların vokal eşliğinde icra ettikleri hüzün melodileri blues'dan caz'a yolculuk ederken, 20. yy'da modernizmi ihraç eden merkezlerin sömürdüğü diğer toplumların müzikleri de geleneksel metodları ekseninde varolma mücadelesi veriyordu. Kendi koridorunda giderek liberalleşen, her ritm ve diziye açık olan caz, ancak bu yapısı gereği lokal tınılara dünyaya açılma alanı sağlayabilirdi. Öyle de oldu.

1997'de kaybettiğimiz Pakistan'ın mistik kavvali müziğinin çağdaş temsilcisi Nusret Fatih Ali Han[5], 30 yılı aşkın süredir Türk müziğini dünyaya tanıtan Okay Temiz[6], Azeri türkülerini caz tarzı ile yorumlayan Aziza Mustafa Zadeh[7], Fransa'da büyük ilgi gören Cezayır asıllı sanatçı Raşit Taha[8]'ya kadar birçok isim çoktandır gündemde. Tabi bu isimlerle birlikte temsil ettikleri kültürel farklılık ve doku da kendisine yer aralıyor. İlerleyen süreç yukarıda dikkat çektiğimiz sorunun cevabını da netleştirecek.

--------------------

[1] Yıldız Osmanova: Avrupa'da ilk albümünü 1993'te yayınladı. Candan Erçetin'in söylediği 'Yalan' isimli eser O'na ait. 31.10.1999 tarihli Radikal gazetesinde Naim Dilmener'in Usmanova ile yaptığı söyleşiye ilişkin yazıda O da Dünya Müziği kategorilendirmesine yönelik olarak "çok sıkıldılar ve kulakları farklı şeyler aramaya başladı" diyor.

[2] Kayhan Kalhor: İran'ın dünyaca ünlü sanatçısı. Geleneksel Fars müziğini dünyaya tanıtıyor. "Radif" olarak adlandırılan kemençe çalma tekniğinin ustası.

[3] Djivan Gasparyan: 1928 yılında Ermenistan'da doğdu. Duduk denilen ve bizim meye benzeyen bir enstrümanı 6 yaşında çalmaya başladı. Birçok kez UNESCO tarafından altın madalya ile ödüllendirildi. Peter Gabriel gibi Batılı müzisyenlerle çalıştı. Roll müzik dergisinin Ekim 1998 sayısında O'nun için "70 yaşında ama hala var gücünü nefesine katıp üflüyor dudu'ğunu" deniyor.

[4] Baki Duyarlar: Yeni Binyıl gazetesinin 13.08.2000 tarihli Pazar ekinde Tunçel Gülsoy, sanatçı ile söyleşisine ilişkin yazısında Duyarlar'ın "Dünya Müziği ismine de karşıyım. Neden etnik müzik değil, folk müzik değil de dünya müziği?" sorusuna yer veriyor.

[5] Nusret Fatih Ali Han: bütün dünya O'nu ilk kez Martin Scarces'in "Günaha Son Çağrı" filmi için Peter Gabriel'in hazırladığı "Passion" isimli çalışma ile tanıdı. Müzikalite dergisinin Kış 1998/5. sayısında ustanın "Lagend" isimli albümü için "adeta bir cem töreni ile karşılaşıyoruz" deniyor.

[6] Okay Temiz: Dünyanın önemli Türk perküsyoncusu ve dünyada en çok festivale katılan sanatçı ünvanına sahip.

[7] Aziza Mustafa Zadeh: Albümleri Sony firmasınca yayınlandı. Konserlerinde Azeri türkülerini caz yorumu ile seslendiriyor. Müzik isimli aylık derginin Mayıs 1996/4. sayısında Alper Fidaner "Kız Azeri. Yani Türk. Konserinde Take Five gibi bir takım caz standartlarıyla beraber, Bana Bana Gel gibi kulağımıza pek hoş gelen Azeri türkülerin caz düzenlemelerini çalıp söylüyor" derken şaşkınlığını gizleyemiyor.

[8] Raşit Taha: Çıkardığı albüm uzun süre Fransa müzik listelerinin en başında yer aldı. O'nun açtığı koridordan bir çok Arap şarkıcı Avrupa piyasasına girdi.

* Hece dergisinin Aralık 2000 sayısında, Selçuk Küpçük imzasıyla yayınlanan yazının tam metnidir.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV