Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
  BİR KAR YAĞAR PAMUK'UN İTİRAFLARI ÜSTÜNE...

Nuriye Akman
Zaman Gazetesi / 2-3 Şubat 2002



Merhaba

Zaman okurlarıyla tanışma zamanı geldi. Bir kısmınız beni iyi tanıyorsunuz, bir kısmınız ise kısmen. Zaman'la daha çok tanıyacağız birbirimizi. Hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Her cumartesi ve pazar bu sayfada buluşacağımız için heyecanlıyım. Milliyet, Hürriyet ve Sabah'ta geçen 20 yıllık birikimimi, Zaman'ın zemininde sizlerle zenginleştireceğim. Artık sorularımı sizler için soracağım. Bilgimizin, sezgimizin topraklarını birlikte genişleteceğiz.

İlk konuğum Orhan Pamuk... Onunla daha önce de iki kez konuştum. Bir röportajcı için iyi malzemedir. İlginç fikirleri, sözünün anlaşılırlığı, akıcılığı, röportajcının doymak bilmez sorma iştihasına karşı sabrı, sıkıştığı anlarda soğukkanlılığını ve şakacılığını kaybetmemesi, çok özel olanların dışında hemen her soruyu heyecanla yanıtlaması takdire şayandır. Yine öyle oldu. Fikirlerine katılıp katılmamamın hiç önemi yok. Hem verdiği şeffaf yanıtlar için, hem de Zaman'da ilk konuğum olduğu için kendisine teşekkür ediyorum.

Söyleşinin hareket noktası tabii ki son çıkan "Kar" romanı. 200 bin basılan, daha şimdiden 60 bine çıkan satış rakamlarıyla geçtiğimiz hafta en çok konuşulan konuydu. Artık herkes tebrik ve eleştirisini bitirdi. Ve şimdi sıra bana geldiiiiii!

Kar; Almanya'daki 12 yıllık sürgün hayatından dönen, Kars'a arkadaşı İpek'i bulmaya giden eski solcu Ka'nın öyküsüdür. Ka, şehirde siyasi, dini ve ideolojik grupların karanlık ilişkileri ve türbanlı intiharların arasında kalmasına rağmen, inatla Allah'ı ve aşkı aramaktadır. Kar ise, şehirdeki "bütün pisliklerin" üzerine, yazarının tabiriyle "Tanrısal bir sabırla" yağmaktadır.

Ben, Pamuk'un "İlk ve son siyasi romanım" dediği kitabını, bu yönüyle ele almadım. Kitaptaki diğer temalardan Allah, aşk ve ölüm kavramlarından yararlandım. Romanın baş kahramanı Ka'nın ardındaki Orhan Pamuk'u aradım.

Yarın, bu iki saat süren konuşmanın bir özetini okuyacak, bugün bir bölümünü aktaracağım Pamuk'un özel yaşamına dair çok özel itiraflar bulacaksınız. Şimdi size görüşmemizin atmosferine dair bazı detaylar aktaracağım:

50 yaşındaki romancımızın yazıhanesi Cihangir'de. Bir apartman dairesinin üst katı. İçeri girer girmez bütün güzelliğiyle boğaz karşınızdadır. Gözler manzaraya alışınca, algının elleri salonun dağınıklığına uzanır. Masa, raflar, koltuklar, sehpalar, döşeme, her taraf kitaplarla doludur. Birkaç dakika sonra dağınıklığın esas sebebinin kitap bolluğu olmadığını anlarsınız. Ev sahibinin ruhudur gördüğünüz:

Yaşlı iskeletlerini saran kırmızı entarileri sökük-dökük, öksürükten ciğerleri parçalanmış acuzelere benzer koltuklar.

Üzerindeki onca kâğıda rağmen, kahve, çay, sigara, mürekkep ve yemek lekelerini saklayamayan yeşil çuha örtülü masa.

Kitap yığınlarının en üstünde bir yemek tabağı. İçinde corn-flakes tarzı bir yiyeceğe eklenmiş elma parçaları. Tabağın ortasında bir çorba kaşığı.

İki kedi. Kedilerin sepetleri, minik oyuncakları, tabakları, her tarafa saçılan mamaları...

Ben ve foto muhabiri arkadaşım Selahattin Sevi acaba çay mı, kahve mi içeriz?

Benim, "Orhan Bey, yardıma geleyim" teklifimin reddi: "Yok gelme. Girme mutfağa. Girersen kahveni içemezsin."

Ama ben nasıl olsa mutfağın kirliliğine daha önceki gelişlerimde de tanık oldum. Neyse ki dış etkilere karşı içimin dengesini koruyan bir mekanizmam var. İstersem, çöplükte gül kokuları duyabilirim. Hem zaten o büyük bir yazar. Olacak o kadar. Bakış açısının ufacık bir değişimi, anlayış kapasitesini olağanüstü büyütebilir. Pamuk'un eşyaya karşı bu kayıtsızlığı, onun "doygunluğu", tüketimde değil, üretimde aradığını da düşündürebilir.

Ama kedi tüyleri uslu durmuyor. Fincanların içine içine koşuyor. Giysilerime bulaşıyor. Burnumun deliklerinden boğazıma yapışıyor.

Gözüm, yazarımızın taraklara "müzmin küs" saçlarına takılıyor. Gri-beyaz kırçılların arasında kızıl teller de var. Bunu daha önce fark etmemiştim. Tabii pantolon her zamanki gibi ütüsüz, bol, eski. Siyah kadifenin üstüne kırmızı gömlek iyi gitmiş ama.


Bir iktidar mücadelesi olarak RÖPORTAJ

Röportaj bir iktidar mücadelesidir. Soranla sorulan arasında, üstünü "nezaketin" örttüğü gizli bir rekabet vardır. İki taraf da mümkün olduğunca ileri gitmek ister. İplerin ne zaman gerileceği, ne zaman esnetileceğini o anki ruh hali belirler. Bazen sorular derindir, cevaplar inemez dibine. Bazen de sorular yetişemez yanıtların güzelliğine.

Eğer sorular kendisine sorulmuş izlenimi veriyorsa zafer okurundur. Eğer okur yanıtlardan yeni sorular çıkarıyorsa, zafer yine onundur. Gökten üç elma düşer her röportajın sonunda. Biri sorana, biri sorulana, biri de okura. Elmayı ısıran üç zihne; şu cümleler akar:

Ne kadar bilirsen bil, bilinmeyen azalmaz. Gerçek, ona yaklaştıkça senden kaçar. Arkasından binlerce soruyla koşulur. Ama sonsuzdan neyi çıkarırsan çıkar, sonuç yine sonsuzdur.


"Karımla mutlu oldum diye kendimi suçladım. Çünkü mutluluk aptallara özgüdür"

Romandaki imam hatip lisesinin müdürü öğrencileri sıkıştırmak, anneleriyle yalnız kalmak, bir öğretmenin parasını çalmak gibi günahları işlerken övünüyordu. Peki senin işlerken övündüğün günahlar neler?

Günah işlerken övünmem; ama genellikle suçluluk duygusu yaşarım. Gençliğimde solcuydum ve zengince bir aileden olduğum için suçluluk duyardım. 20-30 yaş arasında hiçbir işte çalışmayıp, evde roman yazdığım için, 30-40 yaş arasında karımla mutlu olduğum için, 40-50 yaş arasındaysa Türkiye'de öteki yazarların olmadığı kadar başarılı olduğum için suçluluk duydum.


Bunların arasında ilgimi en çok karından dolayı duyduğun suçluluk çekti. "Ancak aptal erkekler karılarıyla mutlu olurlar" diye mi düşündün?

Evet, mutluluk yüzeysel insanlara yöneliktir, diye bir iddiam var.


Yani "Ben o kadar derinim ki mutlu olmamalıyım" dedin! Seni gidi narsisist seni!

Hah hah ha! Benim de böyle bir yanım var. Aslında günahı işlerim; ama "Eyvah cezamı bulacağım" diye korkarım. Ben daha pısırık tiplerdenim. Pervasızlardan değilim.


50 yaşına da gelseler, çocuklar önce anneleri kafalarını okşasın isterler. Annen senin takdir edilme ihtiyacını gideriyor mu?

Korkunç böyle bir ihtiyacım vardır. Yeterince gidermez. O da bana acı verir.


Sevgiye çok mu açsın, sevgi oburu musun yoksa?

Geçelim. Pas.


Peki takdir ihtiyacını baban karşılıyor mu?

Babam daha iyi karşılar.


Peki abin? Gözlerini devirdiğine göre asla ha!

Onunla korkunç bir rekabet içerisindeyizdir. Artık saklanabilecek bir şey değildir. Hayatta hep anne-babalar çocukları ezer, hırpalar ya, benim sıkıntılarım abimledir.


Belki de annen arada taraf tuttuğu içindir.

Bilemiyorum o konular doktorluk konular.


Babanla ilişkin nasıl?

Karışık. Anlatmak zor. Çok iyi bir babadır. Baba deyince nedir? Herkese baskı yapar, şunu olamazsın, bunu olamazsın! Yanlış yaptın! Oradan yürüme, buradan yürü! Babam hiç öyle yapmadı. Babam, ben çocukken bana dahi gibi davranmıştır. Ne yapsam babam destekler. Yanlış bir şey yapsam bile söylemezdi.


Bu iyi mi kötü mü oldu senin için?

İyi oldu.


Demek bilinçaltına "dahi" modeli yerleştiren baban! Seni anlamak adına ne kadar değerli bir malzeme verdin bana. Peki dayak yedin mi ömründe?

Yedim tabii. Öğrenciyken de, çocukken de, askerdeyken bile yedim. Bana kızar insanlar. Kıskanan erkekler her zaman çıkar. Hırpalamaya başlarlar. Bileğim kuvvetli değildir. Büküp döverler, iterler.


Bu sende çok büyük bir öfke yarattı belki de bu yüzden kafa yapın böyle.

Tam doktorsun ya! Yaratmadı bende öfke!


Dövülmek nasıl öfke yaratmaz?

Ne aptal insanlardır diye düşünmüşümdür. Dayağı sürdürmem. Kaçarım ben. Bana el kaldıranlar hep benim kim olduğumu tanımayan, anlamayan aptallardır. Hocalarımsa her zaman beni severler ve öperlerdi.


Kitabını adadığın kızın Rüya'nın bilinçaltına, kadın olduğunda ortaya çıkacak nasıl bir "erkek modeli" yerleştirdin?

Sorumsuz, aklına geleni yapan, yaratıcı, eğlenceli, parlak, güvenilmez yanları olabilen biri gibi görmüştür herhalde babasını.


Bütün kızlar babaları gibi bir erkek isterler. Rüya'nın mutsuz olacağı garanti gibi mi görünüyor?

Hayır. Rüya, fena halde ısırır beni. "Aptal! Çekil oradan!" diye bağırır. Hayatta hiç hırpalayamam onu. O beni hırpalar. Burada belki aşırıya gittim. Ne dese o haklıdır. Erkeklere de öyle yapacağına eminim. İstemediği bir şey yaparsa çat çut falan yapar onlara. Hayatımda ilk defa görüyorum babasına bu kadar hakaret eden bir kız ama çekerim. Ona hiçbir zaman "Höt! Bunu yapma!" falan yapmadım.


Belki en yakınındaki insanların duygularını yansıtıyor sana?

Yok. Değil.


'Romanda kazandım aşkta kaybettim'

Dün başlayan Orhan Pamuk'un iç dünyasına yakın bakışı bugün derinleştiriyorum. Hatırlanacağı gibi dün, Pamuk'un aile yaşamına dair çok özel itirafları olmuştu. Bugün onu, son kitabı Kar'ın ana temalarından Allah, aşk ve ölümün penceresinden tanımaya çalışıyorum. İşte ünlü yazarın yeni itirafları...

Annenle baban arasındaki ilişkiden bakıldığında, baban nasıl bir erkek modeli yerleştirdi bilinçaltına?Çok temel bir soru soruyorsun ki ürküyorum. Ee! Ürkütmezsem ben ne işe yararım? Tabii ki babamdan gördüğüm erkek modeli içime sinmiş. "Erkek rahat olur. Kadınlar da ona yardım eder" modeliydi bu açıkçası.


Anne modelin, senin kadınlarla ilişkilerinde sana ne dayattı?

O da dayatmıştır bir şeyler; ama bunlar gerçekten çok insanın içini yakan şeyler. Bunlar hakkında kitaplar yazmak istiyorum. Psikolog soruyor gibi hissediyorum soruların karşısında.


Anlıyorum. Hadi devam et...

Herhalde şeyi istemişimdir. Toplumsal hayatta birlikte olduğum kadınların (Ses tonunu çocukça teatralleştiriyor) son derece doğru, düzgün ve gerektiği yerde gerektiği gibi davranaaannn! (Karşılıklı gülüşmeler) Bunu da annemle babamın ilişkisinde görmüşümdür. Bu kadar itiraf yeter.


Peki kadınlarla ilişkilerin kitapların kadar başarılı mı bari?

Doktor hanım, doktor hanım! (Yarı şaka, yarı ciddi kızma taklidi)


Hadi söyle Orhan, başarılı mı? (Yarı çocuk, yarı anne tonuyla cevap alma telaşı...)

Değil.


Neden?

Gelecek seansa! (Karşılıklı uzun kahkahalar)


Hadi, hiç canın yanmayacak! Neden?

Kitaplarım çok başarılı ondan. Hayatımda ki en önemli kadın kızımdır. O bile kitaplarımı bazen sevmediğini söyler. Kitaplarımı çok sevmişimdir ve bu etrafımdaki insanlarla ilişkilerimi zedelemiştir. Kadınlarla çözülmesi gereken büyük meseleler olduğu zaman ben "Şimdi bunu konuşamam. Kitabımı yazacağım. Kusura bakma." diyerek ertelemişimdir ve onlar böyle yaralar halinde kalmıştır. Kitaplarım benim için sanıldığından da önemlidir.


Dolayısıyla herkes bu kitapları yazmana yardımcı olmak zorunda. O zaman sen ilişkilerinde çok vahşi bir adamsın.

Bunu ahlaki diye ortaya koymuyorum ama sonuç olarak bu böyle oluyor. Ama ben de sokaktan birisini alıp, bana böyle yap demiyorum. Bunu yapmaktan hoşlandığım insanlarla birlikte olmaya çalışıyorum ve bunu yapmaktan hoşlanan insanlar da var.


Öyleyse senden daha başarılı bir kadına asla tahammül edemezsin?

Öyle biri mi var Türkiye' de? Hah hah hah...


Yok mu?

Tansu Çiller mi? Kim var?


Ay ne kadar kendine aşık bir adamsın sen böyle!

Sen de başarılı kadınlardan örnek vermemek için susuyorsun. Biraz da ben sıkıştırayım seni. Benden daha başarılı kadın kim söyle?


Kendini senin gibi başarıya kitlemiş bir kadınla mutlu olabilir misin?

Bilmiyorum.


Peki türbanlı bir kadını sevebilir misin?

Bilmiyorum. Çok kışkırtıcı sorular!


Ne yapalım, sen de romanlarında bizi kışkırtıyorsun, bunları düşünmemizi sen istiyorsun.

Kendimi korumak istiyorum. Çok politik konular bunlar.


Türbanlı bir kıza cinsel çekim duyabilir misin diye sorarsam belki rahatlarsın.

Cinsel çekim diye başlayınca, hayır da demek istemem. Çok akıllıysa "Şu kafandakini çıkar" diyebilirim ama türbanlı kızın herhalde önce çok zeki olması gerekir. Aynı işyerindeyimdir, çok akıllı ve çekici bulmuşumdur; ama bunlar çok küçük ihtimaller. Bana bir kadını çekici yapan imgeler arasında türban yok. E zaten türbanın da benden istediği bu.


Çok akıllı bir kadın her şeyini roman yazmaya göre ayarlayan bir adama dayanabilir mi?

Dayanabilir. Ben romanlarımı yazmak isterim. Etrafımdaki kadınların benim hayatımda rolü olsun diye bir şey yok. Kadına göre insan uyum gösterir. Karım Amerika'da doktora yapıyordu. Onun peşinden Amerika'ya gittim. O okula gitti ben evde oturdum, roman yazdım.


Sen şu anda evli misin?

Aaa! Aaa! Özel sorulara başladı.


Evli misin değil misin, çok normal bir sorudur.

Şunu kapatalım. Teybe el koydum. Bunlardan bahsetmek yok. (İşaret parmağını yüzüme doğru uzatıp, tehditkâr bir şekilde sallıyor)


Öyle olsun. Ka'nın "Muhtar gibi biriyle yıllarca evli kaldığı için İpek'e duymak istediği hayranlığın zedelendiğini hissetti" cümlesine gelelim. Bu aşk analizini gerçekçi buldum işte. Sen hiç buna benzer hisler yaşadın mı?

Yaşadım. Benim için her zaman ilgi duyduğum, tanıdığım, çekici bulduğum kadınların benden daha önceki sevgililerinin kim olduğunu bilmek kalbimi kırmıştır. "Bu hıyar herifi de içine sindirebildiyse" gibi. Onları çok öğrenmek istemem. Öğrenirsem işte "Beş yıl yetimhanede kalmış, ya da karnını doyurmak için o aptal adama tahammül etmiş, napalım böyle işte hayat" diye bakmışımdır. Genellikle de böyledir. Ya "Ailem uzaktaydı, o zaman bir çocuk beni çok seviyordu" ya da "Bir eve girmek karnımı doyurmak istedim" derler.


Ka'ya göre insanın başına gelecek iyilik ve kötülüğün toplam miktarı aynıdır. Kitaplarını yazabilmene karşılık ne kötülük gelecek başına?

Kitaplarım konusunda sanki Allah'tan torpilliyim gibi bir hissim vardır. Üzerime demirden bir zırh konmuş gibidir. Kitaplarımın iyiliği sanki beni her şeyden korur. Kitaplarıma her türlü politik saldırı, kıskançlık olabilir. Kitaplarımın, bütün insanlardan imtiyazlı olduğumu düşündüren gücüne sığınırım ve kitaplarımı o sayede iyi yazarım.


Kendini ne güzel inandırmışsın.

Beni böyle olduğuma inandıran kişi babamdır.


Çünkü sana dahiymişsin gibi davranmış.

Ama kardeşime de öyle davrandı. Okudu, mühendis oldu. Şu oldu bu oldu. Profesör oldu. Yaratıcı olmadı. O başka bir iş yaptı.


Abin Prof. Şevket Pamuk, hiç "Kitapların ne güzel oldu Orhan" diye seni aramaz mı?

Yok. Geçelim. Kardeşimle barışık değilim. İlişkim problemlidir, Benim Adım Kırmızı'da anlattım ve insanlar da bunu bana söylediler. O, bu problemleri çok fazla görmek istemiyor. Bense yazar olduğum için onları abartarak daha da çok görmek istiyorum.


İntikam alıyorsun!

Evet. İntikam alıyorum. Niye intikam almayayım? Canınız yanmış.


Nasıl yandı?

Bu kadar söyleyeceğim. Kitap yazacağım bu konuyla ilgili.


Eminim abin hiçbir kötülük yapmamıştır. Tek yaptığı kötülük; seni başkaları gibi pohpohlamamasıdır. 

Hah hah hah! Bir arkadaşım vardı o da öyle derdi. Olabilir. E niye pohpohlamadı? Benim gibi bir kardeşi olmuş da! (Kahkahalar)


Kitaptaki Alman kadının Ka'yı tanımı sanki sana tıpatıp uyuyor. Sen de onun gibi çok sorunlu, çok zeki, yapayalnız bir çocukluk geçirip ihtiyacı olan anne-sevgiliyi huysuzluğu yüzünden hiç bulamayacağına inanan biri misin?

Yok, ben bulurum. Benim hayatımda her zaman anne-sevgililer olmuştur. Çünkü ben de enerjik, hoş, akıllı, parlak, özel biriyim yani.


Ka'nın İpek'e yaptığı gibi hiç tanımadan "Gideyim şu kadına aşık olayım" dediğin hiç oldu mu?

Öyle demem zaten; ama hop hemen aşık olurum. Almanya'da sokakta yürürken bir kadın gördüm. Birden o kadar çok hoş geldi ki, gittim bir yerde oturdum o kadın hakkında düşündüklerimle defter doldurdum.


Allah'a aşık olmaktan mı korkuyorsun?

Hayır. Kitaptaki şair kahramanım Ka, Almanya'da yaşıyor. Kırk yaşında büyük manevi sorunlar yaşamaya başlıyor. Kars'a gelince içinde bir Allah arayışı doğuyor. Fakat bunlar bende olmuyor.


Hiç mi olmadı hayatında?

Çok az. İlkokul beşteyken ben Nişantaşı, Batılılaşmış, laik bir ailedeyken ilkokul hocam çok dine inanan bir hocamızdı. Hocanın etkisiyle oruç tutmuştum. Hah hah hah! Bir gün. İşte o kadar. Benim böyle manevi bir ihtiyacım yok.


Kahramanın Necip'in bir sorusu var: Allah olmasaydı ne olurdu? Bu soruya yanıtın var mı?

Kahramanlarımın metafizik düşünceleri onlar. Allah'a inanmalarından o kadar da mutlular ki, sabah namazını kaçırırız diye gece uykuları kaçıyor. Bunu da bir yerden duymuştum. Karıştırma. Kahramanlarımın böyle naif, altı ile yirmi yaş arasında sorulan soruları sorması başka, bütün bunlara elli yaşında, hayata bakışı oturmuş, biraz daha kaşarlanmış Orhan'ın bakışı başka.


Ben senin kar tanenin köşelerindeki şiirleri ortaya çıkarmak istiyorum.

Allah ihtiyacı, her şeyi anlamlandırmak için insanoğlunun bulduğu bir şeydir diye bakarım ben. Bizimki gibi sıkıntının, yoksulluğun çok yüksek olduğu bir ülkede Allah fikrine sığınma çok yüksektir. Ama o fikrin yerine aynı derinlikte bir şey konmadan insanların maneviyatına saldırmak yanlıştır.


Sen ne koydun Allah'la aynı derinlikte?

Hayatımın derinliğini sağlayan şey edebiyattır. Kendi maneviyatımı öyle kolay teslim etmem. Kendimin vardır belki öyle bir Allah ihtiyacı; ama onlar o kadar kırılgan şeylerdir ki, bunu bir şeye benzetemem. Adam askerdir, gizli gizli şiir yazmak ister; ama kimseye de açamaz. Kendi toplumsal konumuna uygun da bulmaz. Bir genelkurmay başkanı hemen bir gazeteciye şak diye "Şiir yazmak istiyorum" diyemez.


(NA iç ses: Acaba toplumsal baskı mı yoksa kibir mi engel oluyor insanın kendini, kendi gerçeğine teslim etmesine?) Anladığım kadarıyla, Allah'a elini verirsen, siyasal İslam'a kolunu kaptırmaktan korkuyorsun.

Türkiye'deki İslam'ın toplumsal yaşanışı, İslam diye erkeklerin kadınlara uyguladığı baskı, kadınların örtünmesi şu soruları sorduğun Orhan'ın Allah'la olan ilişkisinde de önemli bir şey haline gelir. Tıpkı Ka gibi... ben içimde böyle bir dürtü bile duysam, her zaman bilirim ki bu tür manevi ihtiyaçların hemen toplumsal sonuçları olur. Toplumsal sonuçlardan ürkerim. Kitapta Ka da olayın siyasi yönüne girmek istemiyor; ama pat diye ona siyasi yönü hatırlatılıyor. Suratına suratına vuruyorlar.


Tanrı inancını, kitabı kendisine adadığın kızın Rüya'ya verdin mi?

Vermedim. Onu çocukluğunda almamış birinin daha sonra alması da çok zordur. Allah fikri, sadece var-yok, inandım-inanmadım gibi on altı yaşında metafizik eğilimi olan çocukların düşündüğü gibi bir şey değildir. Bu, korkular, beddualar, olaylar arasındaki nedenselliği anlamaya kadar pek çok şeyde insan düşüncesine sızar. Bu ayrıntılar size çocukluğunuzda verilmediyse sonra bir Allah fikrine ihtiyaç duyarsanız; bu kanunun istediği bir Allah olur. O Allah fikrini besleyen kültür sizde yoktur. Ama gene de manevi ihtiyaç vardır. O zaman son derece bireysel bir Allah istersiniz Ka'da olduğu gibi. Bence bu yalnız Ka'nın değil, Türkiye'de Batılılaşmış orta-yukarı sınıfların meselesidir ama İslam'ın da varsayılan modernleşme meselesidir.


Ka, bir şeyhin elini öpme arzusuna gem vuramadı. Sen ömründe kimsenin elini öptün mü?

Sadece babaannemin. Elini öperdim bana para verirdi. Verdiği para ile 1970'de James Joyce'un Ullyses'ini aldım.


18 yaşındasın. Anlayabildin mi?

Çevirisini okudum, anlayamadım. Ama bir kitabın hepsini anlamak gerekmiyor ki? İnsanlar İbn-i Arabi'yi okuyorlar, hepsini anlıyorlar mı? Oradaki hayaller, karanlık noktaları izlemek, sonra bir hikaye girer, sonra biraz yine karanlık başlar. Bunlara sabırla bakmak lazım. Gazete okur gibi okunmaz roman. İçindeki gizli anlamları keşfetmek, diğer okuyan insanlarla bir cemaati paylaştığını düşünmek, sonra tekrar kitaba dönmek... Kitap okumak pasaport formunu doldurur gibi okumak değildir. Anlamları yakıştırmak, netleştirmek... Okumak, nefse hakim olma anlayışıdır.


Böylece "Orhan Pamuk'un kitaplarını anlamıyoruz" diyenlere derin bir vaaz vermiş olduk.

Onlar kitap okumayı son derece pozitivist bir şekilde düşünüyorlar. Öyle James Joyce da, Orhan Pamuk da, İbn-i Arabi de okunmaz.


Orhan Pamuk ismi, verdiğin örneklerin yanında mı, üstünde mi?

İlla ki beni kışkırtma! Kitaplarımın zor yanları vardır. Benim kitaplarım dinî kitaplar değil; ama ben edebiyatı din gibi benimsemiş bir adamım. Bütün hayatımı buna vermiş bir adamım.


Kurduğun edebiyat dininin tanrısı da kendinsin tabii!

Bilmiyorum artık böyle provokatif noktalara girmem. Bunlar senin lafların.


Ölümle hiç yüz yüze geldin mi?

Sekiz yaşındayken, annem ve abimle Akçakoca'ya gittik. Mini golf sahası gibi bir yer vardı deniz kıyısında. Biz orada otururken yukarıdaki kahvede bir adam öldürüldü. Adamın ölürken çıkardığı sesleri duyduk. Öldürülen adam bizim pansiyonun bitişiğindeki morga getirildi. Bütün gece abimle uyuyamadık. Sonra adamı gömdüler. Bu ölüm; öldürülmek fikri, hayalet, hortlak, ceset, mezar bunlardan güzel bir çorba yaparak genç yaşta kafamdan aşağı kovayla dökmüştür. Beni, sürdürdüğümüz orta sınıf hayattan, daha yoksul bir pansiyon çevresi, uykusuzluk, korkulu geceye savurmuştur.


Yani bilinçaltında ölüm korkutucu bir şeydir...

Evet, Benim Adım Kırmızı'da onu komikleştirmeye çalıştım. Kendimi teselli ettim bir anlamda. Ama bendeki asıl ölüm fikri, Sessiz Ev'deki (Kahramanını canlandırmak için sesi yine teatralleşiyor:) "Fatma! Allah yok! Ölüyorsun. Toprağın dibine giriyorsun. Orada kalıyorsun." gibi ölümün insanların canlı canlı gömüldüğü ve toprağın içinde yapayalnız bir canlı olarak kaldığı bir olay olarak algılamak, o materyalistçe şey olarak kaldı. Bu, belki de çocukluğumda bana Allah fikrinin telkin edilmemesinden kaynaklanıyor.


Bu, şansın mı şanssızlığın mı?

Öyle bakmıyorum; ama beni belirleyen bir şey. Buna itirazım yok. İsteyen kendisi de Allah'ı bulabilir. Ama öteki dünya, gelecek güzel bir hayat gibi şeyler size verilmeyince, ölüm çok korkutucu bir şey haline gelir.


Senin üzerine düşünürken ölümle bağdaştırdığım bir konu da yalnızlık. Kitapta Ka, "Yalnızlık bir gurur sorunudur. Kendi kokusunun içine mağrur bir şekilde gömülür insan." diyor. Kendini bu kadar güzel anlatabilirdin.

Bu yalnızlığı güvenle birleştirebilmem için kendimi romanıma vermem gerekiyordu. Yirmi yedi yıldır günde sekiz saat çalışarak kazandığım bir güçtür romancılık ve onu oyunculuğumla, şakacılığımla birleştirdiğim için kendimi iyi hissediyorum. Bu güçlerimi yanımda tutarsam iyi bir şekilde yalnız olabilirim.


Böylece topluma daha rahat saldırabilirsin!

Topluma karşı bir saldırı da vardır kitaplarımda. Herkesin kuvvetle inandıkları kanılarına, düşüncelerine birazcık herkesin ayağına basmak isterim. Alınırlar alınmazlar, orasını bilmem; ama hissiyatım bu olmalıdır.


Peki senin nasırına basıldığı zaman ne yaparsın?

Çok basıyorlar. Bir an sinirlenirim, kızarım; ama şöyle de bir mekanizma geliştirdim tabii: "Oğlum sen güçlüsün. Kıskanıyorlar." diyerek çıkarım işin içinden.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV