Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
  KİTAP HAFIZASI:

KİTAPÇILIK, SAHAFLIK, SANSÜR

NECİP ÂSIM



Yazı sanatına müteallik nemiz varsa hep değişti. Hep mahv oldu! İçinde Nevaî gibi şairler yetiştiren, türlü renkte mahsuller veren koskoca Mürekkepçi Çarşısı nerde? O güzel mürekkeplerimiz yerine kullanmakta olduğumuz boya ne işe yarıyor? Sözde halka bir dairenin, hükümetin bir tebliğini hâvi olan bir ilan, ertesi gün bembeyaz bir kâğıt halinde kalıyor. Birkaç yıl evvel doldurulan bir defterlik bir eser okunamaz hale giriyor. Bu gidişle Meşrutiyet'ten beri dairelerimizde doldurulan defterlerden, devletimizin devrimize ait vesikalarından eser kalmayacak!

Hani "fiğ" gibi zarif kalemtıraşlar, makta'lar ibda eden sanatkârlarımız, mücellidlerimiz, müzehhiblerimiz, hep ortadan kalktı. Minyatürlerimizin vücudu ise adeta unutuldu!

Evkaf Nezareti, Maarif Nezareti bir iki mücellid, birkaç müzehhib ve bunlara müteferri' birkaç sanatkâr yetiştirmeğe ikdam etmeğe mecburdur. Kütüphanelerimizde, ellerimizde bulunan kitaplarımızın çoğu parça parça olmuştur, bir taraftan da oluyor, bunlar tamir ister, muhafaza ister, bu işleri kimlere yaptıracağız? Yazıktır, günahtır, bunun çaresine bakılmalı.

Şu acı şikâyetlerime sebep makalemin serlevhasıdır. Sultan Bayezid-i Sâni devrinden beri şeyhiyle, kâhyasıyla, mükemmel bir çarşısıyla hayatını idame eden sahaflık da bitti!

O sahaflar vaktiyle müreffeh idiler. Ramazanlarda Bayezit ve Fatih camilerinde sergiler açarlar, türlü kitaplar yayarlar idi. Buraya sadrazamlar, vezirler, ilim meraklıları gelir alış veriş ederlerdi. Benim bildiğim Ahmed Vefik paşalar, Rıza Paşalar hep bu sergilerin müdavimi idi. Sahaflar böyle sergi ile de kalmazlardı, ellerinde birer çıkın kitap ile her gecelerini bir kitap muhubbinin yalısında, konağında geçirirler idi.

Hatta İstanbul'daki zelzele münasebediyle Çarşı kapalı kaldığı müddetçe sahaflar işsiz kalmadılar. Şimdi lokantalar, kahvehanelerle işgal olunan Sultan Bayezit türbesinin önündeki sefahethane yerini barakalarla sahaf çarşısı yaptılar idi.

Bir taraftan bizim rağbetsizliğimiz, diğer taraftan Avrupalıların pek tabii olan hırsları, yangınlar elde kitap bırakmadı ki sahaflık da beka bulabilsin!

Bizde sahaf esnafını yaşatan yalnız yazma kitaplar değildir. Kamus'lar, Burhan'lar, Ferhang'ler, tarihler, divanlar da sahaf malı sayılır. Bugün ortalıkta bu gibi eserler, bilhassa tarihler heman hiç kalmadı, çoğunu Almanlar topladı götürdü.

Bizim yerimizde başka biri bulunsa idi böyle havassın rağbet edeceği kitaplar basar, kâr eder idi. Onu da yapmadık.

Bir kere yazılmıştı, yine tekrar lüzum görüldü. Ahmed Midhat kitaplarını Sahaflar'da sattırmak istemiş, kabul etmemişler. Âsâr-ı cedide denilen o neviden eserler, yani tiyatrolar, romanlar, Bahçekapısı'nda tönbekici Hasan Ağa'nın, Çenberlitaş'ta Celil Ağa'nın dükkanlarında, bir de o zaman numune olarak bir okçu dükkanı hâvi olan Okçularbaşı'nda, Reşid Paşa türbesi karşısında, bizde ilk kıraathane müessisi Sarafim Efendi'nin kıraathanesinde, Eminönü'nde bir barakada satılır idi.

Süleyman Paşa leylî bir askeri rüşdiyesinden ibaret olan Hasköy'deki Mahrec Mektebi'ni ilga ve bunun bütçedeki karşılığı ile İstanbul'da sekiz, ordu merkezlerinde birer askerî rüşdiye açınca sahaflara karşı Babıali caddesindeki kitapçılar meydana çıktı.

Ondan evvel zannıma göre Edhem Paşa'nın Maarif nezareti zamanında telif ve tercüme Mükâfat Nizamnamesi neşr edilmiş, hatta bundan merhum İsmail Galib Bey'in pek güzel tertip ve tab ettirdiği Usûl-i a'şarî kitabı birinci derece mükâfat kazanmıştı.

Maarif Nezareti'nin mükâfatı nereden verdiğini bilmem, Mekatib-i Askeriye Nezareti bazı kitapların fiyatına biraz şey zammetmek suretiyle bulduğu bir karşılıkla o da bir mükâfat nizamnamesi çıkarmış, Süleyman paşa'nın Tarih-i âlem'i birinci derecenin ikinci sınıfından mükâfat kazanmıştır.

O zaman hayli sürümü olan mekâtib-i askeriyenin Hesap, Sarf-ı Osmanî gibi kitaplarının hasılatı Darüşşafaka'ya verilir idi, hatta askerî mekteplerinin seçme muallimleri de oraya fahri olarak devam eder, bu suretle hem kıdemlerinden evvelce terfi eylerler imiş.

Askerî rüşdiyelerinin ihdasından sonra kitapçılığa revaç geldi. Doksan üç senesi kışında hiç unutmam başta yırtık bir fes, ayak çıplak Serasker kapısından gece yarısı verilen ilaveler koltukta Mekteb-i Harbiye'ye gelen Araklı Tozluyan ile bekar çamaşırı yıkayan Kayserili Garebet Keşişyan birer kitapçı dükkanı açtılar, sonra Bayezit'te tramvayın durduğu köşede bir tarafta arpa diğerinde gazete satan Kapsar da Garebet ile iştirak etti, sonra ayrı bir dükkan açtı.

Garebet mizacgir bir adam idi, meşru, gayrımeşru her vasıta ile askerî rüşdiyelerinin kitaplarını elde edip tab etti, matbaa, apartman sahibi oldu. Araklı öyle şeyler elde edemedi, ettiyse de az etti. Türkçe okumak yazmak öğrendi, güzel şeyler bastı. Maksadı resimli bir Osmanlı lügati yazdırmak idi, çok para sarfiyle resimlerini hazırlattı, derken iflas etti, karısına bir apartman bıraktığı rivayet olunur. Teselya Harbi zamanında muhterem doktor Şakir Ahmed Bey'in kardeşi Rauf da bir kitapçı dükkanı açtı. Rekabete muvaffak oldu, sonra mesleğini tebdil etti.

Kasbar bir Osmanlı lügati bastırıyordu. Ulûm ve fünûn isimlerine delâlet edecek "rumuzat" Vizental'ın Fransızca lügatindekilerden almış. Orada "şeriat" kelimesi için birinci hece [şer] rumuz ittihaz edilmiş, bir hinoğlu bunu jurnal etmiş, kitap toplandı yakıldı, Kasbar'ın da yüreğine indi. Halbuki Garebet'e ait olan Vizental'ın lügatine bir şey olmadı!

Biraz da sansürden bahsedeyim. Muharebe ilanında idare-i örfiye ilan olunmuş, sansür de konmuş idi. Matbuat müdürü merhum Mehmed Efendi akşamları matbaalara uğrar, bir şey var mı yok mu diye sorar, şüpheli bir şey varsa kendisine gösterirler, bakar giderdi. İşte o zaman bize Tercüman-ı hakikat'ta Fransızca olarak "Rusya'ya mütemayil bîtaraflık" diye talimat verilmiş idi.

Münif Paşa merhumun şimdiki Evkaf Nezareti'nin işgal ettiği konakta ilk nezaretinde Medresetü'l edeb'in birinci cüzüne müsaade edilmesi için müracaat etmiş idim. Paşa istidamla "Kilisli Necib" imzasını görmüş, beni çağırttı. Hemşehri değil hısım olduğumuzu söyledi. O vakitten sonra paşaya intisab ettim. Mecmuanın böylece birinci cüzünü müsaade aldıktan sonra yirminci cüzüne yani sonuna kadar kimseye göstermeye lüzum görmeden basdık çıkardık.

Paşanın ikinci nezaretinde gazetelerde alay mektepleri açılmasına dair bir havadis okuduk. Arakil bana yüz elli lira mukabilinde üç cüzlük bir askerî kıraat kitabı yazmamı teklif etti, yazdım, müsaade almak için paşaya müracaat ettim. Birkaç gün sonra bizim kitap kaybolmuş. Bu havadisi Hintli Alihan Efendi'den aldım. Bir mâna veremedim. Paşaya müracaat ettim, gülerek: "ayol sen herkesi askere teşvik ediyormuşsun, o da marza-ı âliye muvafık değilmiş!" dedi. Bizim emekler boşuna gitti.

Maarif'te sansür olanca şiddetiyle devam ediyordu. Hatta Kamil Paşa merhumun nezaretinde, şüphesiz o sansür hafiyelerinin teşvikiyle her eserden haksız silintisiz ikişer nüsha istedi. Gazeteler kıyamet kopardı, padişah kararı geri aldı.

Bir de Dağıstanlı Hamdi Efendi merhumun riyaseti zamanında Tercüman-ı hakikat ile bir cidal başladı. Maarif gazetelerin tefrika ettikleri kitapların ayrıca basıldığına teftişini istiyordu. Ahmed Midhat yalnız Tercüman'ın o suretle neşr ettiği kitaplar adedinin Maarif'ten ruhsatı alınanlardan ziyade olduğunu, Maarif'in irfana ket vurduğunu yazdı. Nihayet iş mahkemeye müracaata kadar dayandı, Saray'ın müdahalesiyle hususi bir mahkeme tesis edildi, telif-i beyn olundu, olundu ama sansür de alabildiğine terakki ettikçe etti.

Sansür yüzünden mutazarrır olan ilk mektep kitapları müellifi zavallı merhum Selim Sâbit Efendi olmuştur. Avrupa'da tahsil gören bu zat Mekatib-i Rüşdiye müdürü idi. Edebiyattan Mi'yar-ı kelâm, Sarf-ı Türkî gibi ufak tefek kitapları var idi, bir de Osmanlı Tarihi yazmış, bu da tamam olsun diye Beşinci Sultan Murad'ı da unutmamış, bir jurnal üzerine zavallı bir daha memuriyet yüzü görmedi.

Münif Paşa Maarif Nezareti'nden ikinci defa infisalinde sansür öyle vüzera ve vükelaya kadar diş geçirecek derecede kuvvet bulmamış olmalı ki yeniden neşrine başlayacağı Mecmua-yı fünûn'un muayenesi paşaya havale olunmuştur. Bu işte Kostantinidi Paşa ile ben de paşaya muavenet ediyor idik. Ben o nüshadaki "Encümen-i hamûşan"ı "Sükutîler akademyası" diye tercüme etmiştim. Paşa unvanı değiştirmiş.

Mecmua çıktı, epeyi de satıldı. Meğer buradaki meşhur "yıldız böceği" hikâyesinden Darüssaadetişşerife ağası Behram Ağa gocunmuş. Maarif Nezareti altüst, paşa tekdir edildi, mecmua da tabii kaldı. Paşa merhuma, "zat-âlileri gibi vüzeranın da bizim gibi kalemleri kırıldı" dedim. Merhum: "bizim kalemlerin kırılması bir şey değil, Sudanlı bir siyahî uğruna memleketin istinat amûdları devriliyor!" dedi. Bence zencinin hatırı bahane idi, Maksat urefanın kökünü kazımak idi.

Sultan Hamid'in cülusuyla Mükâfat Nizamnamesi filan sâkıt oldu. Padişah kendisini halka hürriyet ve maarifperver göstermek isterdi. Bu sebeple ilk senesi Mekteb-i harbiye huzur imtihanında bulundu. Yine bu kabilden olarak kendisine yolunu bulup kitap takdim edenler mükafatlandı. Fakat yolunu bulmak şart idi. Meselâ bir arkadaşa bir kitap tercüme ettim, vaktin seraskerine mensubiyeti sebebiyle dört derece terfi etti, ben de özendim Mebâdî-i fenn-i resm diye tab ettirdiğim kitabı resmen takdim ettirdiysem de çıka çıka beşinci rütbeden bir mecidî nişanı çıktı.

(....)

Necib Âsım, "Kitapçılık", İkdam, nu. 8937, 8 Cemaziyelahir 1340/31 Kânun-i sâni 1338'den nakleden İsmail Erünsal, Kütüphanecilikle ilgili Osmanlıca metinler ve belgeler, İstanbul Edebiyat Fakültesi Yay., 1990. II, 124-31.

NOT: Dergâh dergisi 43. sayıdan (Eylül 1992) alıntılanmıştır.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV