Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
  ON YIL OLMUŞ GİTTİĞİN

BEYTULLAH ÖNCE



Bayram sabahı. Uzun bir süreden sonra yeniden dedemin mezarı başındaydım. Bayram namazına giderken yağmaya başlayan kar, ince bir örtü çekmişti toprağa. Bana her yer kefenleniyor gibi gelmişti. Derin bir nefes aldım. Mezar başlarındaki çam ağaçlarından hoş bir koku geldi burnuma. Anneannem, yanı başımda duruyor, içinden sanki toprağa bir şeyler fısıldıyordu. Daha fazla tutamadı gözlerinde biriktirdiği yaşları... Dayım da boynunu iyice bükmüştü. Her bayram sabahı yetim ve öksüzler nasılsa o da öyle bir haldeydi. Mezarlık giderek kalabalıklaşıyor ama buradaki sessizliğine kimse dokunmuyordu. Ölüm, oda kapılarından girdiğinde feryat figan ağlayanlar, şimdi usulca bekliyordu ölülerinin başında...

On yıl önce bir sabah annem de çığlık çığlığa ağlayarak gelmişti eve. O sabah yataktan nasıl fırlamışım şimdi hatırlamıyorum ama merdiven boşluğuna koşup orada annemi gördüm. Gözlerinin hali asla unutulacak gibi değildi. Ne olduğunu bilmiyordum. Neden böylesine ağlıyor, neden ellerini havada sallıyordu anlayamamıştım. Bu durum fazla uzun sürmedi. Annem, "Babaaam!" diye bağırdığında, merdiven boşluğu "babam" diye yankılandığında; ben de "dedem" deyip yutkunmuştum. O an nefes almak çok zor olmuştu benim için, sanki boğazımdan içeri bir ömür kaçmıştı. Basamaklara yığılıp kalan annem, birden silkindi. Kendini sakinleştirmeye çalışanların ellerinden sıyrılıp hızla merdivenden çıktı ve hemen bana sarıldı. Kollarımdan sıkıp göğsüne bastırdığında onun aslında dedeme sarılmak istediğinden emindim. Başımı okşuyor, "Oğlum, canım yavrum, evladım deden öldü, deden yok artık" diye sayıklıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Komşular zar zor bir kanepeye yatırdıklarında hali çok kötüydü...

Akşam dedemi hastaneden getirdiklerinde, ev tıklım tıklımdı. Ben misafir odasında, yemek masasının altına sinmiştim. Kimse benim orada usul usul ağladığımı bilmiyordu. Bunu ancak dedemi misafir odasının ortasına bıraktıklarında fark edebildiler. Masa örtüsünden sıyrılıp emekleyerek onun yanına geldiğimde, beni gördüğünü sanmıştım. Demişlerdi ki, ruhu şimdi buralarda geziniyordur, inanmıştım. Üstüne çektikleri beyaz çarşafı usulca aşağı çekip yüzünü açmış, "Uyan dede!" demiştim, "Dede uyan, bak torunun geldi." Uyanmadı. Boynuna sarıldım. O an aklıma annem gelmişti, beni neden sımsıkı tuttuğunu sanki daha iyi anlıyordum. Dedemin pembeliği henüz solmamıştı. O soğuk yanaklarından öpüyor, yüzümü yüzüne sürüyordum ama hiçbir şey içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Babam kollarımdan tutup beni bir kenara çekti ve çarşafı yukarı doğru çekti. Benim o halim kadınları çok etkiliyormuş, ben öyle yaptığım için kadınlar daha çok ağlıyormuş ve bu da dedemin ruhuna azap verirmiş... Babam böyle dedi ve mutfağa doğru gitti. Ben başımı sallayıp anlamış gibi yaptım, aradan on dakika geçti ya da geçmedi, gittim yeniden dedeme sarıldım. Sanırım o gece uykusuz geçen ilk gecemdi...

Sabah olunca şehir dışındaki akrabalar da yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Ev gidip gelenlerle dolup boşalıyordu. Ben balkondan aşağı bahçeye doğru bakıyordum. Dedemi yıkamak için gerekli hazırlıklar yapılıyordu. İncir ağacına yaslayıp bıraktıkları çapaya takıldı gözüm. Ölmeden önce bahçede çapa yapıyormuş, bir ara eli hızla sol tarafına doğru gitmiş. Dayım tansiyonu düşüp bayıldığını sanıp hemen aşağıya koşmuş. Sonra da bağırıp çağırmaya başlamış, o sırada babam da hemen yan komşudaymış, sesleri duymuş. Çocuklardan birine bir şey oldu herhalde diye gelmiş, yerde dedemi görmüş, yüzünde hafiften bir tebessüm varmış. Hemen bir araba bulup hastaneye götürmüşler. Babam "Daha bahçedeyken ölmüş aslında..." demişti. "Biz giderken o emaneti çoktan sahibine teslim etmişti bile..." Biraz sonra beni balkondan içeri doğru çektiler. Su yeterince ısınmış, imam da gelmiş, artık onu yıkayabilirlermiş. Aşağıya bahçeye indim. İplere bağlı çarşaflarla çevresini kapadıkları o yerden beni uzak tutuyordular.

Dedemi misafir odasına tekrar getirdiklerinde kefenlenmişti ve gül gibi kokuyordu. Bu esnada kadınların hıçkırıkları da iyice artmıştı. Yaşlı akrabalar, kadınların yüksek sesle ağlamalarına kızıyordu. Ağlarken seslerini yükseltince, içlerinden birini ikaz ediyorlar, kadınlar da seslerini alçaltıyordu ama birkaç dakika sonra sesler yeniden yükselmeye başlıyordu. Bir ara beni elimden tutup mutfağa götürdüler. "Akşamdan beri bir şey yemedin, birkaç şey atıştır da mezarlığa gidince halsizlikten başına bir hal gelmesin." dediler. Komşular pilav yapıp getirmişti. Sofradan uzun süre kalkamadım. Her pirinç tanesi sanki tek tek geçiyordu boğazımdan, kaşığın bu kadar ağır olduğunu ilk defa fark etmiştim. Elimi ağzımı yıkamaya giderken, babam abdest de almamı söyledi. Su soğuktu ama içimdeki yangına döksem söndürmezdi... Artık aşağıda cenazenin indirilmesini bekliyordum. Dedemin eve bir daha asla dönmeyeceği fikri düştü aklıma. Kucağında oturup çizgi filim izleyemeyeceğim, başımı okşayamayacağı, bir daha "aslan torunum" diyemeyeceği... 

Camide tabutun sağ başında ben duruyordum. Avlu çoktan dolmuş, gelenler sokak arasında toplanmaya başlamıştı. İmam namazdan sonra helallik istiyordu. Ben, dedem de bana hakkını helal etsin diye dualar ediyordum. Camiden şehre bir tepeden bakan mezarlığa uzun bir araba konvoyu ile birlikte gitmiştik. Mezarlık şehrin gürültüsünden sıyrılmış bir halde bizi bekliyordu. Artık ne zaman vardı, ne gün, ne de mevsim... Hayatın sıfır derecesinde donduğu yer burası olmalıydı. Vardığımızda boş bir mezarın kucağını açmış bizi beklediğini gördüm. Yanında da bir dizi kalın tahta duruyordu. Babam ve bir kişi daha indi aşağı ve sonra dedemi de yavaşça yanlarına aldılar. Tahta tahta kapatıldı üstü. Toprağın üstündeki hikayesine alnının akıyla son noktayı koyuyordu. Akrabalar kürekleri getirdiğinde, ben de toprağı avuçladım ve onlarla beraber kapadım mezarı.

On yıl aradan sonra, tüm bunlar onu yeniden beyazlar içinde gördüğümden geldi aklıma. Aslan torunu artık büyümüş, koca adam olmuştu ve şimdi o da anneannesi gibi sessizce ağlıyordu...
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV