Yıl:3 Dönem:2 Sayı:9/21

       


YAĞMUR TANELERİ

YAVUZ BAŞAK



Söğüt ağaçlarının dalları tüm ihtişamıyla süzülüyordu. Dalların rengi değişmişti üzerine çöken yolun tozlarıyla. Güneşin harına karşı serçelere siper etmişti dallarını. Sıcağın etkisiyle olsa gerek serçelerden bile ses çıkmıyordu. Bu hasat mevsiminde ağustosböceği gibi vaktini geçiren üç beş kişi, küçük akasya ağaçlarının gölgesinde vaktin geçmesini bekliyorlardı. Akasyaların yaprağının kımıldaması bile bir serinlik umudu veriyordu onlara. Ortalarda dönen sineklerin vızıltısı duyuluyordu arada bir. Hava sakin mi sakin... Fırtına öncesi sessizlik miydi yoksa?

Söğüdün dallarına yağmur düşüyor, yanaklardan süzülen iki damla gözyaşı gibi. Neyin gözyaşlarıydı bu damlar, bilinmez. Daldaki serçelerin sesi bozuyor ortalıktaki sessizliği. Gökyüzünü bulutlar kaplamış. Bunaltıcı bir hava... İnsanın içine kasvet veren kara kara bulutlar... Akasyanın altında oturanlar içeri geçiyor. Herkeste bir telaş, bir koşuşturmaca, yarım kalan işleri tamamlamak istercesine...

Çisim çisim yağmur yağıyor yeryüzüne. Söğüt dallarındaki tozlar direnemiyor yağmur tanelerine, çamurlaşıp aslı olan toprağa karışıyor gömük olarak. Dallar, insana daha bir güzel bakıyor yüksekten. Daha canlı, daha hayat dolu... Sanki parlıyor, yeniden hayat bulan bir çift göz gibi...

İklimin bir başka olduğu, rüzgarların nasıl estiğini dahi bilmediğim bir yerde fırtınalar kopuyor. Orada neler oluyordu? Bir gazap rüzgarı mıydı bütün bu olanlar? Her taraf yıkılmış, toz toprak içinde. Bir deprem bölgesi gibi... Toprağın altı aslına kavuşanlarla dolu diyorlar, ya toprakla buluşamayanlar nerede?

Dilini dahi anlamadığım aynı kimlikten bir çocuk ağlıyor, haykırıyordu: "Babam nerede?" Daha neler neler söylüyordu bilmem. Gaflet perdesi üzerimdeyken anlayamıyordum söylemek istediklerini. Anlasam da ne fark ederdi ki?.. Kendimi ondan çok da farklı hissetmiyordum. Onun yıllar önce yaşadıkları sanki benim yeni yeni başıma geliyordu. Bize mi haykırıyordu bilmem ama anlayan kim? Duymayayım diye kulaklarımı kapatmak, vahşeti görmemek için gözlerimi kapamak daha kolay geliyor. Duyarsız demesinler diye içimden buğzetmek daha kolay... Birşeyler yapmış olmak... Sanki vicdanım rahatlıyor.

Elbet bir gün buraya yağan yağmurlar oraya da yağacak. Enkazların üzeri temizlenecek. Toz gömükleşip toprakla buluşacak, içerisindeki kanlarla birlikte... Enkazlardan birşeyler yeşerecek, ne olduğunu bilmediğim, anlamak istemediğim...

Yağmur sonrası gibi bir umut yeşeriyor gönlümde; birşeyler sezinliyorum sanki. Enkazların altına tohum ekiliyor durmadan. Elbet bir gün bu tohumlar yeşerecek. Tohumlar baharı bekliyor filizlenmek için. Daha gür, daha parlak olması için yağmurların yağması gerek. Her taraftan parlaması gerek bir çift gözün. Öyle bir parlamalı ki, görmeli kayanın ardını, çalıların dibini...

Yağmurlar yağıyor kırkikindi yağmuru gibi. Yağmurdan nasibi olanlar nasibini alıyor cürmünce. Kimisi gömükten alıyor, kimisi rahmet ve bereketten. Herkes yapacak sütünün icraatini. Döktüğü kanla kimi toprağı kokutacak, kimi de can verecek yeşerecek olan güllere...

Söğüdün dallarına yağmur taneleri düşmez oldu. Dinmiş miydi akan gözyaşları? Serçelerin cıvıltısından başka ses yoktu ortalarda. Yağmur tanelerininki bile... Yoksa herkes akan gözyaşlarını içine mi akıtıyordu? Gözyaşı pınarları kurudu mu yoksa? Yıllarca akan kanların ardından...

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV