Yıl:3 Dönem:2 Sayı:9/21

       


KENDİNE MAHKUM

MURAT AYDOĞDU



Sigara paketini buruşturup iyice kirlenmiş çivit mavisi duvara fırlattı. İlk fırtı çekti. İçerisi leş gibiydi. Duvar dibine yığılmış kirli çamaşırlar aylardır öylece bekliyorlardı. Arada yığını karıştırıyor, tek tek koklayarak en giyilebilir durumda olanları seçiyor ve çıkardığı çamaşırlarla değiştiriyordu. Yatak, perde, elbiseler ne varsa sigara kokusuna teslim olmuşlardı. İzmaritler her yerdeydi. Tabaklarda, bardaklarda, kağıtların içinde...

Güya ders çalışacaktı. Sigara içerken tavanı seyredip hayal kurmanın cazibesi buna yine izin vermedi. İzmirli kızı düşünmeye başladı. Zordu, çok zor. Sonra iyice daldı. Kızın yanında gezen Latin tipli, at kuyruklu herifle her nedense kızın önünde hafif yollu atışıyorlardı. Öyle şeyler söylüyor öyle cevaplar veriyordu ki herife, kızın yanlış adamla beraber olduğunu fark etmesi fazla uzun sürmüyordu. Kendi ayaklarıyla geliyordu. Mesela otobüs durağında. Yağmur altında. İkisinin de burunlarından ve çenelerinden şelale gibi akıyordu su. Konuşmaya bile hacet yoktu. Derken çok dahice bir film senaryosu kurgulamaya karar verdi. Dergiler, gazeteler, leş gibi bir odada tavana bakarak sinema ve düşünce tarihine geçmeye aday senaryoyu yumurtlayan adamı yazacaklardı. Düşünceleri çıktığı yere döndü. Senaryo falan hikayeydi. Kız "he" dese hiçbirine gerek kalmayacaktı.

Yatağında doğrulurken yaylar çatırdadı. İçeri göçüyordu yatak. Belini ağrıtıyordu. Saat daha 00.30'du ve sabaha çok vardı. Sigara bulmak zorundaydı bir yerlerden. Aniden fırladı ve montunu kapıp kendini sokağa attı. Nisan serinliği yüzünü kaplarken coşku sardı içini, kendini zeki hissetti. Bazen kendisini bile hayrete düşüren espriler yapabiliyordu. Köy yerinden çıkıp üniversite kazanmak kolay iş miydi? Karşısında kendisine mutluluk verebilecek milyonlarca insan, milyonlarca hayat vardı bu şehirde. İnsan hangi birinden başlayacağını şaşırırdı. Güldü. Bırak milyonlarcayı bir tane bile yanında kendisini mutlu hissettiği insan yoktu. Okula geldi geleli tam yedi aydır hiç kimsenin kabuğunu kırıp içine sızamamıştı. Bıraksa onun içine sızacaklardı ama hep kendi gibi insanlar... Bırakmıyordu onun için, diğerlerini istiyordu. Sahile inen sokakların birinden geçerken rüzgarın tülünü bir içeri bir dışarı taşıdığı pencerede patlayan kahkaha beynini tırmaladı. Genç bir kızın kahkahasıydı bu. Neydi güldüğü şey? Kim güldürmüştü? Sevgilisi miydi? Eğer öyleyse adamın yerinde olmak isterdi. "Ben yapmış olsaydım o espriyi. Sevgilime bir kahkaha attırabilseydim. O zaman gerçekten zeki olduğuma inanırdım."

Sahildeki büfeden sigarasını aldı. İyice denizin dibine, kayalıklara gitti. Sigarasını keyifle yaktı. Kısa aralıklarla ve derin derin çekiyordu. Müthiş şiirler yazdığını hayal etti. Daha fazla yayınlandıkça şiirleri, mektuplar da fazlalaşıyordu. Tanışmak istiyordu insanlar. Sanat dergileri mülakat istiyordu. İzmirli ise daha önce keşfedemediği, hissedemediği bu dehayı tamamen kaybedip kaybetmediğini düşünüyor ve ince planlar yapıyordu. Ne de olsa Latin kılıklı ve at kuyruklu olmak bir ömür boyu beraber olmak için pek de yeterli bir sebep değildi. Ünlü bir şairin karısı olmak herhalde çok daha heyecan verici olacaktı. Üstelik o bir dehaydı. Kendi şiiri vardı.

"Yeter ulan. Başlıycam İzmirlisine, Manisalısına. Bu kadar zayıf mıyım lan ben, karaktersiz miyim?" İkinci sigarayı ekledi. Kahkahayı atan kimdi acaba? Tipi nasıldı?

Pencere hala açıktı. Sokağın başında dikildi. 5-10 saniye sonra bir kafa uzandı pencereden. Onun kafası mıydı? Kafanın bir kıza ait olup olmadığı bile anlaşılamıyordu. Bu kafa bir kıza ait olsa bile onun kafası olup olmadığı ne malumdu ki? Öyle olmasa ne çıkardı yani. Kafa bir kıza ait olsun yeterdi. Tekrar baktı pencereye. Kafa yoktu. Işık da sönmüştü. Yürümeye başladı. Yine o çivit mavisi duvarlı odaya girecek ve takati tükeninceye kadar hayal kuracaktı. Nereye kadar? Herşey apaçık bir şekilde felakete gidiyordu. Bir iki uyduruk ders hariç geri kalanların hepsinden çakacak gibiydi. Zavallı ana babası bunu anlayabilecek durumda değillerdi. Zaten o da anlatabilecek durumda değildi. Ne diyebilirdi ki? Olsa olsa yalan söyleyebilirdi. Durdu. Yumruğunu sıkarak alçak sesle ama vurgulu: "Şu andan itibaren yapmam gerekenleri yapacağım. Akşam erken yatıp tüm derslere gireceğim. Sigarayı azaltıp odayı temiz tutacağım." Ve birkaç şey daha saydı. Artık sürekli aynı kalıbı kullandığını farketti.

Eve girdiğinde yapması gerekenleri düşündü. Önce kapıyı pencereyi açmalı, ortalığı toparlamalıydı. Ertesi gün de çamaşır yıkardı artık. Gözü çivit mavisi duvara, sonra da yatağa kaydı. Vakit geç olmuştu ve yorgundu. Bu durumda işleri sabaha ertelemeyi yan çizmekle açıklamak mantıksızdı. Yatağın yayları çatırdadı. İçeri göçtü. Sanki ancak o izin verirse kalkabilirmişsin gibi içine alıyordu insanı. Bir sigara yaktı. Otuz saniye sonra "Açık Hava Tiyatrosu"nda dev bir konsere çıkacaktı.

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV