Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       


GÜNEŞ YOKKEN SOLAN YAPRAK

PINAR BOYACI



Duvardaki saatin kadranı artık kalp atışlarım kadar yavaş ve yorgun. Artık yatağımdan doğrulamıyorum, bedenim bana isyan ediyor. Bir selvi ağacım var eskiden kalan. Başımda bekleyen hizmetçi kız yardım etmeye davranıyor. "Bırak!" diyorum. Yorgun gözlerimi kapattığımda gelen mutlu aile, gözlerimi açtığımda hep kayboldu şimdiye kadar. Bırak gözlerimi kapayıp hep 
orada yaşayayım.

Torunlarım, çocuklarım şimdi evimde ama artık onları istemiyorum, yalnız geçen her doğum günümüz, her bayram, her yılbaşı gözlerimizi kapatmamıza hiç izin vermedi.

Kuşların bizleri, altın sarısı yaprakların da ağaçları terk edişini izlediğim bu ayrılık mevsiminde, bir yaprak dikkatimi çekiyor, ömrünün son deminde tek başına. Konuşmaya artık yaramayan dudaklarımdan birkaç kelimenin döküldüğünü hissediyorum: "O yaprak koptuğunda beraber düşeceğiz toprağa." Hizmetçi kız içeri giriyor. Her şeyi duymuş olmalı ama umrumda değil.

Şu hizmetçi kız yanımda sürekli bir şeyler konuşuyor, adı Bahar'mış, seramiği çok seviyormuş. Gözüme biblo bebeklerden farksız görünen bu kızın seramikle uğraştığına hiç şaşırmadım. Önceleri onu dinlemek ne kadar sıkıcı olsa da artık kulaklarımdaki o eski gramofon sesi gibi derinden... Onu kovduğumda "Tamam ama şunu da söylemeliyim, mutlaka duymalısınız!" deyip çocukluğumu hatırlatıyor. Giderken kendi yaptığı küçücük bir meleği başucuma koyuyor, gülümsemeye çalışarak teşekkür ediyorum ona. Bana hep "Yaranın da hastalığın da tek tedavisi sevgidir." diyor. "Peki ya ben?" diyorum. İkimiz de susuyoruz.

Hastalığımın kaçıncı gününde olduğunu sayamayacak kadar güçsüzüm. Bahar'ı ise gün geçtikçe, hastalık içimde büyüdükçe nedenini bilmeden sevmeye, ona güvenmeye başlıyorum. Affet beni Salih, affet beni selvi ağacı.

Artık ilkbahar geldi ve kendimi daha iyi hissediyorum. Benim içimdeki bahar çok önceden geldi. Bahar'ın odama her girişini bekleyip içimde çiçeklerin açması her şeyden daha iyi geldi. Ama ağaçtaki o yaprak hâlâ sarı. Kendimi ona benzetmeme kızan Bahar'a gösterip onu kızdırıyorum. Bahçede gezerken o yaprağa dokunmak istediğimi söylüyorum, "hayır" diyor ama dokunacağımı da biliyor. Elimi uzatıyorum sert bir şeyler hissediyorum. Biraz inceleyince seramik olduğunu anlıyorum. Bahar'a bakıyorum, gözleri önde özür diliyor. O, göz yaşlarını utancından, bense sevgiden akıtıyorum.

Bugün öyle mutluyum ki güneşin doğuşunu izliyorum. Eski gücüme kavuşmanın zaferiyle. İçimdeki mutluluk dalgasının yanında güneşin küçülüşünü hissediyorum. Ne zamandır ortalıkta görünmeyen Bahar'ı bulup dışarı çıkacağım. Sanırım bir çeşit gripmiş, biraz da ateşi varmış. Son zamanlarda pek yapmadığım bir şey yapıp pencereme bakıyorum. O yaprağı bulamıyorum. Bahçeye açılan kapının yanına koşup yaprağın parçalandığını görüyorum. Bahçeye çıkıp tek tek ellerimle topluyorum kalbimin parçalarını. Bahar'a göstereceğim avucumda sıkı sıkı tutuyorum. Kırağı düşen çimenler artık ayaklarımı yakıyor. Odamdan çıkarak sesleniyorum: "Bahar!" Bahar cevap vermiyor onun yerine acı bir feryat yanıtlıyor sorumu. Avucumu açtığımda damlayan kanlar, ağaçtan damlayanlara, içimdekilere eklenip sel oluyor. Elimin kanlarını temizlemeye çalıştıklarını hissediyorum. İçimdeki binlerce çığlıktan sadece birini duyabiliyorlar: "Bu yaranın tedavisini dört gün önce kaybettim!.."

Yorgun kalbimin sıkıştığını hissediyorum ama sımsıcak bir öpücüğü kalbimde duyarak huzur duyuyorum. Aynı anda ileride bir selvi ağacının yeşerdiğini hissediyorum.

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV