Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
 

"EDEBİYAT DÜNYASI KISKANÇ BİR DÜNYADIR. MUHTERİS OLMAYANLAR TUTUNAMAZ."

ŞAİR NURETTİN DURMAN İLE...

 
     
  Lisedeyken Vahdet gazetesi alırdım, çünkü Baki Koşar'ın yönettiği güzel bir kültür sanat sayfası vardı bu gazetede. Sayfada genç imzalara da yer verildiği için, o vakitler ismini basılı olarak görünce büyük yazar olacağımızı zanneden bizler heyecanla takip ederdik gazeteyi. İşte bu sayfada rastlamıştım ilk kez sizin adınıza. "Şehrin Üzerindeki Bulutlar" adlı kitabınız tanıtılıyordu. Yıl 1990. Kırk beş yaşında ilk kitap... Öncelikle yaşamınızın 1990'a kadar olan döneminden bahseder misiniz?

Evet, tam yirmi altı yıl sonra, yani ilk şiirimin yayınlanmasından yirmi altı yıl sonra (1990 yılında) şiir kitabımı yayınlayabildim ancak. Yaşım kırk beş olmuştu. İlk şiirimin yayınlandığı zamanki heyecanımdan eser kalmamıştı. Binbir meşakkatle çıkan bir ilk kitap. İlk gözağrısı. Yalnız İsmet Özel'e kitabımı imzalayıp verdiğimde biraz kızarır gibi olmuştum. Utanır gibi yani. O da kitabı almış, şöyle bir karıştırmış, "Hoş şeyler" demişti. Şiir için çok uğraştım doğrusu, çok çalıştım, çok okudum, çok uykusuz kaldım. Ömrümün o kırk beş yılına ilişkin detay is, aslında ince bir işçilikle ele alınması gereken şiirsel bir yolculuk. Zaman zaman elim değdikçe de yazıyorum hayatımdaki girişkenlikleri; "Romansı" olsun istiyorum. Zaten adını da Romansı olarak benimsemiş oluyorum. Nerede doğmuşum, nasıl yaşamışım. Çocukluğum, gençliğim ve şiirim. Doğal olarak hayatımda olan şeyler. Ve aşk. Hayatın canı ciğeri. Çalışma hayatım, iş gücüm, okuma serüvenim...

1945 yılında Bingöl'ün Kür köyünde doğmuş oluyorum. Sırtımıza dağı, önümüze ise ovayı, küçük bir ovayı aldığımız bir köy. Harput'ta büyümüş hafız bir babanın ikinci oğlu olarak doğmuş olmam bir şımarıklık da vermiş olabilir bana. Annem güzel bir kadındı. Güzel kadınlar hep ince hastalığa mı tutulurlardı yoksa? Rahmet-i Rahman'a hicret ettiğinde ikinci sınıfa gidiyordum. Güneşli, karlı bir kış günüydü. Öncesinde yaman bir kar yağmış, esip savurmuş, biz annemle camdan rüzgarda savrulan karları izlemiştik. Sonra ortalık sakinleşmişti. Güneş de çıkmıştı üstelik... Ortalık sakinleşince mi çocukların anneleri ölüyor yoksa? Şımarık çocukların, nazlı çocukların, el bebek gül bebek çocukların anneleri ölünce mi dünyanın kaç bucak olduğunu öğreniyorlardı erkenden? Daha çocukken yani. Sonra şehre: Bingöl'e. Sonra şehre: İstanbul'a. Altmış ihtilali olmuştur. Geçimsiz bir üvey anne ne verebilir ki okumak isteyen bir çocuğa? Gözyaşından başka, evden kaçmaktan başka ne verebilir? İstanbul öyle bir şey işte. Özgüven yani; boğulursan büyük denizde boğul meselesi. İstanbul'da Çemberlitaş Vezir Han'da basık bir dükkanın önünde oturmuş şiir yazıyormuşum. Bana "Ne yazıyorsun?" diyen bir amcaya "Şiir yazıyorum." demişim. O da bana anında "Yahya Kemal'i oku, Yahya Kemal'i" deyivermiş oluyor.

İlk şiirimin yayınlanış tarihi 1964 oluyor. Derginin adı "Sanat Dünyası". On dokuz yaşında ilk şiirim yayınlanmış oluyor böylece. 1990 yılına kadarki 26 yıllık şiir geçmişim zorlukların vazgeçilmez yapışkan bir dönemidir hayatımda. Şiirin varoluşuyla koşut şiiri iç alemde tutabilme cehdi. Şiiri bir nefes olarak dış aleme bırakma savaşımı. O arada bir çok dergide şiirlerim yayınlanmış oldu.

Esas itibariyle şiiryoğun düzlemiyle Aylık Dergi bir açılım sağlamış oldu şiirime. Bir derginin şairi olmak, sürekli o dergide yazmak bir ciddiyeti, dahası bir aidiyeti de getiriyor beraberinde. Kendinize ister istemez bir çeki düzen vermek zorundasınız. Kendinizi disipline etmek için de rakipler veya örnekler buluyorsunuz böylece.

Aylık Dergi, Kelime Dergisi... Bu iki dergi önemlidir benim için. Kelime Dergisi daha bir rahatlama ritmi vermiştir bana. Bir bereket zamanı da diyebiliriz buna. 1990 yılında Müştehir Karakaya, Mürsel Sönmez, Mesut Doğan ve diğer arkadaşlarla Kardelen Dergisi. O yıl yayınlanan ilk kitap. "Şehrin Üzerindeki Bulutlar" Kardelen Yayınları'nın da ilk kitabıdır aynı zamanda. Birikmiş şiirlerin, kalın bir dosyanın, ince bir şiir kitabı olarak 45 yaşında gün yüzüne çıkmasıdır. Ne demeli başka, ilk kitap işte, her şeye rağmen harika bir şey.


Yazı hayatınızda sanırım iki dergi önemli yer tutuyor. "Kardelen" ve "Düşçınarı"... Bu dergilerin doğuşları nasıl oldu? Neler kattılar şiir serüveninize? Ve neden kapandılar? Yayıncı olmak şairin şiirini etkiliyor mu?

Kardelen Dergisi, sahici, ciddi, köklü, edebi bir hareketin adıdır. Benden başka hepsi genç insanlardan teşekkül etmiş yepyeni bir aksiyoner edebi sesin Cağaloğlu'ndan yurdun her tarafına yayılması hareketidir. Gençlerin çok sıcak ve içtenlikli buldukları, kendilerine çok yakın hissettikleri bir dergi idi Kardelen. Bazı art niyetli aymaz kişilerin ise tepki gösterdiği, belki kıskandığı, belki korktuğu ve görmezden geldiği, arı kovanına çomak sokucu bulduğu bir dergi Kardelen. Tabii ki genç. On civarında şiir kitabı müsebbibi. Düşçınarı ise, durulmuş, arınmış, bir çok şey görmüş, yaşamış, tecrübe etmiş ve artık "Biz işimize bakalım" düsturuna sahip bir anlayışla çıkmış bir olan dergi. İdeal olarak kalıcı eserler peşinde olan bir dergi. Yeteneğin keşfinin idraki içinde. Edebiyat dünyasına sahici bir adım. Tabir yerindeyse İslamcı bir edebiyat dergisi. İslami duyarlılığı başat kılma arzusu. Yani kendimiz olmak meselesi. Kardelen dergisinde şiiri arıyordum, diyebilirim. Düşçınarı'nda şiiri bulduğumu, beni perişan eden o ateşbazın nihayet davetime icabet ettiğini söyleyebilirim. Şiirin ne olduğunu kavramaktır bütün mesele... Dergiler çıkar, kapanırlar. Sözü edilir şeyler bırakmaktır geleceğe. Böyle olmuşsa, böyle olacaksa ne ala! Yayıncı olmak da bir avantajdır. Şairin kendini ciddiye almasıyla ilgilidir. Yayıncı rahatlığı ise şiire zarar verebilir doğal olarak. Çünkü orada farkında olmadan bir gevşeme olmuştur kendiyle şiiri arasında.


Edebiyatımızdaki bölünmüşlüğe nasıl bakıyorsunuz? Sağ, sol, İslamcı... gibi bölümlemelerden öte, adalar, adacıklar var sanıyorum ve "kulak kesildikleri dünya haricinde tüm dünyalara sağırlar"... Bir şair düşünelim ki tüm eserleri yayınlanmaya başlanmış. Uzun senelerdir şiirle iştigal eden insanlar o şairin adını hiç duymamışlar... Böyle ilginç durumlarla karşılaşıyorum, hayretlere düşüyorum... Siz nasıl bakıyorsunuz?



"Ben Allah'tan bir şiir kitabı istemiştim, 'Şehrin Üzerindeki Bulutlar' çıkmadan önce... Şükürler olsun kitaplar çoğaldı. Bereket oldu."

Edebiyat dünyası kıskanç bir dünyadır. Muhteris olmayan tutunamaz burada. Mürsel Sönmez bana bir tarihte, Beylerbeyi'nde, "Mütevazı olmak iyi değildir." Bu genç arkadaş beni uyarmıştı. Şiir kıskançtır, şiir bencildir, şiir rakip kabul etmez. O bir başına bir ülkedir. Ben ise direnmeye devam. Kalıpları zorlamak gibi bir şey. Ama nereye kadar? Edebiyatçılar birbirlerini çekemezler? Her şair, her öykücü, her romancı, her dergici kendisinin bu alemde bir numara olmasını ister. Kimi de kendinde olmayanı kendinde var sayarak tafra atar. Acayip bir dünya. Biraz uzağında durunca, o kumkumacılar meclisinin dışında kalınca daha iyi oluyor. Daha insani. Daha dostane. Fazıl Hüsnü Dağlarca Kadıköy'de sürekli bir kahvede oturuyor. Yeniyetme bir şair müsveddesi şiir kitabını Dağlarca'ya imzalayıp uzatıyor. Kitabı verirken diyor ki "Üstad, yıllar önce size bu şiirlerimi gösterdiğimde denize at," demiştiniz. Dağlarca cevabı yapıştırmış, "evladım o zaman deniz bu kadar kirli değildi ki," demiş. Anlayın siz artık hal-i pürmelalimizi. Bu sağ, sol, islamcı ayrışması Türkiye'nin kaderi. Bunların içinde oluşan bölünmeler de apayrı bir alem doğrusu. İsbat-ı vücut gibi bir şey olsa gerektir de belki. Kendi başına bir dünya kurmak. Burada da ego'nun, ene'nin, kendini bir şey sanmanın nefsani hakimiyeti baskın çıkıyor tabii. Zorunlu durumlarda ise kendine bir yer açmak, kendi edebiyat dünyasını oluşturabilmek için başvurulan bir yol. Zamanımızda yapılagelen noktada yalnızca kendini öne çıkarma hastalığı, kendini afişe etme durumu. Bu kötü ve bulaşıcı bir hastalık ne yazık ki. Hem bölen hem de bölünen için bir handikap. Bizim dergicilik anlayışımızda bütünleştirmek vardı. Toparlamak, muhabbet içinde olmak vardı. Olmadı. Başaramadık. Fitneyi, bozgunu, ayrışmayı önleyemedik. Biz, bizim cenahta olan "kulecikleri" maalesef bir kalede konuşlandıramadık. Kardelen dergisinde olsun, Düşçınarı dergisinde olsun o kadar çaba göstermemize rağmen bu gettolaşmayı, klikleşmeyi önleyemedik. Sonunda da vazgeçtik bunlardan. Ne haliniz varsa görün, dedik. Bir curcunadır, gidiyor. Bir kapris. Enaniyet. Şiirle iştigal eden insanlar biraz megaloman oluyorlar. Kusurları kendilerinindir. Onu yakalarında rozet olarak taşıyorlar. Aslında birbirini bilmek ne kadar güzeldir. Biz birbirimizi bilmekle ancak seviniriz. Ben şahsen bilmeye, öğrenmeye çalışıyorum.


Bir şair her şeyden önce kendi şiirini görmekte zorlanır ve sanırım şiiri hakkında söylenenler, yazılanlar kendini görmesine yardımcı olur. Yolunuzu çizmenizde size yardımcı olan değerlendirmeler, yazılar oldu mu? Şiirinizin "eleştiri" kurumundan hakkıyla yararlandığını düşünüyor musunuz?

Şairlik istidadı olanlar uyarıları, eleştirileri dikkate alırlarsa ondan kendilerine bir pay çıkarırlarsa gelişim sürecinde, kendilerini bulmada fayda elde ederler elbette. Benim gibi ustası olmayanlar ise uzun ve zahmetli yollardan geçerler ve ancak ilerli yaşlarında şiirin künhüne varırlar. Halbuki şair yaptığı işin ayrımına ne kadar erken yaşta varırsa o kadar erken yol kat etmiş olur. Benimki çok farklı. Daha bütüncül bir eleştiriye maruz kalmadım. Bölük pörçük, küçük eleştiriler ise güzel ve hoş bir gezinti gibi geliyor bana. Doğrusu bütüncül bir eleştiriye gereksinim duyuyorum. Eserlerimin mercek altına alınıp kıyasıya bir yoklamaya tabi tutulmasını istiyorum. Öyle ya, ben şimdiye kadar ne yapmışım ve şimdi nerdeyim? Hakkımda yazılıp söylenenleri de doğrusu yeterli bulmuyorum. Övücü yaklaşımlar şairin eksiklerini ortaya koyamıyor. Sessiz kalmalar da bir şey ifade etmiyor. Hakkımda çoğunlukla olumlu yazılar yazıldı. Bu da şairde alışkanlık yapıyor. Belki bu da gizli bir disipline götürüyor beni. Şiirimin sağlamasını yaptırıyor bana. Kolaya kaçmamı önlüyor. Bu bir fayda olabilir benim için. Belki de bundan dolayı en son yazdığım şiir en iyi şiirim olamıyor bir türlü.


Kendi şiiriniz Türk şiirinin neresinde duruyor? Kendi şiirinizi nasıl görüyorsunuz? İlk kitabınızdan bugüne bir değişim seyrinden bahsetmek mümkün mü?

Şiirimin iyi bir duruşu var. Şiiri yakaladım. Türk edebiyatının neresinde olduğumu başkaları konuşsun. Şiirimin iyi bir performans yakaladığı ortada. Ayvakti dergisindeki şiirlerimi, Dergah dergisindeki şiirlerimi pür şiir halimi görmüş olmalısınız. Boykot, Kıvılcımlar, Muhbir, Mesafeler, Sitare, Tiyanşan Dağındaki Çiçek... Bunlar önemli şiirlerimdir. Yeni bir sestir. Yeni bir açılım, bir ritim, bir dünya... Bu damarı devam ettirmem için siz de dua ediniz bana. Ben Allah'tan bir şiir kitabı istemiştim, "Şehrin Üzerindeki Bulutlar" çıkmadan önce... Şükürler olsun kitaplar çoğaldı. Bereket oldu.

Şiir kitaplarım: Şehrin Üzerindeki Bulutlar (1990), Haziran (1991), Savrulan (1993), Uzun Beyaz Bir Çığlık (1995), Hoşçakal Hüzünbaz Çocuk (1998), Akşam Yedi Suları (Seçilmiş Şiirler, 2000), Filistin Şiirleri Antolojisi (2001)...


Son olarak bundan böyle neler yapmayı planladığınızı öğrenmek istiyorum. Tezgâhta neler var? Kitap, dergi, etkinlik...

Çıkmayan bir kitabım var hazırda. "Sarı Bir Çiğdem Gibi"... Toplu şiirler bir dosya, "Boğaziçi Şiirleri" adını taşıyor. Son şiirlerden oluşan bir dosya, bir deneme kitabı bekliyor. Küçük hacimli "Romansı" adıyla roman tadında lirik bir çalışmanın zamana yayılan yazılışı... Ya Rahman ya nasip...


Sorularımıza ayrıntılı olarak cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV