Yıl:3 Dönem:2 Sayı:7/19

       

"MUSTAFA KUTLU KİTABI"

Tam da yapılması gereken şey yapılmış. "Hakkında yazılamayan usta" Mustafa Kutlu üzerine hoş bir kitap hazırlanmış. "Usta hakkında" çoğu düzeyli yazılar yer almış kitapta. Özellikle birinci ve üçüncü bölümdeki öznel yazıları okumaktan büyük keyif aldığımı söylemeliyim. Ancak hiç kuşkusuz ki ikinci bölümde yer alan yazılar en çok ihtiyacımız olan yazılar... Diyelim ki yapısal eleştirinin sınırları içerisinde kalarak Mustafa Kutlu'nun bütün öykülerini incelemek ve buradan kimi sonuçlara varmak mümkün. Yani asıl muhtaç olduğumuz çalışmalar bu minval üzere kurulması gereken yazılar. Dolayısıyla kitapta Gülsüm Tarakçı'nın "Yapısalcılık Açısından Mustafa Kutlu'nun İki Hikâyesine Bir Yaklaşım Denemesi" yazısı önemli... Öte yandan şunu söylemek zorundayım ki Mustafa Kutlu hakkında yazı yazıyorum diyerek yola çıkmak ve onun artık hepimizin çok iyi bildiği hikâyelerinin adlarını saymak, belki bir de küçük özetlerini çıkarmak ve bir şey söylemeden yazıyı sonlandırmak ucuz bir numara... Söyleyeceğin bir şey yoksa söyleme... Son bir not: Kitap bu kadar tashih hatasını hak ediyor mu?


"BÜTÜN ÖYKÜLERİ"

Bu ay "Bütün Öyküleri"nde Rasim Özdenören var:

Hastalar ve Işıklar (1967): Sabah, Çark, Ricat, Pus, Kan Otları, Mani Olunmuş Adam, Profil, Koridor, Yıkıntı, Çocuk, Tutuk, Eskiyen, Dönüş, Yankı, Kundak

Çözülme (1973): Ölünün Odaları, Şimdi Çok Uzaklarda, Aile Çözülme

Çok Sesli Bir Ölüm (1974): Çok Sesli Bir Ölüm, Sabah Aralığı, Kan, Çatışma

Çarpılmışlar (1977): Arasat, Sedir Yaprağı, Işımamıştı Sabah Daha, Mor Sinekler, Ay Doğarken Geceleri

Denize Açılan Kapı (1983): Kapıyı Vuran Kim, Beklenen, Ocak, Sabahın Seher Vaktinde Aman, Bir Adam, Karşılaşma, O Zaman, İt, Öteki, Çekirgeler

Kuyu (1999): Kuyu

Hışırtı (2000): Kör Buluşma, Hışırtı, Koşmak, Mevsim Sonu, Buzdan Volkan, Pörsüme, Boşluktaki Duruş, Acı, Bebek ve Çığlık ve Kadın, Kirli Camlar, Kumsalda, Karışıklık, Yara, Kapatılmış Gün, Kumdan Temel, Tipi, Ok

Ansızın Yola Çıkmak (2000): Bir Kapının Önünde, Okaliptüs, İçi ve Dışı, Ansızın Yola Çıkmak, İki Leyla, Mum, Tuhaf Şeyler, Boyalı Ölü, Yırtılma, Maske, İskelet, Ölü


ÖTEKİ EDEBİYAT

Bir gazete ekini okuyorum. Yayınevlerinin editörleriyle görüşmüşler. Yayınladıkları kitaplar için nasıl bir tanıtım programı izlediklerini sormuşlar editörlere. Şöyle bir cümle var: "Ortalama her bir kitap için bir milyar lira reklam bütçesi gerekiyor." Başka bir yayınevinin editörü ise ayda beş milyar liraya yakın bir reklam bütçelerinin olduğunu söylüyor. Yılda altmış milyarlık reklam harcaması... Bir başka yayınevi editörü kitaplarının tanıtımı için panolardan, bilboardlardan, metro ve tramvaylardan yararlanmayı düşündüklerini söylüyor ve ekliyor: "Çünkü Radikal alanlar kadar kuru temizleme yaptıranlar da kitap okuyor." Bütün bunlar bana şaka gibi geliyor. Kitabı matbaadan getirip kitapçı raflarına terk edince işinin bittiğini sanan "yayıncıları" düşündükçe... "Öteki Türkiye" gibi "öteki edebiyat"tan da bahsetmek gerekiyor... Bir yanda yazarıyla söyleşi yapılması için gazeteleri, dergileri markaja alanlar var, bir yanda elli sayfalık bir kitabı yayınlamak için yüz kere düşünenler...


BİZ UYURKEN

Dokuz katlı iki bloktan oluşan yetmiş iki dairelik büyük ve lüks bir sitenin dokuzuncu katında oturan, işletme fakültesinin üçüncü sınıfında okuyan, adını hala bilmediğim bir genç arkadaş, geçirdiği buhran sonucunda kendisini sitenin ön cephesindeki güzelim çimlerin üzerine bırakıveriyor, ailesiyle birlikte ikamet etmekte olduğu daireden... 15 Eylül 2001, cumartesi sabahı... Aynı sabah ev halkını polisler uyandırıp "felanca kişi sizin neyiniz oluyor?" diye soruyorlar. Acı gerçeği söylemek o kadar kolay olmuyor tabii. Polislerin de kalpleri vardır, biz çoğunlukla bunun farkına varmıyorsak da... Ev halkı çocuklarının dışarıda bir "yaramazlık" yaptığını sanıyor; zira evi arayıp taradıkları halde "onu" bulamıyorlar. Fakat garip bir şeyi buluyorlar. Ayakkabılarını... Kapının önünde... Bunları büyük bir soğukkanlılıkla anlatan bir başka genç, gecenin karanlığında caddelerden uçar gibi geçen belediye otobüsünde yanımdaki koltukta oturuyor ve bana "Siz Kim Sitesi'nde oturuyorsunuz galiba..." diyor. Vitrinlerinden pırıl pırıl ışıklar fışkırtan mağazaları göremez oluyorum; "Bizim birader geçen gün vefaat etti, duymuşsunuzdur... Biz uyurken, ve diğer yetmiş bir dairenin birbirlerini tanımayan insanları uyurken, az sonra uyanılıp tatlı bir cumartesi sabahında kahvaltıya hazırlanılacakken, az önce bir rüya gördüm hayatım, annenler bize gelmiş, ama sen yokmuşsun... hayrolur işallah... cümlelere başlanacakken, boşluğa bırakılan genç bir beden... Kapı önünde bir çift ayakkabı... 15 Eylül 2001 sabahı... Bizler yine uyandık, yine cumartesi sabahlarına özgü iyimserliğimizle rüyalarımızı anlatmaya koyulduk. Fakat gözlerimizi açmadan önce birkaç metre ötemizden süzülüp inen bir bedenin, bir ruhun farkına varmamız için "helvasından" ikram edilmesi gerekti." Otobüsün yanımdaki koltuğunda oturan acılı ağabey anlatmaya devam ediyor. Bense, hayır, diyorum, bundan bir öykü çıkarmayacağım...

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV