Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
  40İKİNDİ'DEN...


merhabalık IV

Merhabalar;

Şubat sayımızla karşınızdayız. Bu ayki "40ikindi'den" sayfamızda, genel yayın yönetmenimiz Mehmet Harmancı'yla yapılmış bir söyleşiyi sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Gelecek ay buluşmak dileğiyle hoşçakalın.

***

Türkiye'de internete, özel olarak da internet üzerinde edebiyata karşı bir önyargı var. İnternette edebiyat yayıncılığı yapılamayacağını, yapılsa da kâğıt üzerindekinin yerini tutmayacağını söyleyenler hiç de azımsanacak sayıda değiller. Oysa internet ortamında prim yapan niteliksiz içerik ve chat'e karşı, sizin çalışmalarınız bir kalite ve nitelik mücadelesi anlamı da taşıyor. Peki bu önyargı niye? Üstad Cemil Meriç'in ifadesiyle "hür tefekkürün kaleleri" olarak adlandırılan dergiler için internet uygun bir ortam sayılabilecekken neden aforoz ediliyor internet yayıncılığı?

İlk olarak şunu söylemek gerekir, böyle bir önyargı, olumsuz bakış varsa bunu tüm yeniliklere insanoğlunun mesafeyle yaklaşmış olmasında aramak lazım. Çoğunlukla yeni ortaya konulmuşlara karşı bir tepki doğmuştur toplumdan. Bu sert/yumuşak, kökten/yüzeysel, sürekli/geçici gibi farklı nitelikler arz eden bir tepki olsa bile daima varolagelmiştir. Bundan gocunmamak, buna kızmamak, hatta bundan güç almak gerekli. İnsanlara vakit tanımak iyi olur diye düşünüyorum. Bu konumda bi işle karşı karşıya kalanların ise bu tepkilerden öte bir iç hesaplaşmayla yaptıklarının doğruluğu/yanlışlığı noktasında karara varması daha doğru olacaktır. İkinci olarak şunu belirtmeliyim ki, insanlar edebiyatın naif, lirik, kırılgan yüzüne bakarak, deruni yanını göz önüne alarak "edebiyat ve..." denklemlerine mesafeli olmuşlardır. Hele ki bu teknik, teknolojik bir eklemlemeyse bu konuda yargı çoğunlukla olumsuz olmuştur. Ancak geçen zaman şahittir ki bu adımların her biri bir öncekini anlamsız bırakmıştır. Mesela, divit, hokka ile yazı yazarken kalemin daha gelişmiş bir modeliyle yazmak durumunu yaşayanlar sanırım bu türden bir duygu yaşadılar. Daha sonra el yazısını bırakıp yazı makinesinin icadıyla birlikte daktilo kullanmaya başlayanların içini kaplayan his de bundan farklı olmasa gerek. Ve yakın zamanlarda okuduğumuz bazı yazılarda da kimileri yazı makinesini nasıl bırakamadığını, hatta hiç bi zaman da bırakamayacağını ve kimileri de nasıl bıraktığını, terk edişin 'hazin, iç burkan' hikâyelerini anlatmadılar mı? Bir süre sonra bu konu, tartışılamaz şekilde bilgisayarın hegemonyası ile nihayetlenecek, bu sefer de biz insanlar belki kompitürün nostaljisini yapıp yeni gelen kumasının ne denli soğuk bir aygıt olduğundan dem vuracağız. Ama yine de... diye başlayan cümlelerle ona alışıncaya kadar da onun edebiyatını yapacağız. Oysa internet edebiyatı öldürmediği gibi yaşamasına bir ölçüde yardımcı da oluyorsa neden tepkiyle bakalım bu işe. Hem, edebiyatın özgürleşen/özgürleştiren ruhuna internet bi nebze olsun daha yakın; formaliteleri sevmeyen karakterine daha yatkın değil mi? İnternette edebiyat olmaz diyen birileri varsa da interneti savunmak bana düşmez diye düşünüyorum. Ancak şu kadarını söyleyeyim, biz yapıyoruz, bakalım nasıl olacak!


"Biz gidersek bulutları kim boyayacak?"... Bu sizin sloganlarınızdan biri. İddialı bir slogan aynı zamanda. Siz giderseniz bulutları boyayacak kimse yok mu?

Şimdi bu sloganla çıkarken bunun iddialı olacağı, yanlış anlaşılmaya müsait olduğu konusunu epeyce düşündük. Ama iddiayı kendi adımıza ortaya atmadığımız için içimiz rahattı. Çünkü "biz gidersek..." ile başlayan cümleleri biz, edebiyat ve edebiyatçıların işlevi bağlamında kullandık. Okura ya da topluma edebiyatın, sanatın küsmesi/yok olması durumunda hiç de ummadığı sorunlarla karşılaşabileceğini ima etmek istedik. O kadar. Yok değilse aciz kullar olarak büyük laflar etmek ne haddimize. Hem atalarımızın "büyük lokma ye, büyük laf etme!" hikmeti kulaklarımızda çınlarken bunu yapmak ne mümkün. Ancak 'iddia' kendi içimizde, ulaşılacak hedeflerimizi belirlemek üzere elbette mevcut. Bizde saklı yani... Sanırım o iddiaya sahip olmadan da bir iş başarmak mümkün olmaz. Bu sloganlarla kastımızı belki, yıllarca karınca karşısında haksız bir suçlamaya maruz kalmış ağustos böceğinin önem ve işlevini bir kez daha hatırlatmak, onu savunmak, onsuzluğun tehlikelerine karşı bütün karınca-yandaşlarını ve yansızları uyarmak olarak da açıklayabiliriz.


Aslında internet merkezli bir dergi söz konusu olunca menşe' belirtmek ya da lokal bir alana hapsetmek ne derece doğru olur bilinmez ama sizin Konya'dan yayın yapan bir dergi olduğunuzu söyleyebiliriz sanırım. Yani taşradan... "Taşralı" denilen yayınlara baktığımızda özellikle teknik anlamda bir kalite eksikliği görülüyor. Kırkikindi'de ise hem içerik açısından, hem de görsel açıdan çıtayı yüksek tutan bir yayın çizgisi görüyoruz. "Kalite"yi önemsiyorsunuz anlaşılan. Taşralı imajını yıkmak için bir çaba olarak görebilir miyiz bunu?

Taşralılığı hiç bi zaman kabul etmedik ki, ona ait imajı yıkmak gibi bir çabamız olsun. Biz yaptığı işi iyi yapmaya çalışan insanlar olarak çıktık yola ve her geçen gün daha iyiye ulaşmanın heyecanını taşıyarak çalışıyoruz. Hep daha iyisini yapmak için uğraş veriyoruz. Hem kalitesizliğin taşralılık gibi bir savunusu olamaz. Dünyada oluşan iletişim imkânları artık taşralıları da mazeretsiz bıraktı. Yarış dünya çapında ve geçeceğiniz ilk rakip kendinizsiniz. Belki sonuncusu da. Kendimizi tanımlamamız gerekirse, yazarlarının bir kısmı Konya'da olan, Konya'dan yönetilen ve fakat bütün Türkiye'yi, hatta dünyayı kucaklamayı hedefleyen bir kültür-edebiyat portalı/e-dergi, diyebiliriz. Konya'dan dünyaya ama Konyalı değil. Konyacı hiç değil...


Kırkikindi'nin misyonu ve vizyonu nedir? Nerede duruyor Kırkikindi ve nereye ulaşmayı hedefliyor?

Sanırım vizyonumuz yukarıda söylenenlerle biraz belirmiştir. Misyonumuza gelince insan tekinin bir yaşam politikası vardır. Ve bütün yaptıkları için bu misyon yeterli olmalıdır. Bizi bir arada tutan şeye gelince (bu oluşum bağlamında) misyonumuz değil vizyonumuzdur. Edebiyatın, sanatın yanında "insani olanın" bitmeyen ifşasına/ikazına doğru...

E-mail: 40ikindi@40ikindi.com
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV