« Anasayfa | Künye | Arşiv 19 Nisan 2024, Cuma
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Kırkpâre ]

Botlar / İhsan Alaittin Bilgen

27.12.2004 - 11:52

Aylar öncesinden istediğim botlar geldi de gelmesine, elime geçmedi. Anlatayım.

Koğuş kapısına gecenin onunda çağrıldığımda olağanüstü bir şeyler olduğunu hissettim. Gecenin bu saatinde tahliyem mi geldi diye düşünmeden edemedim. Bu ayazda dengim elime tutuşturulup kapı dışarı edilmek de vardı. Neyse ki değilmiş. Hep ziyaretime sizler gelecek değilsiniz ya? Bu kez aylardır beklediğim botlarım gelmiş. Koğuş temsilcisi kapıya vardığımda sordu:

- Senin ayakkabıların nasıl bir şeydi?

- İçi tüylü kalın tabanlı bir bot olmalı.

Bu kez "Numarası kaç?" diye sordu. "Kırk bir" dedim. "İyi" dedi. Birazdan elinde torbalarla içeri girdi: "Bu senin." Önüme çizmeden kısa bottan uzun, içi tüylü, ucu sivri, apartman topuk, siyah bir ayakkabı bıraktı. Ayağıma geçirdim. "Güle güle kullan" diyen arkadaşlar etrafımı sardı. Bir ayakkabılara bakıyorlar bir de bana. Gözlerindeki gülücüklerden okuyorum söğüt dalı ayakkabıyı, içine yuva yapmış manda yavrusu kılıklı ayaklarımı...

Botlarıma şöyle bir göz attım. Bu halimle varıp eve gelsem hiçbirinizi inandıramam benim ben olduğuma. Öyle bir başka hal verdi ki bana bu botlar. Bu arada koğuş temsilcisi bir çift ayakkabı da Planya'ya verdi. Bin çift ayakkabı içinde bunlardan hangisi senin deseler bir an tereddüt etmeden Planya'ya verilen ayakkabıları "Aha budur" der gösteririm. O kadar bana benziyorlar ki. Hafif tombulca kesim, tembel işi yandan fermuarlı, içi kısacık tüylerle kaplı, tabanları yüzüm gibi yumuşacık kauçuk, açık kahve taba arası bir çift seyyar tandır...

Botları bin bir zahmet ayağımdan sıyırıp ranzama uzandığımda Adnan geldi. Çocukcağızın bir aydır romatizmaları azmıştı. Yürüdüğünde yüz metrelik koğuşun öbür ucunda duyuluyordu kemiklerinin çıkardığı sesler. Ayakkabıların geldiğini duyduğunda kendi ayakkabıları da gelmiş sanmış. Geçen sonbahar eve mektup yazmış. İstediği ayakkabılar bir hafta geç gelmiş. Süresi bittiğinden içeri almamışlar. Yazlık ayakkabıları almaya başladıklarında da ayakkabılarını kışlık diye kabul etmemişler. Lafı uzatmayım bizimkisi hacı yolu gözler gibi ayakkabısının yolunu gözlüyormuş. Koğuş temsilcisi "Ayakkabılar bitti Adnan." demiş. İdarede birkaç ayakkabı daha varmış. Kontrolünü bitirdiklerinde vereceklermiş. Çocuk ne yapsın, kemiklerini çatırdata çatırdata ranzasına çıktı, siftahsız esnaf halli oturdu.

Bir haftadır sayemde sohbet konuları bir yenilendi ki sormayın gitsin. Kimi benim için "Böyle ayakkabılar giyme huyun vardı da dışayken niye giymedin de bu zamana kadar bekar kaldın?" diyor. Kimi "Sen ne yapıyorsun kardeşim Allah'ını seversen, düşüp bir yerini kıracaksın, şunun şurasında çıkmana ne kaldı?" diyor. Sizin anlayacağınız merkezinde oturduğum bir şamatadır sürüp gidiyor. Ama benim kafam fena takıldı açık kahve taba arası botlara. Sonunda dayanamadım sordum Planya'ya. Planya dediğim bizim oradan. Bir yaz boyu koğuştakilere Antep işi diye çürük domateslerden yaptığımız salataları birlikte yutturduğumuz arkadaş. "Yorum, bana kardaşım içi tüylü, kısa konçlu, kırk bir numara, yedi yüz binlik bir ayakkabı dediydi. Ben de bu tarife uygun, olsa olsa bu olur deyip aldım. Bak seninkinin koncu benimkine göre üç parmak uzun."

Bir hafta sonra Adnan'ın ayakkabıları geldi. Bu arada söylemeyi unuttum, giymesi için ayakkabılarımı ona vermiştim. Ayakkabılarımı iade etti. İş düzeldi mi? Nerede? Adnan'ınkilerin de içi tüylü. Bot desem bot değil ayakkabı desem ayakkabı değil. Babamın namaz terliği gibi bir şey. Bunca zaman yolunu gözlediği ayakkabıları onun da pek gözü tutmamış ki. Evirip çevirirken tabanına yazılmış Planya'nın ismini bulmuş.

Planya'ya birlikte gittik. O da "He yorum" dedi. "Bu ayakkabılar kardaşımın tarifine daha çok uyuyor." Her ne kadar kardeşinin ödediğini söylediği fiyat bu terlik ayakkabı arası nesneden çok; tüylü koltuk, elden düşme manda kasa bir Mercedes'i akla getiriyorsa da, dediğinde haklı. Son gelen tarife daha çok uyuyor. Neden derseniz: Konçları daha kısa.

Planya ayakkabılarına kavuştu. Gözümü diktiğim ayakkabılar şimdi Adnan'ın ayaklarında. Alıştıra alıştıra söylemeye çalıştım. İki yıldır yolunu gözlediği ayakkabılarının benim olabileceğini. Birden söylersem şok geçirebilirdi. Delil olarak da ayağımdakilerin kendisi gibi zayıf ve ince, ondaki ayakkabılarınsa benim gibi toplu ve kaba olduğunu söyledim. Bu kadar inandırıcı bir delil karşısında elbette bir şey söyleyemezdi. Boynunu büktü: "Desene vuslata ermek bir başka bahara kaldı."

Bu arada Planya yanımıza gelmişti: "Yahu hemşerim, bu gelen benim ayakkabının kılıfı olmasın. Öyle ya belki de benimkisi namaz meshi gibi bir şeydi de, içi gitti kılıfı kaldı. Ben en iyisi eve mektup yazıp işin aslını öğreneyim."

Doğru söze ne denir? Üçümüz de mektup yazmaya karar verdik. Ayakkabıları koğuş televizyonunun altındaki rafa koyduk. Hangi ayakkabının hangimize ait olduğuna dair arkadaşlar kendi aralarında müşterek bahis düzenledi. Ben de açık kahve taba arası ayakkabılara üç haftalık üç yumurta istihkakımı mı bire üç koydum.

Anacığım yerim ve mektup saatim bitti. Acele tarafından cevap yazın. Bu iş beni fena sardı. Rüyalarımda konç boyları farklı, türlü renklerde, alçaklı yüksekli topuklu, kiminin altı kamyon lastiği gibi kalın, üstü pütürlü asker postallarına varana dek bin bir çeşit bot görmeye başladım. Umarım mektubum ve cevabınız bir yerlere takılmadan ulaşır da buralarda bot yoluna aklımı oynatmam.

Selamlar.

Sizi seven oğlunuz.

Aylar öncesinden istediğim botlar geldi de gelmesine, elime geçmedi. Anlatayım.  
Edebiyat MasasıTümü »
» Geçen Ay Edebiyat: Kasım-Aralık 2009 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Mart-Nisan 2009 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Ocak-Şubat 2009 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Aralık 2008 / Elif Hafsa Katırcı
» Geçen Ay Edebiyat: Ekim-Kasım 2008 / Elif Hafsa Katırcı
e-sohbetTümü »

» Rasim Özdenören: "Herkes Yaptığı İşin Hakkını Vermeli" / Söyleşi: İslam Doğan - Ahmet Biçer - Mehmet Emre Küçüktürkmen
» Cihan Aktaş: "Müslümanlar Sağcılıktan Ayrışmaya Devam Ediyor" / Röportaj: Nurullah Turan
» Turan Koç: "Düşünce Varlıkla Buluştuğu Yerde Şiirleşir" / Röportaj: A. Ömer Yavuz - M. Derviş Dereli
» Halit Esendir: "Siyaset ve Eğitimle Uğraşan, Gündemi Takip Eden Herkesi İlgilendiren Bir Eser" / Röp: Yüsra Mesude
» Mustafa Özçelik: "Nasreddin Hoca'yı Mevlana ve Yunus Emre'den ayırmak mümkün değil" / Röportaj: Yüsra Mesude
EkstraTümü »

» Kaypak Yorgunluk / Mehmet Uğurlu
» Ne Mürid İsterim Ne De Mürşid (Üç Kitap, Üç Figür: Mevlana, Şems ve Kimya Hatun) / Mevlüt Uyanık
» Otuz İki Kısım Tekmili Birden İlhan Berk / Sıddık Akbayır
» "Renga" Üzerine / Nurullah Turan
» Tolstoy'un Ölüme Yolculuğu / Ferhat Uludere

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!