1 AĞUSTOS 2001




GÜNEŞ ÖYKÜLERİ

Ramazan GÜNEŞ









Şu televizyonu da nerden aldık bilmem. Her gün gece sineması. Seyretmesen olmaz sanki. İnanın öyle pişmanım ki şunu aldığıma. Annem de söylenip duruyor zaten, "Şeytan. Şeytan." Ucuz bir şey olsa, kaldırıp atacağım çöp bidonunun içine. Annem de sevinecek. Neşe. Muhabbet. Bet bereket.




BÜYÜ MÜYÜ HİKAYE

Annem haklı. Hem de yerden göğe kadar haklı.

Ben de hepten haksız mıyım canım? Hiç durmadan canım sıkılıyor. Biraz da bana hak verin. Akşam canım sıkılıyor, sabah canım sıkılıyor. Evde, işyerinde, çarşıda, pazarda, toplantılarda. Habire canım sıkılıyor. Çalışmak istemiyorum. Konuşmak istemiyorum. Sohbet istemiyorum. Maç, film, çay, kahve, hiçbir şey istemiyorum. Tek istediğim hayal kurup oturmak. Her zaman. Her yerde. Bir de şu sinekler olmasa.

Bir değil, iki değil, üç değil. Her gün. Cumartesi, pazar. Her gün. Dini ve Milli bayramlar dahil. Şaka söylemiyorum, inanın. Ben de bıktım hani. Usandım. Başımı vurmak istiyorum duvara. Güm güm. İçimi söküp atmak istiyorum.

Pire. Deve.

Bana hak vermiyor musunuz?

Ben mi abartıyorum yoksa?

Bakın neler oldu?

Müdür Bey benim maaştan kesmiş. Neden mi? Yetkisi varmış da ondan. Al işte, canını sıkma da dur. Elimde değil ki. Siz söyleyin, ne yaparsınız?

Çocuğun öğretmeni telefon etti, bayram kıyafeti alınacakmış. Hadi buyrun! 

Annem gözlüğünü kırmış. Hemen başı ağrır. Yenisini almalı. 

Bakın en başta bugün. Sabah, daha evden çıkmadan. Karım yine kahvaltı hazırlamadı. Canım sıkılmasın da ne yapayım. Yahu mübarek insan, bana bir kahvaltı bile hazırlamayacaksın da senin işin ne? Bir dilim ekmek, bir parça peynir, iki zeytin. Bir de çay. Haydi çay uzun iş; suyu kaynat, demle, bekle. Diyelim ki zor iş. Ihlamur kaynatıver. Oralet bile olur. Allah için. Çok mu zor? Tarla derdi yok, bağ bahçe derdi yok. Koyun keçi, inek desen, zaten yok. Sırtında odun taşıtan da yok. Hepsi bir kahvaltı ulan. On dakka. Bilemedin onbeş... Uyanamıyormuş. Ben de biliyorum. Uyanamıyor. Uyanmıyor. Sabah uykusu tatlı. Ben uyanıyorum ya. Geç kalırsam fırça bana tabi, ona değil. Ne yapayım şimdi ben?

Doğrusu mu? Kıyamıyorum hani, "kalk" demeye. Çocuklar uyurken uyusun. Kız zaten öğlenci. Bir sevmesem. "Kalk ulan, ne len bu! Yeter be!" diyemiyorum... Seviyorum.

Bak önümüz bayram. Etek-bluz alınacak. Ayakkabısı da eski. Bir de manto istiyor. Yazlık olacakmış. Başörtü de istiyor. Çocuklara da ayakkabı alınacak, etek alınacak. Anneme de birşey almadan olmaz. Kayınvalideye bir kutu lokum alsak, herhalde olur. Ya bizimkilere? Yeğenler de el öpmeye gelecekler. Of!

Tüh! Bak yine unuttuk. Çocuklara şarkılı şeker alacaktık. Dün unuttuk, akşama yine kapıda bekleyecekler. "Baba şarkılı şeker! İlle de şarkılı şeker." Şekerciler de ölmemiş. Hepsi sağ. Çok da uzun yaşıyorlar. Durmadan şeker yapıyorlar. Yapıp yapıp satıyorlar.

"Sağolasın Nizamettin Efendi, bırak masanın üstüne, içimiz ısınsın hele." Neyse ki işe bari geç kalmadık. Nizamettin Efendi'nin çayı da olmasa! 

İki zeytin, bir parça peynir, bir de çay. Oralet bile olur. Sana uyuma diyen mi var! Topu topu onbeş dakka. Sonra yine yat, öğleye kadar uyu.

Canım sıkılıyor, canım.

Radyoda ne var acaba?

Annem de şu mutfağın musluğunu kaç kez söyledi. "Sök bi bak. Durmadan su damlatıyor. Sonra da sızlanırsınız, 'Su parası çok geldi.' Gelir tabii. Contasını değiştiriversen kesilecek. Çok mu zor? Şu çatıya da baktır diye diye dilimde tüy bitti. Oluklar dolu. Evle biraz ilgilen oğlum. Ben mi uğraşayım!"

Tamam anne.

Olur anne.

Canım sıkılıyor anne.

Müsait bir zamanda yaptırırız anne.

Niye acele ediyorsun anne.

Allah'ın son günü değil anne.

"Yatak odasının tavanı da ıslak."

Tamam. Tamam. Bir usta bulayım da...

"Usta getireceksen bacalara da bir baktır."

Olur. Olur.

"Bir kutu da boya al da şu pencerelere sürelim."

Of.

"Ben sürerim hadi. Yeter ki sen bi kutu boya al."

Tamam. Tamam.

Doğru dürüst bir şey de yok şu radyoda. Zırt pırt şeyler. Çat!

"Nizamettin Efendi! Nizamettin Efendi!.."

Şu televizyonu da nerden aldık bilmem. Her gün gece sineması. Seyretmesen olmaz sanki. İnanın öyle pişmanım ki şunu aldığıma. Annem de söylenip duruyor zaten, "Şeytan. Şeytan." Ucuz bir şey olsa, kaldırıp atacağım çöp bidonunun içine. Annem de sevinecek. Neşe. Muhabbet. Bet bereket.

Annem oruca kalkıyor. Üç aylar. "Birşey yemeden gidiyorsun." diyor. "Canım istemiyor. Ondan, uyandırmadım. Çocuklar uyurken uyusun. Zaten o da başım ağrıyor deyip duruyor." "Söyleseydin ben hazırlardım." "Yok anne, canım istemiyor." Kızıyor. "Hep o meret sigaradan." diyor, "İç. İç. N'olacak. İştahın kesilir tabi. İçme şu mereti. İçme, güzel yavrum."

Ya karım. Cevap hazır: "N'apayım. Uyanamıyorum. Biraz anlayışlı ol!" Dövsen, dövülmez. Başı ağrıyor. İçinde bir sıkıntı var. Gece uyuyamıyormuş. Bir zaman dönüp duruyormuş. Onun da canı sıkılıyormuş. Hiçbir şey yapmak istemiyormuş. Eskiden öyle değilmiş. Başı ağrımazmış. Öyle diyor. "Eve girmek istemiyorum." diyor. Eve girince sıkıntı basıyormuş. Al işini, komşuya. Sokağa. İki laf edince açılıyormuş.

Bu evde ne var bilmem sıkacak? "Seni çocuklar sinir ediyor." diyorum. "Hayır." diyor, "Hayır. Peki dışarda niye öyle olmuyor? Yok, yok, bizim evde birşey var." diyor, "Büyü, müyü. Birşey var herhalde. Bak sen de öylesin." diyor bana. Tasdikletecek.

Önce böyle değildik.

İnanma, inanma, stres.

Yok. Yok. İlle de var.

Hayır, yok.

Büyü.

Müyü.

Taksitler.

Ekonomi.

Var.

Yok.

Yok.

Var.

Annem "Kalbinizi bozmayın." diyor. Ama patlayacak, belli.

Ne olacak canım. Bu devirde büyü mü olurmuş? Stres. Falan. Filan.

Karım, "Anne, bir hocaya baktıralım bari." diyor yine. İlle de var!

"Olur!" diyor annem, inanmıyor. Çünkü öyle bir "Olur" diyor ki, ben de susuyorum, karım da.

Annem o zaman ağzını açıyor:

"Gece yarılarına kadar televizyon, filim. Abuk sabuk. Ne anlarsınız bilmem. Akşam yatmak bilmezsiniz, sabah kalkmak. Ne varmış şu evde? Hiçbir şey bile yok! Kapatın şu laneti, eve melekler girsin."

Annemle tartışılmaz. Senin üniversiten halt işlesin onun yanında. Karımın ilkokulu zaten para etmiyor. Sıkıysa aç ağzını! 

"Bakalım bir gün de erken yatın! Erkenden kalkın da sabah namazını vaktinde kılın! Erkenden. Tam insanların nasiplerinin dağıtıldığı saat. Açın şöyle kapıları, pencereleri. Sabahın o temiz, mis gibi havası girsin içeri... Eee, öğleye kadar uyu! Başınız ağrır tabi. Sen sabah namazını vaktinde kılma! Ondan sonra, 'İçimde bir sıkıntı var.' Olur tabi. Sizin içiniz de sıkılır, başınız da ağrır. Alelacele bir gündoğdu namazı, tamam. Sözden kaçmaca... İşleriniz bile rast gitmez!"

"İkiniz de okumayı biliyorsunuz. Bakalım bir gün de şu laneti kapatın da, ikişer sayfacık Kur'an okuyun. Okuyun da görün bakalım, içinizde sıkıntı mıkıntı birşey kalacak mı?"

"Hiç ona buna bahane bulmayın. İşte sebep bu. Büyü, müyü, laf. Hikaye. Şeytan sokuyor sizin içinize bunu."

Büyüymüş. Laf!

Stres de ne demekmiş? Allah Allah!

Her işinizde besmele çekmeyi öğrenin hele siz.

Kur'an okuyun.

Namazınızı da vaktinde kılın!

Tamam mı?

Bakalım bir de öyle deneyin.

Oldu mu?

Anlaşıldı mı?


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail