Ne oldu bana? Nerdeyim? Cezvenin duvarlarına benzemiyor burası, sapı da bir değişik, bükülüp her iki ucundan yapıştırılmış gibi. Sevdim burayı, kesinlikle daha ferah, dışarısı da görünüyor hem. Gene aynı el, bu kez üç kaşık şeker atıp kaşığı da yanımda bırakarak yolculuğa çıkarıyor beni. İyi de, bir şey unutmadık mı? Kaşıkla ne zaman dans edeceğiz?

ÇİLEKLİ KUPADAKİ IHLAMUR ÇAYI

Nida OKUTMUŞTUR


Hey! Neden durduk şimdi? Ne de güzel sallanıyordum oradan oraya, fokur fokur sesler çıkararak. Gördüm, bir el gördüm sanki, cezvenin sapını tutmuş kaldırıyor! Pardon bayan, nereye gidiyoruz? Duymadı bile beni :( ... Ama bir dakika. Ben atlamak istemiyoruuumm!

Ne oldu bana? Nerdeyim? Cezvenin duvarlarına benzemiyor burası, sapı da bir değişik, bükülüp her iki ucundan yapıştırılmış gibi. Sevdim burayı, kesinlikle daha ferah, dışarısı da görünüyor hem. Gene aynı el, bu kez üç kaşık şeker atıp kaşığı da yanımda bırakarak yolculuğa çıkarıyor beni. İyi de, bir şey unutmadık mı? Kaşıkla ne zaman dans edeceğiz?

Odana ilk kez geldiğimden olsa gerek, kapı açılırken kıpır kıpır oluyor içim. Kim bilir ne çok sevineceksin beni gördüğüne, nasıl da teşekkür edeceksin annene, senin için yorulup ıhlamur çayı hazırladı diye. Ah, anneler... Hayal meyal hatırlıyorum ıhlamur ağacından koparıldığımız günü, ilk dört gün içinde koparılmalıymış ıhlamur çiçekleri, düşünsene en çok dört gün. Beni ve diğer kardeşlerimi üçüncü gün koparmışlardı. Bizlere özünü katan, suyuyla, mineralleriyle besleyen, tomurcukken çiçek açtıran, dallarının üzerinde taşıyan o koca ağaçla geçirebileceğimiz, o renk ve koku cümbüşü içinde yaşanan üç harika gün. O kadar az zaman verilince her anını doya doya yaşamaya çalışıyorsun, güneş içini daha çok ısıtıyor, ağaç daha bir şefkatle sarıyor seni, kardeşlerinden bir tekine bile kötü davranma, bencillik etme lüksün olmuyor... Dalmışım, kendi kendime konuşuyorum işte, mazur gör.

Bilgisayarın başında oturmuş öksürüyorsun habire. Annen:

-Bir de bunu iç, boğazın yumuşar belki... diyor.

Nihayet başını çevirip bakıyorsun bize, beni gördüğünden olsa gerek, hafifçe çatılmış kaşların normale dönüyor. 

"Merhaba, ben ıhlamur çayı, kupanı çok sevdim, o yüzden bana çilekli kupadaki ıhlamur çayı da diyebilirsin."

-Ihlamur öksürüğü kesmez ki anne, ateşi düşürür sadece... Neyse, gene de ballı sütten iyidir. Sağol.

"Demek beni ballı süt olmadığım için güler yüzle karşıladın bayan çokbilmiş! Şimdi de tadıma bile bakmadan yandaki masaya bırakıyorsun. Anlatacak ne çok şeyim vardı oysa, senin de vardır eminim, öğrenip de ne yapacaksın, topu topu on dakikalık ömrün kaldı deme, hiç vazgeçmeyeceğim öğrenmekten. Mesela, şu an ne yazmaktasın? Pekala, özel galiba, anlatmak istemiyorsan sen bilirsin. Aklında olsun, yandaki masaya bıraktın beni, buharım uçup gitmekte. Ne zaman eline alacak, sıcaklığımı hissedecek, parmakların ısınsın diye kupayı daha sıkı kavrayacak, gözlerini kapatıp misler gibi kokumu çekeceksin içine? Ne zaman kendini ıhlamur ağaçlarının arasında hissedip ilk yudumu içerken yüzüne tebessümler konduracaksın? Hadi ama geç kalıyorsun!"

Sonunda parmaklarını şu bükülmüş sapın arasına geçiriyor, ağzına yaklaştırıyorsun beni. Hiç törensel değil, kibarca bile sayılmaz, klavyene dökülüp ortalığı ıslatma ihtimalim olmasa dikkatli de tutmazdın ya. Kupayı ağzına götürmenle uzaklaştırman bir oluyor, yüzünü de ekşitiyorsun.

"Ne oldu bir hata mı ettim? Bak, seni üzdüysem özür dilerim, istemeden olmuştur inan. Dur bir dakika, bekle, hemen koyma beni şu masaya tekrar. Farzet bilmeden bir hata ettim, kırdım seni, neden yaptığımı sormaz, hatamı düzeltme fırsatı vermez misin? Arkadaşın olsam senin, gene bırakır mısın beni öylece?"

Karadenizli yaşlı bir amcadan bahsediyordu bizi ağaçtan toplayanlar, onunla tanışmayı çok isterdim. Adamın biri bir tokat atmış amcaya. Amca şaşırmış, ama öfkelenmemiş, usulca adama yaklaşıp sormuş:

-Ha sen bana bu tokadı attın. De bakayum ben bu tokadı hak edecek ne yaptım?

"Ne kadar bilgece bir davranış değil mi? Her ne ise, gene çenem düştü benim, yoksa üç günlük ıhlamur halimle sana ders vermek benim de, çilekli kupanın da boyunu aşar. Ama hala anlamadım sorunun ne olduğunu. Yoksa? Şeker?!"

Durumunun ümitsizliğini buradan seyrediyorum, ne zaman farkına varacaksın kim bilir, ya da varacak mısın? Tatsız da bulsan içiyorsun beni arada bir yüzünü ekşiterek, annenin bardağı dolu görmesinden çekindiğinden olsa gerek. Yarılandım neredeyse, birazdan ayrılacağız seninle. Şaşıracaksın belki ama senden bile bir şeyler öğrendim giderayak. Ömrüm kısa olmasa ben de senin gibi harcar giderdim herhalde zamanı. Anın farkına bile varamazdım, yapmam gerekenleri sonraya erteler, mutluluğumu hiç gelmeyecek olan gelecek zamanlarda arardım, aramazdım hatta, beklerdim öylece, gelirse gelirdi, gelmezse gene bön bön beklerdim. Arkadaşlarımı da bırakır giderdim bir bir. Sona yaklaşıyoruz yavaş yavaş. Bir şey fark ettin mi? Kupanın dibinde senin tarafından karıştırılmayı bekleyen şekerleri?

"Ben, ıhlamur çayı, çilekli kupadaki, hani şu şekerli olduğunu bile anlayamadığın...

Hoşçakal..."


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail