"Unuttu beni" diye geçirdi içinden. "Tabii, ne bekliyordun ki!" diye kızdı kendi kendine. Alay etti bir süre bu çocukluğuyla. Hiç görmediği, sadece yazılarıyla, şiirleriyle tanıdığı biriydi karşıdaki ve hep öyle uzakta, öyle bilinmez kalacaktı. Ne bekliyordu ki? Kendisi de bilmiyordu. Hayalinde bu yazıları yazan kişiyi bir türlü canlandıramıyordu. Ne zaman gözlerini kapasa sadece bir çift el görüyordu, klavyenin tuşlarına dokunan güzel parmaklar...

VARIM

Alev DEMİR


Saatlerdir bilgisayarın başında oturuyordu, hâlâ beklediği mail gelmemişti. Silkindi. Kaç saat olmuştu bilgisayar başına oturalı? Oooo! İki saatten fazla olmuş, koskoca iki saat!

Arkadaşları yemeğe davet etmişti, Sinan sinemaya, oda arkadaşları ise fal partisine... Hiçbirini kabul etmemişti. Şimdi bu ücra internet cafede gelecek o maili bekliyordu. Daha ne kadar sürecekti? Kimbilir belki bugün hesabına bile girmemişti, girmeyecekti? Girse bile yazacağı daha önemli insanlar vardı belki... Belki de onun ona önem verdiği gibi o ona önem vermiyordu? Yok canım! O da en az Sevgi kadar değer veriyordu Sevgi'ye, yazdığı her mesajın karşılığı ertesi gün geliyor, hadi ertesi gün olmadı birkaç gün içinde gecikmenin özürünü de içeren mail hesabında bekliyordu Sevgi'yi. Aylar olmuştu yazışmaya başlayalı, bir kez bile aksamamıştı mailler. Ta ki bu haftaya kadar. Hafta başından beri tek bir satır gelmemişti ondan. Tuhaf! Oysa kendisi yazacak bir şey bulamasa -ki bu da ayda yılda bir olurdu- forward edilmiş mesajlar gönderirdi, güzel sözler, fıkralar ya da ufacık bir e-kart.

Üçüncü gün dayanamamış, onu merak ettiğini söylediği bir mail göndermişti:

Heeeey, öldün mü kaldın mı? Haber verseneeeee!, diye şakalaşmıştı üstelik.

Ses seda yoktu yine karşı tarafta, beşinci gün iyiden iyiye meraklanır olmuştu, hattâ bir sapığın onun hesabına girip gelen mesajları ondan önce okuyup sildiğini bile düşünmüştü. İyisi mi oturup bütün gün bekleyecekti bilgisayar başında, hem içinde de bir şüphe kalmayacaktı böylece.

Bugün sekizinci gün de bitmişti. Yine en ufak bir yazı bile gelmemişti. "Unuttu beni" diye geçirdi içinden. "Tabii, ne bekliyordun ki!" diye kızdı kendi kendine. Alay etti bir süre bu çocukluğuyla. Hiç görmediği, sadece yazılarıyla, şiirleriyle tanıdığı biriydi karşıdaki ve hep öyle uzakta, öyle bilinmez kalacaktı. Ne bekliyordu ki? Kendisi de bilmiyordu. Hayalinde bu yazıları yazan kişiyi bir türlü canlandıramıyordu. Ne zaman gözlerini kapasa sadece bir çift el görüyordu, klavyenin tuşlarına dokunan güzel parmaklar... Bu elin kime ait olduğunu görmeye çalışıyor, didiniyor ama hayali bir anda dağılan sis gibi yok oluyordu.

Ertesi gün soluğu yine bilgisayar başında aldı. Bekledi, bekledi. Birkaç arkadaşından gelen mailleri yanıtladı hemencecik. Aslında böyle beklemek fena da olmuyordu hani. Zaten tatildeydi, yapacak başka bir işi yoktu, arkadaşlarından çoğu eve dönmüştü, kalanlar ise onu çağırsa da o pek istemiyordu. Bu düşüncelere dalmışken yeni bir mesaj geldi. Hayret, adres pek yabancıydı ona. Biraz tereddüt ettikten sonra yüreği korku içinde açtı. Mail "Merhaba, ben Akın'ın çok yakın arkadaşıyım. Kendisini trafik kazasında kaybettik, telefon defterinin arasında sizin mail adresinizi bulduk ve haber vermeyi uygun gördük. Başımız sağolsun" diyor ve devam ediyordu ama mailin devamı onu ilgilendirmiyordu artık. Okuyacağını okumuştu zaten.

Kaçıncı ölüm haberiydi bu, bu kaçıncı değer verdiği insandı yitip giden? Bazen bütün uğursuzluğun kendinde olduğunu düşünüyordu. Sonra saçma geliyordu düşündükleri, ama ne fark ederdi ki işte çok sevdiği, her gün yazdıklarıyla onun gününe renk katan o kişi artık yoktu. Kötü bir şaka olamaz mıydı? Ne yapacaktı şimdi? Beklediği mail gelmiş miydi? Ne yani kalkıp gidecek ve bir daha gelmeyecek miydi? Bir daha o güzel mesajları hiç göremeyecek, bir daha o elleri hayal edemeyecek olmanın üzüntüsüyle doğruldu.

"Cebinden size henüz yollamadığı, yollamak için doğum gününüzü beklediği bir şiir bulduk. Tıpkı sahibine ulaşmamış bir mektup gibi duruyordu oracıkta. Aşağıda onun sizin için yazdığı son şiiri bulacaksınız."


VAR MISIN?

Biliyorum şaşıracaksın
Son sözler gibi gelecek kulağına
Yoo yanılmıyorsun
Son sözler bunlar
Bu uzaklığı kaldırmak için ortadan
Sadece bir ufacık bir histik
sen bana ben sana
İki satır laf
İki mısralık şiirdik
Bir gülücüktük
Bir soru işareti
Oysa daha fazlasını istemek 
bencillik mi?
Anla artık!
Sözler var 
ama satırlar yetersiz
düşünceler var 
ama sayfalar yetersiz
Duygular var 
ama mısralar yetersiz
anla artık
biliyorum
bir sen var bir de ben
uzak uzak yerlerde
ayrı ayrı şehirlerde
ama
desem ki sana
biz demeye var mısın?
desem ki
ne sen olsun ne de ben,
Bir biz olalım
Var mısın?

Akın Yıldız


Şaşırmıştı, istemezdi etraftakilerin gözü önünde ağlasın. Hiç âdeti değildi ne de olsa. Oysa Akın hep nasıl hissediyorsan öyle ol, başkalarını boşver, derdi. İşte her zamanki gibi yine dinlemişti onun sözünü. Demek o da aynı şeyleri hissetmiş, o da artık bu uzaklığı kaldırmak istemişti. Doğum günü geçmişti, hem de yine bilgisayar başında. Yeni bir yaşa daha girmişti işte, yepyeni bir yaş, yepyeni umutlar, acılar, mutluluklar. Her yaş olgunlaştırırmış biraz daha insanı, belki de en çok bu yaşa girdiğinde olgunlaştığını anlayacaktı yıllar sonra arkasına dönüp baktığında kimbilir. Akın! Kahretsin, seni şimdiden özledim diyerek hıçkırıklara gömüldü. Neden sonra eli yanıta gitti. Akın'a geç kalmış bir yanıttı bu. Sadece tek bir sözcük yazdı:

VARIM!


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail