Yolcular gemiden inmeden önce köyün çocukları, sandallarla adanın küçük koyunda demirleyen geminin yanına kadar gidip turistlerden suya bozuk para atmalarını isterler, sonra dalıp atılan parayı dibe ulaşmadan çıkarırlardı. Bu gösteri, turistlerin hoşuna giderdi. Gösterinin yıldızı Yannis adında on sekiz yaşında bir delikanlıydı. Derinlik ne olursa olsun atılan parayı kesinlikle çıkarırdı. Suyun altında en uzun kalabilen o olduğu için aynı anda birkaç para çıkardığı da olurdu.


BU YAŞAMDA DEĞİL

Tuğrul AKIN


Ağustos ayının kavurucu sıcağı daha öğle vakti gelmeden ortalığı yakmaya başlamıştı bile. Adanın tek yerleşim yeri olan Kritos köyü, derin bir sessizlikle haşır neşir, ilk defa gören birine terk edilmiş izlenimini yaşatacak kadar ölü bir görünüme sahipti. Sıcaktan bunalan köy halkı daha şimdiden serin kuytulara saklanmıştı. Küçük köy meydanına bakan kahvenin önündeki çardağın gölgesinde genç bir çocuk, sıcağın etkisiyle uyukluyordu. Arada bir kendini gösteren rüzgar, boş meydanda küçük hortumlar yaratarak toz kaldırıyordu. Köyün tek gölgelik bölgesi olan dar sokaklara bakan evlerin kapı önlerinde tek tük kadınlar basamaklara oturmuş, bir yandan örgü örerken, bir yandan da yorgun sohbetler ediyorlardı. Sıcak, hayatın her yönüne etki ediyordu. İnsanlar enerjilerini harcamamak konusunda azami özeni gösteriyorlardı sanki. Uzaklardan arada sırada bir köpek havlaması duyuluyordu, muhtemelen çocukların rahatsız etmesi yüzünden. Köyün içinden geçen kurumuş dere yatağı üzerindeki taş köprü üzerinde bir kaz sürüsü her zamankinin aksine sıcağın etkisiyle sessizce meydandaki çeşmeye doğru ilerliyordu.

Köy, üç yüz yıl önce küçük bir tepenin denize bakan yamacında kurulmuştu. Denizin koyu lacivert rengi adanın ağaç ve yeşil yoksunu toprak rengi ile hoş bir tezat oluşturuyordu. Kıyıda ve tepenin yamacındaki küçük zeytin ağacı topluluklarından başka öyle aman aman bir bitki örtüsü de yoktu zaten.

Sahildeki balıkçı barınağının hemen yanındaki tavernanın önündeki iskelede, küçük bir çocuk balık tutuyordu. Başındaki parçalanmış hasır şapka ile güneşten korunmaya çalışıyordu. Derisi güneşte durmaktan simsiyah olmuştu. Büyük bir dikkatle eli misinadan gelecek herhangi bir harekete karşı tetikte dururken neredeyse nefes bile almıyordu.

Tavernanın önündeki çardağın gölgesinde pinekleyen ihtiyar adam kuru toprak gibi kırış kırış olmuş yüzünü buruşturarak:

-Deli çocuk! Balık tutacağım derken beyni haşlanacak, diye söylendi.

-Hey Biko! Bırak artık şu balık tutma işini. Başına güneş geçecek.

-Dede ya, balıkları kaçıracaksın. Gürültü etme. Hem zaten şapkam var, bir şey olmaz, diye cevap verdi çocuk.

-Şapkası varmış. Saçını bile zor koruyor o çaput, diye mırıldandı ihtiyar adam.

Aradan yarım saat geçmişti. Çocuk hâlâ büyük bir sabırla hiç kıpırdamadan gözü suyun yüzeyinde elindeki misinadan gelecek harekete karşı tetikte bekliyordu. Giderek umudunu ve heyecanını yitirmeye başlamıştı ama yine de kendisine "beceremedi" dedirtmemek için büyük bir ciddiyetle beklemeye devam ediyordu.

Rüzgârın, kayalar ve ağaçlar arasında dans ederken çıkardığı sesten başka hiçbir ses duyulmuyordu. Birden uzaklardan bir gemi düdüğü duyuldu. Çocuk heyecanla başını kaldırdı ve adaya yaklaşmakta olan gemiyi gördü. Bu, yaz aylarında haftada bir adaya uğrayan Mare di Capri adlı yolcu gemisiydi. Adanın tarihî özelliği nedeniyle buraya uğrar, dört beş saatlik bir ada turu düzenlenirdi. Yolcular gemiden inmeden önce köyün çocukları, sandallarla adanın küçük koyunda demirleyen geminin yanına kadar gidip turistlerden suya bozuk para atmalarını isterler, sonra dalıp atılan parayı dibe ulaşmadan çıkarırlardı. Bu gösteri, turistlerin hoşuna giderdi. Gösterinin yıldızı Yannis adında on sekiz yaşında bir delikanlıydı. Derinlik ne olursa olsun atılan parayı kesinlikle çıkarırdı. Suyun altında en uzun kalabilen o olduğu için aynı anda birkaç para çıkardığı da olurdu.

Biko, yayından boşalmış bir zemberek gibi sıçradı ve köye doğru koşmaya başladı. Bir yandan boğazını parçalarcasına bağırıyordu:

-Yanniiiis! Yanniiiiis! Yannis Biko'nun abisiydi.

Çocuk delirmiş gibi çığlıklar atarak köy kahvesine doğru koşarken kahvenin çardağında uyuklamakta olan Yannis, oturduğu sandalyeden şöyle bir doğrulup ufukta beliren ve giderek yaklaşan toz bulutuna baktı. Toz bulutunun ara sıra dağılmasıyla çocuğun düşe kalka kahveye doğru koşmasını görebiliyordu. Ayağa kalktı, güneşe çıkmamaya özen göstererek bir adım attı ve elini gözüne siper ederek:

-Umarım gemi erken gelmemiştir. Koştuktan sonra dalmak çok zor oluyor, diye söylendi.

Biko kahveye ulaştığında yorgunluktan yere düşmüştü. Nefes nefese geminin geldiğini söylemeye çalıştı. Zaten fazla bir şey söylemesine de gerek kalmamıştı. Yannis gemi lafını duyar duymaz iskeleye doğru koşmaya başlamıştı bile. Aynı anda Biko'nun çığlıklarını duyan köyün bütün çocukları ve gençleri de iskeleye, sandallarının başına koşuyorlardı. Bu yarışın en önemli safhası gemiye en önce varmaktı.

Kıyıdan gemiye doğru telaşlı bir yarış başlamıştı. Toplam sekiz sandal vardı. Gemiye en önce ulaşan Yannis, güverteye şöyle bir göz attı. Güneşin kör edici parlaklığı arasında insanların yüzlerini seçmeye çalışıyordu. Birden güneşin parlaklığına inat altın sarısı saçlarıyla güzel bir kız belirdi güvertenin kenarında. Yannis kendini daha önce hiç böyle hissetmemişti. O hayvanlara özgü öngörüsüz içgüdüyle kendini gösterme ihtirası kapladı içini. Kızın hayranlığını kazanmalıydı ne pahasına olursa olsun. Gemiye doğru bağırdı:

-Aynı anda iki bozukluğu dibe varmadan çıkarabilirim!

Gemidekiler gülüştüler. Orta yaşlı bir turist:

-Al bakalım! diyerek suya iki adet bozukluk attı.

Daha paralar düşmeden Yannis suya atlamıştı bile. Bir yunus kadar hızlı ve çevik dalıyordu. Hiç zorlanmadan paraları çıkardı. Gemidekilerin hoşuna giden bu gösteri hararetle alkışlanmıştı. Fakat o kız nedense hiç etkilenmemiş görünüyordu bu gösteriden. "Daha zorunu başarmalıyım" diye düşündü Yannis ve bağırdı:

-Bu kez paraları birbirinden daha uzak noktalara atın!

Yaşlı bir bayan elinde tutuğu paraları suya fırlattı. Hemen dalan Yannis inanılmaz bir çabuklukla ikisini de daha suyun yüzeyindeyken yakaladı. Aslında dibe ulaşmaları halinde otuz metrenin üzerindeki derinlikten o paraları çıkarması hemen hemen imkânsızdı. Yannis sudan kendini alkışlayan turistlere selâm verirken, gözü yine o kıza takıldı. Kız hâlâ umursamaz bir tavırla uzaklara bakıyordu. Delikanlıyı önüne geçilmez bir hırs kaplamıştı.

-Bu kez, dedi, bu kez en büyük gösterimi yapacağım. Bu adanın bir daha göremeyeceği türden.

Güverteye doğru bağırdı:

-Bu sefer altı tane parayı, altı uzak noktaya atın ve ben onları hiç suyun üstüne çıkmadan çıkaracağım.

Güverteden hayret sesleri ile karışık bu gösterinin bu kadar abartılmasının gerekmediği yönünde yorumlar geldi. Babacan yüzlü şişman bir adam:

-Boşver çocuk, gösterin zaten çok iyiydi. Kendini bu kadar yorman gereksiz, diye bağırdı. Başka biri ise şişman adama:

-Sana ne? Belki biz görmek istiyoruz, diye çıkıştı ve Yannis'e dönerek:

-Sen devam et evlat. Eğer başarırsan sana çok özel bir sürprizim olacak. Şimdi atıyorum, diye bağırarak altı parayı altı uzak noktaya fırlattı.

Yannis hiç vakit kaybetmeden daldı. Suyun içinde paraların parıltılarını görüyordu. İlk üç parayı yakalamakta hiç zorluk çekmedi. Dördüncüde nefesinin yetip yetmeyeceğinden şüphelenmeye başlamıştı bile, çünkü adam paraları gerçekten birbirinden epey uzak noktalara fırlatmıştı. Beşinci parayı alırken artık kızın kendisini takdir edeceğini düşünüyordu, ama gücü gittikçe tükenmeye başlamıştı. Aradan geçen sürede para daha derine inmeye başlamıştı ve ister istemez kendisi de daha derine dalmak zorunda kalıyordu. Suyun yüzeyinden gelen gürültüler artık iyice zayıflamaya başlamıştı. Altıncı para oldukça derine kaymıştı. Yorgunluğun etkisiyle Yannis'in dalma hızı da yavaşlamıştı. Bir an altıncı parayı almaktan vazgeçmeyi düşündü, ancak çıktığında o kızın hayranlığını kazanamama endişesi ile paranın peşinden gitmekte tereddüt etmedi. Bilinci artık kaybolmaya başlamıştı. Suyun aydınlığı giderek azalıyordu. Yannis'i tatlı bir huzur sarmıştı. Artık sudan hiç çıkmak istemiyordu. Birden karşısına bir yunus balığı çıktı. "Sanki beni çağırıyor" diye düşündü ve paranın peşini bırakarak yunusu izlemeye başladı. Kendini mutlu hissediyordu artık. Yunus onu daha derine, daha uzağa çekiyordu sanki. Birden bedeninin tamamen hafiflediğini hissetti. Artık havaya da ihtiyacı kalmamıştı. Yavaş yavaş yukarı doğru çıktı. Aşağı baktığında kendini gördü. Bedeni denizin sonsuz huzuruna doğru süzülüyordu. Nedense hiç şaşırmadı. Suyun yüzeyine çıktığında geminin güvertesinde ve sandallarda olağanüstü bir telaş vardı.

-Üzülmeyin. Ben buradayım. Kaybolmadım, diye bağıracak oldu ama sesi çıkmadı. Nedense insanların onun için üzülmesi anlamsız gelmişti. Güvertedeki o genç kızın, yaşlı bir adam ve yüzünde üzüntüden derin çizgiler oluşmuş bir kadınla kamaralara doğru gittiğini gördü. Kızın elinde körlerin kullandığı bir baston vardı. Ağlıyordu. Adam kadının üzüntüsünü hafifletmek istercesine doktorların ameliyatın çok başarılı geçtiğini ve kızının işitme yeteneğini tekrar kazanacağını söylüyordu. Kadın:

-Biliyorum ama üzülmemek elimde değil. Körlük ve sağırlığa aynı anda nasıl dayanılır ki? dedi.

Yannis mutluydu. Amaçsız geçen on sekiz yıldan sonra en azından bir amaç uğruna bedenini bırakmıştı.

-Bundan sonra hep beraber olacağız, dedi. "Sen bilmeyeceksin ama hep yakınında olacağım."

19.06.97


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail