1 HAZİRAN 2001




İZLENCE

Mehmet HARMANCI

m.harmanci@40ikindi.com








Çölleşmiş, çölleştirdiğimiz bir hayatı mı yaşıyoruz? Aslında dünya hayatı çöl zemini üzerine bindirilmiş sahte manzaralar ve fırtınanın sesini örtmek üzere fona koyduğumuz çeşitli müziklerle donanmış tatlı bir yalandan ibaret değil mi?




BİR İRAN FİLMİ SEYRETTİM

I.
Daha önce de İran filmleri izlemiştim. Saysan 5 (beş)i geçmez. Hepsinden de zevk aldığımı söyleyebilirim. Ama bu kadar iyisini asla görmedim!

Bir İran filmi seyrettim, sarsıldım.

II.
Dünya: çöl. İnsanlar susuz. Yolculuk suya doğru. Bitimsiz, bıktırıcı, durmaksızın esen bir kum fırtınası. Çöl gözalabildiğine geniş ve fakat ıssız değil. Çünkü burası hep böyle çöl değilmiş. Çölleşmiş. Daha doğrusu çölleşmekte. Kaçan kaçana. Tek tek... Kervan kervan... Kalabalık topluluklarla... Ürkütücü gemi, sandal kalıntıları/iskeletleri. Sonra ölmekte olan ya da ölmüş hayvanlar. Sığırlar, atlar vs. Çocukluktan gençliğe adım atmış, ailesini arayan bir delikanlı ve keçisi. Çölde tek tük rastlanan insanlar, aileler çadırlarında. Çocuk ailesini arıyor.

III.
Çölleşmiş, çölleştirdiğimiz bir hayatı mı yaşıyoruz? Aslında dünya hayatı çöl zemini üzerine bindirilmiş sahte manzaralar ve fırtınanın sesini örtmek üzere fona koyduğumuz çeşitli müziklerle donanmış tatlı bir yalandan ibaret değil mi? Çocuk verilmiş hakikate sarılandır: ailesine, diyebilir miyiz? Genç, verili hakikate saygılı ama ondan hareketle bu çölde dolaşa dolaşa o hakikatin kendine ait veçhesini yakalamak çabasındaki insan, yani filmde suyu aramayı görev edinip, ailesini bulma tutkusuna tebdil edebilmiş delikanlı olamaz mı?

IV.
Delikanlı, dinmeyen fırtına ve bitimsiz çöle rağmen hiç pes etmeyi düşünmez. Sadece ne kurtarabilirim, diye bakar önüne.

Önce keçisini, sonra kendine iyilik eden bir aileyi kurtarır. Derken amacı ve eylemi onu öyle bir eğitir ki kendine ait olmasına, tanışıklık düzeyine bakmadan iyilik etme hasletini kazanır.

Ipıssız gürültünün ortasında, ölüme terk edilmiş, yeni yürümeye başladığı anlaşılan bir bebeği kurtarır.

Bu iyilik etme girişimleri onun bir yandan bilgisini artırır (çöldeki bütün su kaynaklarını öğrenir neredeyse), öte yandan tâkatini zayıflatır. Ama o vazgeçmez.

Hakikatin kaynaklarına: çöldeki su kuyularına ulaşmış olmanın neşvesiyle; akılla değil, tutkuyla hareket etmeye başlar. Da elindeki azıcık ekmeği, aç ve ölüme mahkûm bir inekle paylaşır. Onca zayıflamış olmasına bakmadan, bir elinde su kovası, kucağında çocuk; dolaşır, durmaz, çâre arar.

V.
Bir İran filmi seyrettim, umudum arttı.

Sinema diline olan inancım katlanarak büyüdü. % 70'i sözsüz geçen bu filmin yüreğimde kopardığı çığlıktan anladım ki sanat eserinin söze değil, gönüle ihtiyacı var. Üretecek ve üleşecek gönüle...

Bir İran filmi izledim, umuda olan güvenim arttı. İnanca bağlılığım daha da kuvvetlendi.

Delikanlının o son kutsal çabası esnasında gözüküp kaybolan görüntülerde; köpeklerin, çeşitli renk ve evsafta köpeklerin, büyük bir inek leşini parçalayışları gösteriliyordu ki hayatı özetleyip bitiyordu: çeşitli evsaf ve elvanda onca köpek, leşlerle uğraşadursun, hakikat gerek ise sana bırak onları da yürü umutla, inançla suya. Su orada, mutlaka, mutlaka, mutlaka...

VI.
Bu seyrettiğim İran filmi, Emir Nadirî'nin 1989 yapımı "Su, Hava, Toprak" isimli yapıtıydı. İzlemekte bu kadar geç kaldığım için üzülmedim. Geç de olsa izlemiştim ya! Ama bir kez ya da birçok kereler daha nasıl izleyeceğimi, nereden bulup izleyeceğimi bilmediğim için üzgünüm.

En sonunda ise kum yığınları altından çıkardıkları bir adamın hayatını kurtarabilmek için akıl almaz bir uzaklıktan su getirmeyi kabul eder. Gider de... Ancak su çekilmiştir kuyudan. Ama umut en son ölür. O yaşadığı sürece de yaşamak direnci tükenmez.

Delikanlı akılla değil gönülle ilerlediği yolda gücünü inancından aldığını, suya olan inancının tam olduğunu gösterircesine kazmayı eline alır ve kupkuru, yüzü binlerce kere çatlamış toprak anayı ikna etmeye kalkışır. Kazdığı çukurlar kalan gücünü de bitirince çukurun içine baygın düşer. Kendine geldiğinde hırsla, hiç gücü kalmadığını gözümüzle gördüğümüz için, nereden geldiğini anlayamadığımız bir güçle kazmayı sallamaya başlar yeniden, bir efsane kahramanına dönüşür sanki.

Ve film bir masal, bir efsane gibi biter: Siz herşey bitti dediğiniz anda müzik eşliğinde bir su patlar, delikanlının resmi bu suyun içinde belirip belirip kaybolur. Sonunda müzik ve su ve umut ve inanç ve masal ve hakikat kalır perdede. Perdeden sıçrayarak hayatta.

Bu kadar geç, biraz tuhaf, hattâ komik de olsa Yönetmen'e şükran duygularımı ifade etmek istiyorum.

Umuda yaptığı,
sanata yaptığı,
hayata yaptığı katkılardan dolayı Emir Nadirî'ye teşekkür, boyun borcu...

VII.
Sanat niçin lâzım? Neye yarar? Boşverin! İyi bir şiir okuyun, güzel bir film seyredin. Cevaplara ihtiyacınız kalmayacak sanırım.


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail