1 AĞUSTOS 2001




KARASAYFA

İlyas KAMBALI









"Herkesin cebi kendisine" anlayışının hakim olduğu ikram, ihsan, şefkat ve merhamet duygularının yok olduğu, ebeveynin evlada, evladın ebeveyne sahip çıkmadığı toplumlarda bütün ilişkiler yetersiz hukuksal kurallarla sağlanmaya çalışılır. Ancak, bu kuralların insanlar tarafından yeterince kabul gördüğünü söyleyemeyiz. Adaletin, hakkın, hukukun sağlanabilmesinin olmazsa olmaz şartı, insan duygularının aç gözlülük ve hayvani özelliklerinden arındırılması ile mümkün olabilir.




ADALET ÜSTÜNE

Bir gün, henüz 11 yaşında olan kızım, salatalık almak için mutfağa gidince, kendisinden 1 yaş küçük olan oğlum, "Abla bana da getirir misin?" dedi. Kızım bir salatalığı alıp, ikisine yeter düşüncesiyle, ikiye böldü. Parçaları bana getirerek eşit olup olmadığını sordu. Parçalara şöyle bir baktım. Göz kararıyla aynı büyüklükteydiler. Ama kızım, kardeşinden bir yaş büyüktü.

Parçalar eşit sayılırdı. Ya çocuklar? Onlar, yaş, cüsse ve cinsiyet bakımından farklıydı. Bu durumda parçaların eşitliği tek başına yeter ölçü kabul edilemezdi. Aksi halde hukuksal bir ihmal söz konusu olacaktı. Öyleyse bir kavrama daha ihtiyaç vardı: Adalet.

Bölüşümün eşit ve adaletli, benim de adil olmam gerekiyordu. Ama nasıl?

Sözlüklerde "adalet", "herkesin yasalarla tanınmış hakkını vermek, hukuki eşitlik, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmek, doğruluk, herkese hakkını vermek" şeklinde tarif ediliyordu. Ansiklopedilerdeki filozofların görüşleri de -adaletin insanlar arasındaki tesisi hususunda- bundan öteye geçmiyordu. Hepsi afaki şeylerden bahsediyordu.

Evet. Açıklamalar, pratik çözüm yollarını vermiyordu. Doyurucu ve net olmasa da manalarda kast edilenler insanın hoşuna gidiyordu. Ama kime, neyi, nasıl? Yaşa, cüsseye ve cinsiyete göre nasıl olması gerektiği hakkında bir ölçü yoktu.

Her şeye rağmen ben ikisinin de razı olacağı şekilde hem eşitlikçi hem de adaletli bir cevap vermeliydim. Çünkü ben sadece yasalara bağlı bir hakim değildim. Aynı zamanda bir babaydım. İkisine olan sevgim ve yakınlık derecem aynıydı. İlgili metinlerde yeterli bilgi; benim de elimde, adil ve eşit davranmanın kesin ölçüleri yoktu. Vicdani kanaatim, eşitliği ve adaleti temsil edemezdi. Ama ben adil olmalıydım. İkisinin de razı olacağı bir karar vermeliydim.

***

Kızımın yaş farkını kapatmak için parçaların birinden kesip diğerine eklemeyi düşündüm. Ama ne kadar kesmeli? Olmadı. Kur'a mı çekmeliydim? Hayır, hayır. İşi şansa bırakıp yeni bir adaletsizliğe sebep olamazdım. Çıkacak sonuçtan da, tarafların memnun olacağı şüpheliydi. Hem bu, yaş farkını da kapatmazdı. En az bir fazlasıyla da olsa, oylama yapma imkanı da yoktu. İyi ki yoktu. Yoksa filozofların, adaletin insanlar arasında gerçekleşmesi ile ilgili, onca çabaları bir oya kurban olabilirdi. Ve adalet yerine gelmeyebilirdi. İyi ki yoktu. çünkü, bu metotla bir çok olayda aklanan, cezalandırılan veya ödüllendirilenler hakkında şaibelerle dolu kararların verildiğini, sonuçtan tarafların razı olmadığını basından edindiğim bilgilerle haberdardım. Sınav mı yaptırsaydım? Hayır. Kızım daha iyi bir eğitim almıştı. Sınavı geçerdi. Buna gönlüm razı olmazdı.

Aklıma peş peşe gelen sorulara cevap aramaktan vazgeçtim. Soru, cevap bulamadan bir başka soru getiriyordu akla. Zaten sorulara vereceğim cevaplar da aklımın eseri olacaktı. Dolayısıyla; filozofların bulduğu çözümlerden daha öteye geçmeyecekti benim cevaplarım.

Kızım, olaya birinci derecede taraf olduğundan, onun da görüşüne yer vermek ve rızasını almak için şöyle bir çözüm önerdim:

"Bak yavrum, böyle bir sorun karşısında ilk yapman gereken duygularının esiri olmaktan kurtarmandır kendini. Kardeşinin veya kan bağıyla akraba olduğun kimselerin hatırı için değil; kendine bir hayat prensibi olarak uygula bunu. Yeryüzündeki bütün insanların, kardeş olduğunu kabul edip etmeme noktasında zihnindeki şüpheleri de netleştir. Çünkü adalet kan bağını aşan bir kavramdır.

Zahiri olan maddi eşitliğe kıyasla; batini olan adaleti sağlamak ve karşı tarafı razı etmek daha zordur. Fakat, daha önemlidir. Bundan dolaylıdır ki vicdanları, bazen iade-i itibar etme zorunda bırakır hüküm verenleri. Bu duruma düşmemen için vicdanının sesine önceden kulak ver ki pişmanlık duymayasın. İade-i itibar ne senin vicdanını rahatlatır, ne de hak sahibinin gecikmeli iade edilen hakkının kendisine bir faydası olur. Bunun için adaletin en iyi şekilde gerçekleşmesinin ve kardeşinin gönül rahatlığı içinde olmasının şartlarını oluşturmaya çalış. Berikinin ötekinden büyük olması adalete halel getirmez. Önemli olan, maddi eşitlik değil, adil bölüşümdür.

Kardeşinin, haksızlığa uğrama endişesini, gerekirse bölüşümü ona bırakarak, ortadan kaldırabilirsin. Sakın şunu da unutma ki, herkes kendisi için sonsuz haklara sahip olmak ister. Hiç bir hak tamamen başkasının isteğine göre verilmez. Ancak, taraflar karşılıklı ihsan ve fedakarlık olgunluğunu göstererek sağlayabilir adaleti de, eşitliği de. Bu olmadığı sürece adaletin yasalarla, ölçülerle, tartılarla sağlanması mümkün değil. Onun maddi ölçüleri yoktur.

Sonra senin kalbin rahat ise veya kardeşin hangi parçayı isterse istesin gönül rahatlığıyla verebiliyorsan eşitlik de, adalet de budur. Önce benlikten kurtulman lazım. Kendi hakkından başkası için vazgeçip ihsanda bulunma büyüklüğünü, erdemliliğini göster. Yoksa maddi olarak belki bazı durumlarda eşitliğin sağlanması mümkün olabilir ama, adaletin sağlandığına dair nesnel bir bölüşüm ölçüsünü hiç bir hukuk sisteminin kesin olarak sağladığı görülmemiştir.

Ve unutma ki yeryüzündeki bütün kavgaların, çatışmaların temelinde herkesin hakkına razı olmayışı veya herkese hakkının verilmeyişi yatmaktadır. Günümüze kadar gelen ve bizi de içine alan, Habil ile Kabil'in kavgasının sebebi de budur."

***

"Herkesin cebi kendisine" anlayışının hakim olduğu ikram, ihsan, şefkat ve merhamet duygularının yok olduğu, ebeveynin evlada, evladın ebeveyne sahip çıkmadığı toplumlarda bütün ilişkiler yetersiz hukuksal kurallarla sağlanmaya çalışılır. Ancak, bu kuralların insanlar tarafından yeterince kabul gördüğünü söyleyemeyiz. Adaletin, hakkın, hukukun sağlanabilmesinin olmazsa olmaz şartı, insan duygularının aç gözlülük ve hayvani özelliklerinden arındırılması ile mümkün olabilir.


"Her insanın ölçüsü, değeri yüreğinde, istemindedir asıl."
                                                          Montaigne


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail