Yıl:1 Sayı:5  OCAK 2001

Editörden
Künye
Kültür - Sanat

Röportaj

Adres Çubuğu
Arşiv

Anasayfa

 


MÜZİK YAZILARI


Şuayb SARIYILDIZ

   

MÜZİĞİN NE OLDUĞUNDAN ÇOK, NASIL GÖRÜLDÜĞÜ ÖNEMLİ

Yıllardır radyoculuk yaptığımızdan ve hala da bunu bir iş, bir meslek olarak görüp, bu minval üzre hayatımızı idame ettirmeye çalışmamızdan olacak, müzik üzerine hep düşünmek zorunda hissettim kendimi. Yıllar boyu süren tartışmaları hep yakından takib etmeye çalıştım ve hatta pek çok kez tartışmaların içinde de yer aldım.

Benim müzikle olan serüvenim, Mute Destanı isimli bant tiyatrosunu, bir derginin küçük yarışması neticesinde kazanmamla başladı. Tabi sevgili halamın Hakkı Bulut'larını, Hüseyin Altun'larını saymazsak. Bir de Küçük Emrah ve Küçük Ceylan'lar var tabi... O zamanlar için popüler sayılabilecek çoğu şarkı hala belleğimde. Ayşem, Erkek Milleti, Hakkı Bulut'un salakça parçaları vs. vs...

Barış Manço'nun hiç eskimeyen parçalarını da ezbere bildiğimi hatırlıyorum. "Yumuk yumuk elleri var / Kömür kömür gözleri var" diye, bağıra bağıra çok söyledim. Ama tüm bunları, belli bir bilinçten ziyade öylesine dinlerdim. Kim vardı ki o zamanlar dinlenecek? Timurtaş Hoca'nın (Allah rahmet etsin) vaazlarını dinler, babamın zevkle dinlediği yeni mühtedi Ali Ercan'ın sazlı ilahilerine tahammül etmek zorunda kalırdım. Yalnız, o zamanlar gece yatarken bile dinlediğim Kur'an-ı Kerim kasetlerini özellikle zikretmeliyim. Müzikal anlamda bir açlık vaki ise eğer, herhalde o dönemlerdeki doymuşluğum gibi hiçbir zaman doyamadım. Abdussamed başta olmak üzere, Sıddık Minşavi, Muhammed Medyen, Tuhi, Şeyh Antari, Galveş, Ahmed Naina, Malezyalı Hafıze, Mustafa İsmail... Hepsi de benim küçük ama anlamlı dünyamın mimarlarıydılar. Özellikle Arab hafızların tilaveti daha bir hoşuma giderdi. Bizimkilerin okuyuşunu çok samimiyetsiz, çok soğuk bulurdum. Sanki törensel bir eda sinmişti okumalarımıza. Zerre prim vermezdim. Şimdilerde bu törensel edanın ibadetlerimize de bulaştırıldığını düşünüyorum. Müezzinin komutuyla tesbih çekmeler gibi sanki saray protokolü uygulanıyormuş gibi geliyor ve rahatsız ediyor beni. Biz Türklerin her şeyi (dini bile) resmileştiren bu tutumlarından nefret ediyorum.

Arab hafızlar gibi, Arabça marş ve ilahiler de ilgi alanıma giriyordu. Özellikle Nur Cemaati'nin kitabevlerinden bunların en iyilerini alır, zevkle dinlerdim. Dinlemek ne kelime bilinçaltıma işlesin diye gece bunlarla uyurdum. Şimdilerde, elimde kalanları Mavi Radyo dinleyicilerine de dinletmeye çalışıyorum. Tabi sesleri biraz daha kaliteli kılabilmek için ciddi bir stüdyo operasyonundan geçirdikten sonra.

Mute Destanı ise bir dönüm noktası oldu, benimle birlikte birçok insan için. O zamana kadar hep solo ilahi duymuş dindarlar için Barbaros Ceylan'ın ezgileri müthiş bir açılımdı. Coşkuyla karşıladık. Kaseti adeta ezberledik. Ne mübarek şeylerdi o çalışmalar. Ama ilginçtir kasetin 3-5 yıl sonraki baskılarında Barbaros Ceylan'ın sazı yerine farklı enstrümanlar veya sesler kullanıldığını gördük. Acaba bizim kesimin, sazın caiz olup olmadığına dair yaptıkları aptalca tartışmayla eşzamanlı olarak kurban mı verilmişti Barbaros Abi'nin sazı? Bunun cevabını hala bilmiyorum. Ama korkarım ki öylesi bir çekincenin en azından etkisi vardı.

Mute Destanı'nı hem bant tiyatrosu kimliğiyle hem de içerdiği müzikal çalışmalarla birlikte önemsiyorum. Çok kaliteli olmalarından ziyade, ilk olmalarından, daha doğrusu ilk olmanın getireceği yoğun riski göze alabilecek bir cesaret sergilediklerinden dolayı önemsiyorum. Biz çocuk aklımızla, ilk eleştirilerin şiddetinden uzak, keyifle dinledik belki, ama yapımcıların ne ithamlarla karşı karşıya kaldıklarını şimdi daha iyi anlayabiliyorum ve aşırı derecede önemsiyorum. Tıpkı Erkan Mutlu'nun ilk ilahi kasetlerini önemsediğim gibi.

Oralara ileride değineceğiz. Konu önemli olduğu gibi, zaten oldukça da geniş. Şimdilik şu kadarını belirtmekle yetinelim: Müzik konusunda dindar kesimin gelişimi kabullenmeleri hep müziğe nasıl bakıp, ne anladıkları ve ne bekledikleriyle ilgili. Sadece ilahi olarak insan sesiyle sınırlı bir müzikal yaklaşımın, sazla icra edilen bir peygamber dönemi enstantanesine dönüşebileceğini o gün için tahmin etmek hayli zor. Müzik, demek ki sadece ilahiden ibaret değilmiş ve böyle amaçlar için de pekala kullanılabiliyormuş. O dönem için, müzik adına edindiğimiz en mühim tecrübe bu olsa gerek.

 

 
Benim müzikle olan serüvenim, Mute Destanı isimli bant tiyatrosunu, bir derginin küçük yarışması neticesinde kazanmamla başladı. Tabi sevgili halamın Hakkı Bulut'larını, Hüseyin Altun'larını saymazsak. Bir de Küçük Emrah ve Küçük Ceylan'lar var tabi... O zamanlar için popüler sayılabilecek çoğu şarkı hala belleğimde. Ayşem, Erkek Milleti, Hakkı Bulut'un salakça parçaları vs. vs...

  

Anasayfa l Editörden l Künye l Kültür - Sanat l Röportaj l Adres Çubuğu l Arşiv l E-Mail